Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 17 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır. İşlediklerini muhakkak görecektir. Sonra da karşılığı ona eksiksiz verilecektir.

Necm Sûresi: 38-41

17.02.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Her takvâ sahibi kimse, Muhammed'in Ehl-i Beytindendir.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 10

17.02.2007


Aile hayatı neden bozuluyor?

Bu sene inzivâda iken ve hayat-ı içtimaiyeden çekildiğim halde, bazı Nurcu kardeşlerimin ve hemşirelerimin hatırları için dünyaya baktım. Benimle görüşen ekserî dostlardan, kendi ailevî hayatlarından şekvâlar işittim. “Eyvah!” dedim. “İnsanın, hususan Müslümanın tahassungâhı ve bir nevî cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmaya başlamış?” dedim. Sebebini aradım. Bildim ki, nasıl İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesine ve dolayısıyla din-i İslâma zarar vermek için, gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesâtıyla sefahete sevk etmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de, biçare nisâ taifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin tesirli bir sûrette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki, bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor. Ben de siz hemşirelerime ve gençleriniz olan mânevî evlâtlarıma katiyen beyan ediyorum ki:

Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de, bozulmaktan kurtulmanın çare-i yegânesi, daire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur. Rusya’da o biçare taifenin ne hale girdiğini işitiyorsunuz. Risale-i Nur’un bir parçasında denilmiş ki:

Aklı başında olan bir adam, refikasına muhabbetini ve sevgisini, beş on senelik fâni ve zâhirî hüsn-ü cemâline bina etmez. Belki, kadınların hüsn-ü cemâlinin en güzeli ve daimîsi, onun şefkatine ve kadınlığa mahsus hüsn-ü sîretine sevgisini bina etmeli—tâ ki, o biçare ihtiyarladıkça, kocasının muhabbeti ona devam etsin. Çünkü onun refikası, yalnız dünya hayatındaki muvakkat bir yardımcı refika değil, belki hayat-ı ebediyesinde ebedî ve sevimli bir refika-i hayat olduğundan, ihtiyarlandıkça daha ziyade hürmet ve merhametle birbirine muhabbet etmek lâzım geliyor. Şimdiki terbiye-i medeniye perdesi altındaki hayvancasına muvakkat bir refakatten sonra ebedî bir mufarakate mâruz kalan o aile hayatı, esasıyla bozuluyor.

Lem’alar, 24. Lem’a, 2. Nükte, s. 261

Lügatçe:

hemşire: Kız kardeş.

şekvâ: Şikâyet.

tahassungâh: Sığınak, kale, korunulacak yer.

hayat-ı içtimaiye: Sosyal hayat.

hevesât: Hevesler, arzular.

sefahet: Gayri meşru zevk ve eğlenceler.

nisâ: Kadın, hanım.

saadet-i uhreviye: Ahiret mutluluğu.

saadet-i dünyeviye: Dünya mutluluğu.

fıtrat: Yaratılış.

çare-i yegâne: Tek çare.

refika: Eş, arkadaş, yardımcı.

hüsn-ü cemâl: Yüz güzelliği.

hüsn-ü sîret: Ahlâk güzelliği

hayat-ı ebediye: Sonsuz hayat.

refika-i hayat: Hayat arkadaşı, eş.

muvakkat: Geçici, vakitli, sınırlı.

mufarakat: Ayrılma, ayrılık.

17.02.2007


Zevk ve tercihlerimiz ekseninde alışveriş düşüncelerimiz

İktisat bilimi kitaplarının hemen hemen hepsinde şöyle bir tanım yer alır: İktisat bilimi, sınırlı kaynaklarla sınırsız ihtiyaçlarını karşılama sorunu ile karşı karşıya olan bir kişinin ya da toplumun, tatmin düzeyini en yükseğe eriştirmesinin yollarını arar.1 Yine iktisat kitaplarının bilimsel öğretiminde ‘iktisat fonksiyonu’ diye bir tablo sunulur bizlere. Bu tablonun içerisinde yer alan en önemli maddelerden biri ‘zevk ve tercihler’dir. İşte tam burada devreye giren ve aslında meselenin düğüm noktası olan çok önemli bir kavramdır zevk ve tercihlerimiz. İktisadî problemlerin ve çözümsüzlüklerin bir çoğunda kilit noktayı bu kavram oluşturur. Ancak iktisat fonksiyonunun önemli bir parçasını teşkil eden bu zevk ve tercihler meselesinden kaynaklanan problemleri çözmek için başvurulan yollar, dinî emir ve değerlerden uzak olunca, problemleri çözebilmek çoğu zaman imkânsız hale gelmektedir.

Alış verişlerimizde karşılaştığımız zevk ve tercihlerimizi çok çeşitli açılardan düşünebiliriz. Meselâ bir tüketici olarak bizler, yiyecek almak istediğimizde karşımıza pekçok alternatif çıkar. Bu alternatifler içerisinde iki tane yiyeceği ele alalım. Tercih etme aşamasında çoğu zaman zevk ve tercihlerimize göre davranırız. Halbuki yapılması gereken, bize faydası en çok olacak yiyeceği tercih etmek olmalıdır. Faydadan kasıt, aynı para ile daha fazla bünyesel doyum sağlayabilme imkânımızdır. Meselâ 10 ytl ile aldığımız bir gıdadan 2 kişi doyabilirken, aynı para ile aldığımız başka bir gıdadan 4 kişi doyabilmektedir. Yani yerinde bir tercih, bize pek çok yönden daha fazla fayda sağlayabilir.

Bu konuda Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin, iktisat meselesini mükemmel bir şekilde ele aldığı İktisat Risâlesi’nde, iktisadî problemin en temel maddelerinden birini teşkil eden “zevk ve tercihler” meselesinin çözümünü sunuşu, tam anlamıyla harika bir tesbit ihtiva etmektedir: “İşte, bu sırra binâen şimdi iki lokma farz ediyoruz: Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddi (gıdalı, besleyici) maddeden kırk para, diğer lokma en âlâ baklavadan on kuruş olsa; bu iki lokma, ağza girmeden, beden itibarıyla farkları yoktur, müsavidirler (eşittirler). Boğazdan geçtikten sonra, ceset beslemesinde yine müsavidirler. Belki, bazen kırk paralık peynir daha iyi besler. Yalnız ağızdaki kuvve-i zaikayı (tat alma duyusu) okşamak noktasında yarım dakika bir fark var. Yarım dakika hatırı için kırk paradan on kuruşa çıkmak ne kadar mânâsız ve zararlı bir israf olduğu kıyas edilsin.”2

Bediüzzaman Hazretleri meseleyi çok önceden fark etmiş ve çözümünü de sunmuş. Yarım dakikalık bir zevk için peynirden çok daha pahalı olan baklavayı tüketmenin ne kadar mânâsız ve zararlı bir israf olduğunu bizlere çok güzel bir şekilde özetlemiş. Zira bugün yaşantılarımıza baktığımızda Bediüzzaman Hazretlerinin vermiş olduğu meselâ benzerlerini görmemiz mümkün. Yaptığımız alış verişlerlerde bu gerçeği çok rahat gözlemleyebiliriz. Meselâ kendimize bir elbise alırken acaba neyi gözönüne alarak elbise seçimimizi gerçekleştiriyoruz? Bugün insanlara baktığımızda çoğu zaman sırf bir marka uğruna çok fazla gereksiz paraların ödendiğini rahatlıkla müşahede edebiliriz. Bu tercihi yaparken toplum baskısı, özenti, gösteriş, gereksiz olarak çıkarılan ihtiyaçlar gibi sebepleri sayabiliriz. Fakat bu eleştiriyi yaparken şunu da unutmamalıyız: Elbette bir şeyler alırken bizim için kaliteli ve rahat olanı tercih etmeliyiz. Ama sırf marka olduğu ya da zevkimize uyduğu için çok pahalı olan bir şeyi tercih etmek ne kadar doğrudur? İsrafa kaçmamak için, gerektiğinde zevkimizden vazgeçmeli ve yine kaliteli ama daha ucuz olan ürünleri tercih etmemiz gerekmez mi? Örnekleri çoğaltmak mümkün. Özellikle serbest piyasa şartlarının, çeşitliliğin ve ikame mallarının bir hayli arttığı günümüzde ihtiyaçlarımızı daha ucuz olan ürünlerle karşılamak mümkün.

Bediüzzaman Hazretleri, bu orijinal tesbitinin devamında çok harika bir tesbit daha yapar: “..‘Kuvve-i zaika (tat alma duygusu) kapıcıdır’ dedik. Evet, ehl-i gaflet ve ruhen terakkî etmeyen ve şükür mesleğinde ileri gitmeyen insanlar için bir kapıcı hükmündedir. Onun telezzüzü (lezzet alması, tat alması) hatırı için isrâfata ve bir dereceden on derece fiyata çıkmamak gerekir.”3

İfadeler gayet net. Sırf bir zevk ve nefsi tatmin için israfa girmemek gerekir. Bunu elbise, araba, ev, eşya, vs. gibi bir çok örnekte düşünebiliriz. Ayrıca unutulmamalıdır ki insan, maddî şeylerle değil, ancak manevî duygularla tatmin olabilir. Gerçek huzuru, saadeti, ferahı ve rahatı ancak manevî duygularını doyuracak güzelliklerle bulabilir. Meselâ çok pahalı olan lüks bir araba almak yerine ihtiyacımızı gören yine kaliteli ve daha ucuz bir araba alıp kalan parayı da ihtiyacı olan insanlara vererek hem büyük bir güzellik sunar, hem de pahalı bir araba alma sonucu elde edeceğimiz tatminden çok daha fazla bir tatmin ve huzur elde edebiliriz.

Yaptığımız tercihleri, bu açılardan sorgulamamız gerekir kanaatindeyim. “Bizler, özellikle alış veriş tercihlerimizi nasıl ve neye göre yapmaktayız?” sorusunu kendimize sormamız gerekmekte. Bundan sonra da, yanlış ve eksik gördüğümüz durumları, doğru düşünce ve alışkanlıklarla değiştirmeliyiz. Bazen yanlış seçimler yaptığımız alış verişlerimizde, İslâmî bir anlayış ve teslim esaslarını uygulama sonucunda yanlışlarımızın epey çözüldüğünü rahatlıkla müşahade edebiliriz. Bu da birbiriyle bağlantılı ve derinlemesine inen, temelden başlayarak ilerleyen İslâmî bir eğitim, anlayış, terbiye, teslim ve yaşantıya yansıtma ile tam ifa edilebilir. Özellikle tüketimin, israfın, gösterişin ve dünyevîleşmenin çok hızlı arttığı zamanımızda bu meseleyi iyi bir şekilde anlayıp, çözümünü vakit kaybetmeden uygulamaya çok ihtiyacımız bulunmaktadır.

Ne diyelim; tez zamanda isrâfâttan, gereksiz alış verişlerden vazgeçilmesi ve Bediüzzaman Hazretleri’nin yukarıda çok azını zikrettiğim bu ve diğer muazzam fikirlerinin ders kitaplarında insanlarla buluşturulup, uygulanması temennisiyle... Zira artık kaybedecek ne vaktimiz var, ne de birikimimiz...

Dipnotlar:

1- Prof. Dr. Zeynel Dinler, İktisada Giriş, s.7, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa: 2000

2- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 354 (19. Lem’a), Yeni Asya Neşriyat, İstanbul: 2005

3- Bediüzzaman Said Nursî, A.g.e., s. 355

[email protected]

Bilâl YÜKSELTEN

17.02.2007


ESMA-İ HÜSNA

Habîb

Allah (c.c.), Habîb-i Kulûb’dür, Mahbûb’tur. Yani, Cenâb-ı Hak çok sevilen, çok istenen, çok aranan, çok arzû edilen; Kendisine sonsuz muhabbet duyulan, rızâsı istenen, emrine râzı olunan, tazim gösterilen ve itaat edilendir. Cenâb-ı Hakkı seven ve Ona muhabbet duyan, Onun rızâsına nâil olur ve ebedî saadeti kazanır.

Peygamber Efendimiz’in (a.s.m.) Cevşenü’l-Kebîr’de bildirdiği Habîb ve Mahbûb isimleri, Cenâb-ı Hakkın inanan kalplerin sevgilisi olduğunu ifâde eder. Kur’ân’da fiil sîgası olarak mânâ itibariyle mevcuttur.

İlgili âyetleri inceleyelim:

“De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” (Âl-i İmran Sûresi: 31)

“İnsanlardan bazıları Allah’tan başkasını Allah’a denk ilahlar edinir de onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.” (Bakara Sûresi: 165)

Hâlık-ı Kerîm’in, insanlar içinde seçkin kulları bulunduğunu kaydeden Bedîüzzaman, Cenâb-ı Hakkın bilhassa Habîb-i Ekremini (a.s.m.) pek ciddî sevdiğini; binâenaleyh Resûlullah’ın (a.s.m.) sünnet-i seniyyesine uyanın, Allah’ın muhabbetini kazanacağını beyan eder. “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun. Tâ ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Ğafûr ve Rahîm’dir,” âyeti bütün Müslümanları Allah Resûlünü (a.s.m.) sevmeye ve emânet bıraktığı sünnete uymaya davet etmektedir.

Bedîüzzaman’a göre, dünyevî sevgiler hakîkî muhabbet değil, mecâzî muhabbettir. Mecâzî sevgililerin yüzünde fânîlik damgası görülmeli ve muhabbet doğrudan Cenâb-ı Hakka yöneltilmelidir. Allah’ı sevmek ve Allah tarafından sevilmek insanın yükselebileceği mânevî mertebelerin en yükseğidir. Îmân bu sevgi mertebesinin en mühim iksiri ve anahtarıdır.

Muhabbetini, ilk önce Allah’a veren bir insanın, Onun muhabbeti dolayısıyla Allah’ın sevdiği her şeyi seveceğini belirten Bedîüzzaman, bunun da îmânla mümkün olduğunu kaydeder. Bedîüzzaman’a göre, bir kimseye Allah’ın îmân ihsân etmesi, nîmet olarak ona yeterlidir. Çünkü bir mü’min, îmânı sayesinde kazandığı engin, asîl ve sonsuz muhabbetle, görünen ve görünmeyen varlıklar ve varlıklar ötesi âlemlerin içerdikleri sonsuz nîmetlerin tamamından istifâde eder.

Beşerin kâinat Hâlıkına karşı hadsiz bir muhabbet istidâdı ile yaratıldığını beyan eden Bedîüzzaman, insanın yaratılışında cemâle karşı bir muhabbet, kemâle karşı bir saygı ve ihsâna karşı bir sevmek bulunduğunu, muhabbetin ve sevginin ise cemâl, kemâl ve ihsân derecelerine göre ziyâdeleşeceğini ve aşkın en son derecesine kadar yükseleceğini, binâenaleyh, sonsuz cemâl, kemâl ve ihsân sahibi olan Hâlık-ı Zülcelâlin sonsuz derece sevilmeye ve muhabbete müstehak olduğunu kaydeder.

Bütün sevenlerin hakiki muhabbetlerinin, Mahbub olan Cenâb-ı Hakkı gösterdiğini3 beyan eden Bedîüzzaman, herkesin kalbindeki aşkın ve sevginin, sağlıklı düşünen akıl ve kalplere Mahbub-u Lâyezâlîyi bildirdiğini; dünyevî sevgililerin ayrılışından elem ve keder duyulmaması gerektiğini, çünkü Mahbub-u Hakîkinin Bâkî olduğunu kaydeder.

Bedîüzzaman’a göre, ebediyet olmazsa, geçici ve yok olucu insan, ebedî ve bâkî olan Cenâb-ı Hakka tam muhabbet duyamaz. Çünkü insan, güzele eli yetişmezse onu çirkin bulur. Bundandır ki ebedî hayatın îcâdı, Cenâb-ı Hakkın kullarınca sonsuz bir aşkla sevilmesine vesîle olmaktadır.

Bediüzzaman Saîd Nursî, insanın, muhabbet duygusunu bekâsız ve fânî varlıklara dağıtarak, kendisine yazık ettiğini belirtir. Çünkü mahlûkat fânîdir. Oysa o eserlerde cilveleri ve nakışları görünen Allah’ın isimleri dâimîdirler, bâkîdirler. İnsanın, fânî de olsa güzel şeylere karşı kalbinin sevgisini söküp atması şüphesiz kolay değildir. Ancak insan, irâdesi ile muhabbetin yüzünü bir mahbubtan diğer mahbûba çevirebilir; hoşlandığı şeyleri Cenâb-ı Hakkın nâmına ve Onun hesabına sevebilir. Güzel şeyleri, “Ne kadar güzel!” nazarıyla değil, “Ne kadar güzel yapılmış!” diyerek sever ve böylece mânevî şükrünü de edâ etmiş olur.

(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)

17.02.2007


BİR KISSA, BİN HİSSE

Malatya velilerinden Hacı Ahmet Efendi Şam’da doğdu. Şam’da zamanın âlimlerinden ilim öğrendi. Malatya’ya göçtükten sonra Malatya medreselerinde ders verdi, talebe yetiştirdi. Çeşitli kerâmetlere de mazhar olduğu dilden dile dolaşır oldu.

Ahmet Efendi bir gün Malatya şehir merkezinden Battalgazi’ye gidecekti. Bu sırada bir arkadaşı ile karşılaştı. Biraz konuştuktan sonra ona Battalgazi’ye gideceğini söyledi.

Arkadaşı saatini göstererek:

“Hocam Cuma vaktidir. Cuma namazına yedi dakika kaldı. Gideceğin yol iki saatlik yoldur. Birlikte burada namaz kılalım” dediyse de, Ahmet Efendi:

“Gitmem lâzım dostum!” dedi. Arkadaşı da:

“Ben de gelirim o zaman” dedi ve Ahmet Efendi’nin peşine takıldı.

Birlikte yürüdüler. Battalgazi’ye yaklaştıklarında karşılarına üstü başı kirli bir ihtiyar çıktı. Ahmet Efendi ihtiyara:

“Esselâmü Aleyküm Sultanım” diyerek selâm verdi.

Biraz daha yürüdüler. İhtiyar zat bir daha gözüktü ve:

“Kardeşim Ahmet, bu yanındaki kimdir?” dedi.

Ahmet Efendi:

“Himmetinize muhtaç efendim” dedi.

İhtiyar zat oradan uzaklaşınca Ahmet Efendi arkadaşına:

“İçinden kötü bir şey mi geçirdin?” dedi. Arkadaşı:

“Evet. Adam pejmurde birisi ve siz adamın önünde eğildiniz!” dedi.

Ahmet Efendi:

“O zat zamanın kutbudur. Sakın hor bakma. Kalbini temizle” deyince arkadaşı hata ettiğini anladı ve tövbe etti.

Camiye geldiklerinde saate bakan arkadaşı, Cuma namazına yine yedi dakika olduğunu gördü. İki saatlik yolu bir anda almışlardı.

(Evliyalar Ansiklopedisi, 6/322)

Süleyman KÖSMENE

17.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004