Vatan Gazetesi’nde Can Ataklı 9 Nisan Pazartesi günü; “Haber müdürlerinden küçük bir rica” başlığı altında şunları yazdı: “Hafta içinde tiyatro san’atçıları Harbiye’deki Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin yıkılmasını önlemek ve kararı protesto etmek için tiyatro binasının önünde toplanmıştı. Büyük tesadüf eseri, aynı gün belediye tek firmanın katılacağını gerekçe göstererek ihaleyi iptal etti.
“Tabiî olarak bu protesto eylemini izlemek için çok sayıda gazete ve televizyon muhabiri de ti-yatronun önünde toplanmıştı.
“Protestoya katılan yılların san’atçısı, 80 yaşına ulaşmış Mücap Ofluoğlu binanın merdivenlerini çıkarken, muhabir arkadaşlarımızdan biri tiyatro san’atçılarına ‘Muhsin Ertuğrul bu mu?’ diye sormuş. Bu soru çok kısa sürede kulaktan kulağa bütün san’atçılar arasında yayılmış. San’atçılar bir muhabirin Muhsin Ertuğrul konusunda bu kadar bilgisiz olmasını çok yadırgamışlar.
“Bu arada 10 yıl Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği yapan Gencay Gürün de oradaymış. Televizyon kameraları dizilerden tanıdıkları san'atçıların etrafında toplanıp görüş almaya çalışırken, Gencay Gürün’ü tanıyıp da soru soran tek muhabir bile olmamış.
“Gazeteciler her şeyi bilmek ve herkesi tanımak zorunda değil. Ama hiç olmazsa izledikleri bir haber konusunda bilgili olmalılar. İnsan entelektüel bir çevrede bu tür şeyler konuşulduğunda üzülüyor. Haber müdürlerinin dikkatine sunmak istiyorum.”
Can Ataklı’nın anlattığı bu olay ne ilk ayıbı seçkin (!) medyamızın, ne de son ayıbı maalesef…
Öncelikle… Muhsin Ertuğrul ustanın adı geçtiği için ondan başlayayım… Sağda solda anlatan tiyatrocuların yalancısıyım!
Birkaç yıl evvel, bir kültür kuruluşumuzun yöneticisine tiyatromuzun önde gelen birkaç ismi gidip dilek ve temennilerde bulunuyorlar… Bu arada sık sık da “Muhsin Ertuğrul ustamızın işaret ettiği gibi…”, “Muhsin Ertuğrul ustamız der ki…”, “Muhsin Ertuğrul ustamızın bize gösterdiği yolda…” gibi cümleleri peş peşe sıralıyorlar söz konusu kültür kuruluşunun yetkilisine… Bir süre bu şikâyetleri ve beklentileri tiyatroculardan dinleyen kültür kuruluşu yetkilisi, tartışmaya net biçimde noktayı koyuyor: “Mesele anlaşıldı! O halde ilk fırsatta Muhsin Ertuğrul ustayı da dâvet ederek geniş tabanlı bir toplantı yapalım!”
Tabiî ki bu teklif karşısında tiyatrocular geri adım atıyorlar!
Öyle ya… Kim gidip de toplantıya çağıracak Muhsin Ertuğrul ustayı…
Sizce Yunus Emre kaç sene önce yaşadıydı?
UNESCO’nun “Yunus Emre” yılı ilân ettiğinde her kurumda bir hareketlilik vardı… İşte o günlerde, sayın Namık Kemal Zeybek’in bakanlığındaki Kültür Bakanlığı’nda da CD’den kitaplara, broşürlere kadar birçok yayın yapılmıştı. Ben de bir ziyaret için o dönem özel kalem müdürlüğü yapan sevgili Hilmi kardeşimin makamındayım. Biz çaylarımızı içerken, içeriye genç bir bayan girdi. Kendisinin bir kamu kurumunda halkla ilişkiler ve basın yayından sorumlu olduğunu ve o kamu kurumu adına yayınlamakta oldukları aylık derginin yeni sayısını tamamen büyük ozan Yunus Emre’ye ayırdıklarını anlattı… Ve bakanlığın yayınladığı malzemelerden istedi, ki dergilerinde kullanabilsinler… Hilmi kardeşim bir görevli çağırdı ve bakanlığın Yunus Emre ile ilgili yayınlarından bir takım yapıp getirmesini söyledi. Görevli çıktı… Yeni çaylar söylendi… Biz kendi aramızda konuşuyorduk, ki kamu kurumunda halkla ilişkiler ve basından sorumlu olarak çalışan ve o kurumun aylık dergisinin de yayınını yönettiğini öğrendiğimiz genç bayan, sohbete takılmak ve Yunus Emre hakkında konuşmak isteğiyle olacak; “Ölümünden yüz yıl felan geçmesine rağmen hâlâ gündemde olması bile Yunus’un büyüklüğünü anlamaya yeter! Di mi ama?” gibi bir giriş yaptı… Bir anda Hilmi kardeşimle göz göze geldik… Ben genç bayana dönüp; “Bayan, 100 yıldan biraz fazla!” dedim… Bunun üzerine aramızda şöyle bir diyalog gelişti: “Yoksa 200 mü?”
“Biraz daha fazla…”
“300!”
“Az daha fazla…”
“400!!!”
“Ondan da fazla…”
“500 mü yoksa?”
“Cık… Az daha fazla…”
“600!!!”
“Az daha çıkın…”
“700!!!”
“Hıh… Tam 700 sene olmuş Yunus aramızdan ayrılalı…”
“Aaaa… İnanmıyorum ya… O zaman Yunus’un büyüklüğü daha da tartışılmaz oluyor, di mi ama?”
Birebir bu cümlelerle olmasa da bu minvalde bir manzaraydı Kültür Bakanlığı çatısı altında yaşadığımız…
Ekrem Bora ve Kemal Tahir’li olanları da var!
Beyoğlu Belediyesi’nde, Nusret Bayraktar’ın başkanlığı döneminde ilk defa Türk sinemasının yıldönümünü kutluyoruz… Türk sinemasının unutulmaz oyuncularından Ekrem Bora, Süleyman Turan v.b. sinema ustaları Nusret başkanın kolunda İstiklâl Caddesi’nde “sinemaya saygı yürüyüşü”ndeler… Derken, yanıma fotoğraf makineli ve elinde küçük bir bloknot olan genç bir bayan yanaştı. Başkanın yanındaki bembeyaz saçlı adamın (?) kim olduğunu sordu… “Tanımıyor musunuz gerçekten?” diye sorabildim ancak… “Evet” olumsuzunu alınca hangi gazeteden olduğunu sordum. “Büyük” sıfatlı gazetelerden birindenmiş bu şirin kızcağız… Ona dedim ki; “Sen o bembeyaz saçlı adamın kim olduğunu boş ver… Fotoğrafını çek seni buraya yollayan şefine götür. Nasıl olsa o tanıyordur! Yok, o da tanımazsa, boş verin gitsin… Tanıyacaksınız da n’olacak ki?”
Ve haber müdürleriyle sınırlı olmayan olaylar zincirine küçük bir halka daha…
Bağlam Yayınları’nın Kemal Tahir’in notlarını yayınlamaya başladığı günler… Basınımızın çok entelektüellerinden bir bölümü de azımsanmayacak bir reklâm girişimiyle, “sol çizgide” yeni bir gazete yayınına başlayacaklar… Söz konusu gazeteden iki üç genç, Bağlam Yayınlarından sevgili Sabit kardeşime geliyorlar ve Kemal Tahir’in notlarını yayınlamaya başladıklarını duyduklarını, bu yayınla ilgili olarak Kemal Tahir’le bir söyleşi yapmak istediklerini söylüyorlar…
Sevgili Sabit kardeşim bütün çelebiliğiyle o gençleri kırmamaya özen gösterip, şaşkınlığını da gizleyerek; “Aman gençler… Kemal Tahir aramızdan ayrılalı 16 sene oldu…” diyor…
Bu olayı anlattığında birçok dostumuz sevgili Sabit’e söylenmiştik; “Kemal Tahir benim!” deyip söyleşiyi yapmadığı için…
Düşünsenize… Vefatından 16 sene sonra Kemal Tahir’le söyleşi yapan acar (!) muhabirler belki ödül bile alırlardı!
Şaka bir yana…
Toplumun bütün kesimlerinde olduğu gibi “öncü” olması gereken medyamızda da en temel gerek olan “bilgi” yıllardır rafa kalktı…
Eeee… Her türlü kadınlık mahremlerini bile yazanların köşe sahibi olduğu bir medya dünyasında da bizim tasalandığımız şeylere bakın!
Ne geri kafalı adamlarız yahu…
Sahi! Can Ataklı’nın dikkatini çektiği haber müdürlerinden kaçı muhabirinden daha bilgili ki?
15.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|