‘Şiddeti doğuran şiddet’ diye bir kavram var. Bazen şiddet sarmal halinde birbirini besler. Olaylar birbirini tetikler. Irak’a Amerikan müdahalesi de böyle olmuştur. Geçtiğimiz günlerde el Alem Kanalı’ndaydık. Beyrut stüdyosunda Muhammed Nureddin, Erbil’den de bölge Kürt milletvekillerinden birisi katılmıştı. İsmini hatırlayamadığım milletvekili mutedil konuştu. Yapıcıydı ve askeri müdahale ihtimali konusunda şunları söyledi: “Biz bu hususu Türk yetkililerinin hikmetine bırakıyoruz...”
Türkiye de, askerî seçeneğe veya müdahaleye neden olmama hususunda onların hikmetine güvenebilmeli. Ama reddettiğim bir husus vardı. O da şu: Sürekli olarak Türkiye’nin Irak’ın iç işlerine karıştığından ve müdahale ettiğinden dem vuruyorlar. Ben de programda şunu hatırlattım: Burada büyük bir çelişik var.
Türkiye’nin bir komşu devlet olarak müdahalesinden yakınanlar bugün işgal altında bulunuyorlar ve işgale ve askeri müdahaleye karşı hiç ses çıkarmazken Türkiye’ye efelenmeleri kabul edilemez. Türkiye Irak’ın kuzeyine müdahale ediyorsa bunun nedeni Amerikan müdahalesi ve müdahalenin bölgede oluşturduğu boşluktur. Getirdiği kargaşa ortamı ve bundan da Türkiye’nin etkilenmesidir. Suud Kralı Abdullah’ın da hatırlattığı gibi gayri meşru askeri ve sivil bir müdahale ile bütünleşenler sıra Türkiye’ye gelince dikleniyorlar.
Arapçayı reddedenler İngilizceye sarılıyorlar. Üstüne üstlük Barzani gibiler sürekli çözümün siyasi olduğunu söylüyorlar ki bu aslında PKK’nın hedeflerine yani ayrılıkçılığı azdırmak ve kışkırtmaktır. Muhammed Nureddin’in deyimiyle Türkiye’de 30-40 milyon Kürtün olduğunu söylemek de öyledir. Bu, kimlik üzerinden siyaset yapmak ve azınlık siyaseti izlemektir. Halbuki kültürel kimlik konusunda Türkiye’nin bazı iyileştirmeler daha yapabileceği söylenebilir. Oradaki konuşmamda da değindiğim gibi, aslında Büyükanıt’ın konuşması müdahale sinyalinden ziyade ayağını denk alması için Barzani ve benzerlerine müdahale sinyali üzerinden gönderilen bir mesajdır. Bu mesajla, Kuzey Iraklı Kürtleri itidale davet ediyor ve Türkiye’nin ciddiyetini hatırlatıyor.
***
Burada Türkiye’nin yerden göğe kadar haklı olduğu görünüyor. Bu haklılığın nedenlerinden birisi PKK’nın bu bölgede yuvalanmasıdır. Bu hususta daha önce Türkiye ile işbirliği yapan Barzani ve Talabani şimdi işbirliğine yanaşmıyorlar. Kerkük meselesi ise daha karmaşık. ABD’nin müdahalesi ve işbirlikçilerin işgalden yararlanma siyasetleri bölge açısından kabul edilemez sonuçlar doğurmuştur.
Bunlardan birisi, de Kerkük’ün statüsü meselesidir. Türkiye’yi ve Arapları cezalandırmak ve işbirklikçileri mükâfatlandırmak için Amerikalılar şehrin karakterinin değiştirilmesine ve ardından da referandum yoluyla yeni statünün pekiştirilmesine ve Kürt bölgesine ilhakına müsaadekâr görünüyorlar. Halbuki doğru olan bu husustaki Baker-Hamilton Raporunun gösterdiği çizgidir. Buradan da ortaya çıkıyor ki, ABD’nin müdahalesi müdahalede domino etkisi meydana getirmiştir. Çünkü bölge ve Irak açısından statükoyu zorlamaktadır.
Bu açıdan, Türkiye’nin müdahalesi tabiri her şeyden önce kasıtlı ve yanlış bir tabirdir. Türkiye’nin müdahalesi yok. Kuzey Iraklı Kürtlerin Kerkük’e ve yapısına müdahalesine ve oldu bittisine yönelik olarak bir itirazı var. Dolayısıyla müdaheleci değil müdahaleye karşı. İşgalden hemen sonra Kürtler şehrin demoğrafik dengesine yönelik bir taarruz başlatmışlar ve bunun neticesinde kayıt sicillerini yakmışlar; bunu kazanım olarak pekiştirmek ve Arapların tehciri için de Iraklı bazı bakanlarle rüşvet ilişkisi içine girdikleri tespit edilmiştir. Türkiye’nin kabul etmediği ve etmeyeceği budur.
***
Bu bağlamda, işgal gölgesinde Barzani’nin çirkin beyanatlarına müzaharet eden başkaları da var. Bunlardan birisi de Irak’ın sözde Parlamentosunun Başkanı Mahmud el Meşhadani’dir. Banzani’nin bu Şii müttefiki ‘Irak’a uzanan eller kırılır, kesilir’ diyor. Keşke Amerika’nın Irak’a uzanan ellerini kesselerdi de Türkiye’nin müteselsil müdahalelerine gerek kalmasaydı. Türkiye’nin ellerinin Irak’a uzanmasına gerek kalmasaydı. Kürt Parlamentosu Başkanı Adnan Müfti’nin konuşması da Şii müttefikinden geri kalır gibi değil. Kerküki’nin yaptığı gibi Iraklı Künt yöneticiler karşılarına Türkiye gibi ülkeler çıktığında arkalarını Irak’a ve ABD’ye dayıyorlar ve Irak’ın birlik ve bütünlüğüne sığınıyorlar ve onu referans gösteriyorlar. Tehlike savıldığında da ayrılıkçı söylemlerine ve gündemlerine geri dönüyorlar. Ayrılıkçı ve şuubiye dailiği yapıyorlar. Kerküki, Türkiye’nin müdahalesinin Irak devletine karşı doğrudan savaş açmak olacağını söylüyor. Maalesef müdahale konusunda Kürtler ve Iraklı Şiiler mültiple denilen çoklu standart uyguluyorlar. Amerikan müdahalesi altında Türk müdahalesini telin ediyorlar.
İkincisi, İran’ın daimi ve mükerrer müdahalelerine karşı bu tarzdan karşılıklar vermiyorlar. Sözgelimi, çeşitli temaslarda bulunmak amacıyla ABD’yi ziyaret eden Ali El Dabbagh, Beyaz Saray’da düzenlediği basın toplantısında İran’ın müdahalesinin varlığını kabul ederek şunları söylüyor: ‘’Irak’taki olaylara İranlılardan gelen bir müdahale var, bunu reddedemeyiz. ABD ve İran arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi ve bu ilişkilerin daha iyi duruma getirilmesinin, İranlıların Irak’a yönelik müdahelelerini azaltabileceği kanısındayız...”
Aynı yaklaşımı Türkiye için niçin benimsemiyorlar? Türkiye açısından çözüm, şimdilik kaydıyla müdahale olmasa bile Erbil üzerine diplomatik ve askeri baskıyı artırmaktan geçiyor. Ve Türkiye bunu yayarak ve diğer bölgesel partnerlerle paslaşarak yapmalıdır. Erbil ve Washington şunu unutmamalı: Irak’ta her türlü çözüm Türkiye ve bölge ülkelerinin onay ve tasvibinden geçiyor.
15.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|