Pek çok konunun tartışması bitiyor da, ‘darbe’ konusundaki tartışmalar bitmek bilmiyor. 27 Mayıs 1960’daki ihtilâlden sonra ortalama her 10 yılda bir tekrarlanan darbeler, son yıllarda şekil değiştirdi. Artık ‘eski, klasik darbe’ler yerine ‘post modern, çağdaş darbe’ler planlanıyor.
Türkiye’nin önünde iki önemli seçim var. Bunların ilki olan cumhurbaşkanlığı seçiminde milletin doğrudan oy kullanma hakkı yok. Seçimi TBMM üyeleri yapacak ve ‘kurallar’ da net olarak ortada. Buna rağmen bir bardak suda fırtına koparılmak isteniyor ki bu da bazılarının, ‘eski alışkanlıklar’ı devam ettirmek istediğini hatırlatıyor.
Milletin söz söyleme hakkı olan asıl seçim, yıl sonuna doğru yapılacak olan ‘genel seçim’lerdir. Siyasî partiler asıl bu seçimlere odaklanması gerekirken, milletten umudunu kesen bazı partiler; gerilimi arttırmak uğruna cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgileniyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi de elbette ilgilenmeye değer. Ancak, bu konuda söz sahibi olan ‘millet’ değil, bir önceki seçimde seçilen ‘milletvekilleri’dir. Ülkemizde tam mânâsıyla hür ve demokrat bir sistem olmadığı için, bilhassa cumhurbaşkanlığı seçimleri hep sıkıntılı olmuştur. Son günlerde medyada yer alan konu ile ilgili ‘dizi yazı’ları (meselâ; Sabah ve Milliyet’in cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili dosyaları) bu durumu ortaya koyuyor. Bundan önceki seçimlerde yaşanan sıkıntılar şimdiki seçimlere de yansıyor.
Nokta dergisinin basılmasıyla neticelenen ve emekli bir komutana ait olduğu iddia edilen ‘darbe günlükleri’ konusu vardı. İddiaya göre Türkiye, bir değil iki ‘darbe’ tehlikesi atlatmıştı. Darbe yapmayı planlayan bazı komutanlar, konuyu kendi aralarında konuşmuş, ancak karşı çıkanlar olduğu için tasarlanan darbe, fiiliyata çıkamamış. Konuyla ilgili ‘günlük’ler gerek internet sitelerinde ve gerekse Nokta dergisinde yer aldı. Neticede bu ve benzeri yayınları sebebiyle Nokta dergisi, baskına uğradı. Basın meslek kuruluşları ve STK’ların, baskın sonrası ortaya koydukları tavır ayrıca takdire değer...
“Darbe günlükleri” genel kurmay başkanının ‘basın toplantısı’na da konu oldu. Buna göre, genel kurmay arşivlerinde ‘darbe günlüğü’yle ilgli hiçbir bilgi ve belge yokmuş. Nedense bu beyan, “Benim memurum işini bilir” döneminde yaşanan bir “rüşvet diyaloğu”nu hatırlattı. Yanlış hatırlamıyorsak; “rüşvet” almakla suçlanan bir üst düzey yönetici, mahkeme esnasında iddia sahiplerine “Belgesini gösterin” diyerek kendisini savunmuştu. Bunun üzerine işini halletmek için “rüşvet veren” taraf biraz da kızgınlıkla ağzını bozmuş ve “Ulan, rüşvetin belgesi mi olur?” demişti.
Geçmişte yaşanan bu tartışma, ‘rüşvet’ literatüründeki yerini aldı. “Darbe günlüğü” tartışmaları esnasında sarfedilen “arşivde hiçbir belge ve bilgiye ulaşamadık, böyle bir belge yok” sözleri de muhtemelen ‘darbe literatürü’ndeki yerini alacak.
“Rüşvet”in belgesini bulmak zor olduğuna göre, “darbe”nin belgesini ‘arşiv’lerde bulmak da kolay olmasa gerek.
Avrupa Birliği yolunda yürüyen Türkiye, klasik ya da modern bütün ‘darbe’ ihtimallerini, tartışmalarını geride bırakmak durumunda. Bu tartışmalar sedece Türkiye’nin önünü kesmeye ve ufkunu karartmaya yarıyor maalesef...
15.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|