Altı yıl öncesinin şartları geçerli olsaydı, önce Genelkurmay Başkanının, ardından Cumhurbaşkanının konuşmaları, sonra da Ankara mitingi, cumhurbaşkanı seçimini her açıdan ciddî şekilde etkileyen sonuçlar doğurabilirdi.
Nitekim 2001 Şubat’ındaki MGK toplantısında Sezer’in Ecevit’e anayasa kitapçığı fırlatmasıyla patlak veren kriz ekonomik göstergeleri de bir anda alt üst etmiş, borsayı dibe vurdurup döviz fiyatlarını neredeyse ikiye katlamıştı.
Ve bu krizin ardından ekonomi, cumhuriyet tarihinin en büyük küçülme rekorunu kırmıştı.
Son günlerin adeta özel planlanmış gibi peş peşe gelen bu üç olayından sonra ise ekonomik göstergelerde tersi gelişmeler yaşanıyor.
Borsa yükselişe geçti, döviz fiyatları geriledi.
Oysa önce Genelkurmay Başkanının, sonra Cumhurbaşkanının, sonra da 14 Nisan mitinginin mesajlarında, normalde ekonomiyi de tedirgin etmesi gereken çok riskli unsurlar vardı.
Genelkurmay Başkanının Kuzey Irak’a girilmesini savunması ve cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili olarak kimi tuzak soruları ustaca geçiştirse ve “Karar Meclisin” dese dahi, seçilecek kişi hakkında değerlendirme yapma hakkını mahfuz tutan sözler söylemekten geri durmaması...
Cumhurbaşkanının veda mesajlarını vermek için tercih ettiği askerî mekândaki konuşmasında, “Rejim cumhuriyet tarihinde benzeri görülmemiş bir tehlike ile karşı karşıyadır” iddiasında bulunması.
Ve bu mesajları tamamlayan üçüncü halka olarak 14 Nisan mitingi.
Dediğimiz gibi, altı yıl öncesinin Türkiye’sinde olsaydık, bu üç olayı takip eden hafta başında piyasaların kırmızı alarm sinyalleriyle açılmaları beklenirdi.
Tam tersinin olması, gelişmeleri tayin eden temel dinamiklerde çok köklü değişikliklerin meydana geldiğini, statükoya yaslanan iç faktörlerin ciddî anlamda güç kaybettiğini, buna karşılık küresel aktörlerin Türkiye’deki gidişata önemli ölçüde ağırlık koyduklarını gösteriyor.
Nitekim borsa ve döviz piyasası çok büyük ölçüde yabancı aktörler tarafından şekillendiriliyor. Zaten borsadaki yabancı payı yüzde 70’i bulmuş durumda. Döviz fiyatlarını da, içeridekilerin mâlûm reflekslerle alım yönünde hareket etmelerine mukabil döviz satarak aşağı seviyelere çekenler yine aynı yabancı oyuncular.
Bu durumda, Kemal Derviş’in getirdiği IMF programının ve daha önemlisi AB sürecinde kat ettiğimiz mesafenin de çok büyük payı var.
Söz konusu faktörler, Türkiye’yi küresel toplumun ve global ekonominin bir parçası haline getirme noktasında son derece etkili oldular.
Tabiî, bu durumun birtakım risk ve dezavantajları da getirme ihtimali ciddî şekilde mevcut.
Ancak bu riskler var diye küreselleşme rüzgârlarına kapıyı kapatmak hele “bu saatten sonra” hiç mümkün değil. Yapılması gereken, küreselleşmenin getirdiği imkân ve fırsatları en iyi şekilde değerlendirmeye çalışırken, riskleri de akılcı ve dikkatli politikalarla bertaraf etmek veya olabildiğince asgarîye indirmek olmalı.
Bu imkân ve fırsatların en çarpıcı örneklerinden birini Çankaya sürecinde yaşıyoruz. Bu kadar kritik bir seçimin böylesine sakin bir ortamda cereyan etmesinin başka bir izahı var mı?
Türkiye bu avantajı iyi değerlendirmeli.
19.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|