“Okuma!” diye bir terim var.
“Yazma”
“Söyleme”
“Konuşma”
“Yeme”
“İçme”
Bu kelimeler bir anlamda “yapma-etme” gibi mânâlara da gelebiliyor.
Bunun en acı ve acıklı yönü “okuma”maktır.
Günümüzde herşey ilme dayalıdır.
Kim düşüncesini iyi ifade edebiliyor ise o kazanıyor, başarılı oluyor.
Bizim dünyamızda kitap sadece sınıf geçmek veya öğrencinin vize alması gibi algılanıyor.
Yargıtay eski başsavcısı Doç. Dr. Sami Selçuk, resmî bir ziyaret amacı ile gittiği Rusya’daki bir anısını şöyle nakletmişti:
“Bir toplantıya bizi resmî bir araç götürdü. Gideceğimiz yere ulaştığımızda, aracın sürücüsü, görevinden sonra eline hemen bir kitap alarak okumaya başladı. Toplantı bitip tekrar aracın yanına geldiğimizde sürücü hâlâ kitap okuyordu.
Rusya gibi bir ülkede bile okuma düzeyi oldukça yüksek.
Ulusal ve uluslararası düzeyde ise bizim durumumuz hiç de iç açıcı değil.
Herşeyi biliriz, herşeyin hükmünü verebiliriz.
Kim ne sorsa cevabını hiç düşünmemden veririz.
Bunları anlatırken istisnaları ayrı bir yere koyarak söylüyorum.
Elbette bilimle dolu, ihtisasa önem veren, görüşlere saygılı insanlarımız oldukça fazla. Ama, yüzde yirmi ikilik bir kitlemiz var ki, bunu nazara almamak imkânsızdır.
Bilgi toplumlarında hayatın seyri başkadır.
Hukukta, bürokraside, ekonomide, eğitimde, sosyal hayatın her alanında bilen insanların, dünyanın gidişatını takip edenlerin ne kadar başarılı olduğunu görüyor, izliyoruz.
Dünyayı sadece kendi vücudundan ibaret zannedenler ise mum ışığına mahkûm kimselerdir.
“Okuma!”mak bir felâketttir de ondan.
19.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|