Gerek ‘tek parti devri’nde ve gerekse aynı partinin iktidar ortağı olduğu yıllarda ‘yok’luklara kuyruklara Türkiye’de yaşayan herkes şahit olmuştur. 1980 öncesi CHP iktidarı dönemi de yokluk ve kuyruk yılları olarak tarihe mal olmuş durumda.
Ülkemizde yaşayanlar olarak “Babalarımızdan daha zengin” olduğumuz için, son yıllarda ‘un, tuz, şeker’ yokluğu ve kuyrukları oluşmuyor. Ancak bu yokluk ve kuyruklardan daha can yakıcı başka yokluklarla kavruluyoruz. Bugünkü yoklukların en başında ‘demokrasi ve insan hakları eksikliği’ yer alıyor.
“Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz asla!” diyenler için bu durum, ‘un, tuz, şeker’ eksikliğinden çok daha önemlidir. Son yıllarda her şeyi maddî ölçülerle ölçenler için bu tesbit belki bir mânâ ifade etmeyebilir, ama hürriyet olmadan ‘ekmek’in de olmadığını yaşanan onlarca örnekle görüyoruz.
Güya ‘basında sansürün kaldırılışı’nın yıldönümleri kutlanıyor, ancak basın özgürlüğü de tehdit altında. Meselâ, haftalık haber dergisi Nokta, ‘özel izin’le basıldı ve bu baskın 3 gün sürdü. Konuyu değerlendiren Av. Fikret İlkiz, dergiye yapılan baskının, “kanunî” karşılıkları bulunduğunu, ama bütün bunların hukuka ve anayasaya, hattâ 83 yıl öncesine ait 1924 Anayasasına bile aykırı olduğunu söylüyor. (bianet.org)
Nokta dergisine yapılan baskın, pek çok kişide “Türkiye’de basın özgürlüğü yok” dedirtti. Peki, basın özgürlüğü yok da demokrasi var mı? Bu konuda Güngör Uras şöyle yazmış: “Gerçekçi olalım. Bugün tırmanışa geçen sorunların kökünde (bugünkü krizin kökünde) Türkiye’de demokrasinin olmaması vardır.
“Açık konuşalım. Türkiye’de demokrasi yoktur. Biz kendimizi ve de başkalarını kandırıyoruz. Türkiye’de yarı dikta rejimi vardır. Şu veya bu şekilde bir partinin başına geçenler, ülkeyle ve halkla oynamaktadır.” (Milliyet, 15 Nisan 2007)
Tabiî ki bu noktada ‘Demokrasiden ne anlıyoruz?’ sorusu da gündeme gelir. Bunun cevabı da asgarî olarak ‘dünya uygulamaları’ olmalıdır. Yoksa, milleti ‘cahil oy çoğunluğu gören anlayış’ın demokrasi anlaşıyı ile bir yere varmak mümkün değil.
“Türkiye’de demokrasi yoktur” tesbitini sorumluluğunu sadece ‘siyasî parti liderlerinin hatası’na bağlamak mümkün değil. Asıl suçlu, siyaset alanını daraltan ve bütün partileri ‘tek parti’ haline getirenlerdir.
Mevcut halden şikâyet ederken, ‘tek parti devri’nin övülmesi de her halde Türkiye’ye mahsus bir çelişki olsa gerek. Uras şöyle demiş: “Cumhuriyetin ilk yıllarında, Mustafa Kemal dönemindeki meclislerin, bakanlar kurullarının yapısına, tek parti döneminde Meclis ve Bakanlar kurulunda yapılan tartışmalara, Mustafa Kemal’in millî mutabakat konusundaki duyarlılığına ve özenine bakınız. Sonra bugün olan biteni görünüz.” (agg)
Adı üstünde. ‘Tek parti’ devri. Nasıl olur da; bütün eksikliğine rağmen, ‘tek parti devri’ bugünkü devirden daha ‘demokrat’ olabilir? Bu iddiayı tarihçilere havale edip soralım: ‘Tek parti devri’ bu kadar ‘mutabakatçı’ idiyse; neden çok partili hayatta hiç bir zaman tek başına iktidar yüzü görmedi?
Bu hamur çok su götürür...
19.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|