Bütün nebâtâtın canlandığı bahar aylarında, insanlar da canlanıyor sanki. Bunu peş peşe idrak ettiğimiz önemli günlerden de anlayabiliyoruz. Mart ve Nisan ayları da özellikle bu yönlerden yüreklere inşirah bırakarak gelip geçiyor. Mart ayında Bediüzzaman Said Nursî’nin vefat yıldönümü ve Nisan ayında da Kutlu Doğum Haftasının varlığı, bana bu iki ayı hep mübarek göstermiştir.
Bu yıl da birkaç etkinliğe katılma imkânım oldu. Bunlardan biri de Gemlik’te düzenlendi. “Aile ve Çocuk” olan konferansın konusu kadar, konuşmacılar da itina ile seçilmişti. Birisi gazetemizin saygıdeğer imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular Ağabey, diğeri de saygıdeğer ağabeyimiz Halil Uslu idi.
Mehmet Kutlular’ın değindiği konular salonda birçok defalar alkışlarla kesildi. Zira konu “Aile ve çocuk” olunca, bu konu hakkında söylenecek çok şey vardı. Özellikle dinî eğitim almanın 15 yaşından önce yasak olduğunu vurgularken, dinimizi öğrenmek ve yaşamak adına bir çok yasaklarla karşı karşıya kaldığımızdan bahseden Sayın Kutlular; “Manevîyatımıza bu kadar saldırı varken, gençler ne yapsın? Bu ortamda nasıl çocuk yetiştireceğiz?” derken, “Boş kalan fıtratları, ne ile meşgul olacak? İnsan boşluğu kabul etmez; bu boşluğunu ahlâksızlıkla dolduracak” şeklinde dile getirdiği sözleri, bir kez daha düşünmeye sevk etti bizleri. Zira aileler perişan, herkes perişan…
Mehmet Kutlular’ın ardından, değerli Mehmet Fırıncı Ağabeyin de kısa bir konuşmasından epey feyiz almış, mutlu olmuştuk. Zira Üstadı gören, ona hizmet eden ağabeylerden birini ilk defa görmüş, sesini duymuştum. Benim için ayrı bir şeydi bu. Hele bu konuşmaların ardından mikrofonu devralan Sn. Halil Uslu’nun istatistiklere dayandırarak aile ve gençlerin içinde bulunduğu durumu anlatması, acı gerçekleri görmemizi sağlamıştı.
Birçok konuşmacı dinlememe rağmen, Halil Uslu’nun sevdiğim bir yönü salona olan hâkimiyetidir. Salonu coşturduğu gibi, aynı zamanda da düşündürebiliyor. Şefkat kahramanı analarımızdan bahsederken, kalpleri yıkmayın diye özellikle belirtti. “Ben hiçbir yere sığmam yalnız mü’min kulumun kalbine sığarım” hadisinin önemini vurgulayıp kalp kırmanın ne kadar büyük bir zarar olduğuna dikkatleri çekti. Ayrıca, “Şimdiki medeniyetin, Kadınlar günü ve Anneler günü ile onurlandırmaya çalışıyorken analarımızı, bizim Peygamberimizin (asm), ‘Cennet anaların ayaklarının altındadır’ sözüyle hanımları her an ve mekânda en yüce makama oturttuğunu” söylemesi güzel bir bakış açısıydı. Zira bu söz, kadınların İslâmiyet’te ne kadar kıymetli olduğunu apaçık ortaya koyuyordu.
Hanımlara dönerek, “Evliliğin meyvesi nedir?” diye sorduğunda, salondan “çocuk” diye sesler yükselince, “Hayır, evliliğin meyvesi çocuk değil; merhamet ve muhabbettir” demesi, benim için ilginç bir anekdot oldu. Zira belki çoğumuz, evlilik gibi mübarek bir kurumun meyvesini yanlış yerde arıyorduk. Haklıydı, merhametin beraberinde getirdiği muhabbetle evliliğin temelleri her geçen gün sağlamlaşırdı. Ayrıca salonda görevli gençlere hitaben de “Ey gençler! Sizler Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasınız. Kravatlı gençler sizler nereyi fethedeceksiniz? Aklınızda ne tür hayaller var?” demesi, her gencin bir Fatih olabileceğinin hatırlanması açısından güzeldi. 45 dakika süren konuşmasının ardından hâlâ beklemekteydik. Az gelmişti bu heyecanlı sözler, vakit olsa “Biraz daha” diyecektik. Ancak Halil Uslu’nun en belirgin vasıflarından biri, dakik olmasıdır. Sanırım bir hatipte salona hâkimiyetin yanında, olması gereken bir diğer vasıf da bu. Ne çok, ne az konuşmak… Vakte özen göstermekti.
Halil Uslu’nun ardından dört yaşındaki Ege’nin sahneye çıkıp safahattan ezberlediği bir şiiri, ardından üç yaşındayken ezberlediği İstiklâl marşını okuması seyircilerin ayakta izlemesine vesile oldu. Konuşmanın ardından bu sürpriz çok güzel oldu. Zira dört yaşındaki bir çocuğun yetiştirilince neler yapabileceği güzel bir örnekle teyit edilmiş oldu.
Böylece, bir konferansın bende bıraktığı izlenimler, bir nesîm-i nevbahar hükmünde akıl ve kalp dimağıma yerleşiverdi. Siz, siz olun; bu tarz faaliyetleri kaçırmayın.
18.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|