“Zulüm devam etmez, küfür devam eder” hakikatındaki derin mânâyı düşünürken, “Zulüm devam etmez” tesbiti zihnime takıldı ve uzun süredir devam etmekte olan zulüm boyutundaki olayların sebebini, niçinini çözmeye çalıştım kendimce.
Madem ‘zulüm devam etmez’di, ehl-i dine yönelik haksızlıklar, hakaretler, kanunsuzluklar hâlen neden şiddetlenerek devam ediyor. 28 Şubat kararlarıyla başlatılan ve on yıldır ara vermeksizin devam etmekte olan keyfîliklerin, kanunsuzlukların hikmeti ve kaderî yönü nedir acaba? Hangi fiilimizle, hangi yanlış tavır ve duruşumuzla kadere fetva verdirmeye sebebiyet verdik ki, dinimize, inancımıza yönelik hücumların ardı arkası kesilmiyor, belâ ve musîbetler üzerimizden eksik olmuyor?
Zihnim bu ve benzeri suallerin cevabını ararken, bir taraftan da zulme maruz kalan mağdur ehl-i dinin, olup bitenler karşısındaki duruş ve tavırlarını düşünmeye başladım.
Epeyce bir zaman diliminde reva görülen onca haksızlıklara, onca keyfîliklere karşı mü’minler olarak ne gibi haklı bir tepkide bulunduk veya ne çeşit bir hak arayışına koyulduk? Kudsî değerlerimize yönelik hakaret ve saldırılara karşı hangi tedbirleri düşündük, ne gibi meşrû müdafaa haklarımızı kullanabildik? Gasb edilen insânî haklarımızı elde etmek için hangi zahmetlere katlandık, ne gibi bir çabanın içinde olduk, hangi tehlikeleri göze alabildik?
Bu noktadaki duruş ve tavrımızı gözden geçirdiğimizde, hiç de iç açıcı bir yerde olmadığımızı, problemlerimizin çözüme kavuşması bakımından lâzım gelen bir duruş ve tavır içinde bulunmaktan uzak bir yerde olduğumuzu göreceğizdir. Söz gelimi, Bediüzzaman’ın “Hakkın hatırı âlîdir, hiçbir hatıra fedâ edilemez” düsturundan hareketle, mü’minler olarak her halükârda, her tehlike karşısında Hakkın hatırını mı esas aldık, yoksa birilerinin halini hatırını mı tercih ettik? Birilerinin hatırı için, bazılarının gözünden düşmemek uğruna doğruları söylemekten, yazmaktan çekinerek olup biten haksızlıklara seyirci mi kaldık; yoksa rıza-i İlâhîyi esas alarak doğru olanı her zeminde haykırmaya devam mı ettik?
Bu meyanda Yüce Allah’ın, “Zulme rıza zulümdür” mesajını veren “Zulmedenlere en küçük bir meyil göstermeyin; yoksa Cehennem ateşi size de dokunur” (Hûd Sûresi, 11:113) beyanını ve Efendimizin (asm) “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır” ikazını düşünelim ve bu noktada yapılan bunca saldırılara ve haksızlıklara ehl-i din olarak nasıl bir tavır ve ne gibi bir duruş içerisinde bulunduğumuzu bir gözden geçirelim diyorum. İlâhî ve Nebevî ikaz ve ihtarlar çerçevesinde gerekli olan yerde miyiz acaba?
Geçmişten bugüne yapılan haksızlıklara, uygulanan kanunsuzluklara karşı, yerinde ve ciddî bir tavır sergilediğimizi söylemek zor. Çoğu zaman olup bitenlerin ucu bize dokunmuyorsa “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığıyla hiçbir mü’minde olmaması gereken “nemelâzımcılık” kolaycılığına girdik. Halbuki Bediüzzaman’ın tesbitiyle, “Nemelâzım, başkası düşünsün” mantığı, “istibdadın yadigârı” idi. İnsanların olup bitenler karşısında böyle bir tavır takınmaları, müstebitlerin türemesine, istibdadın ve zorbalığın devam etmesine sebep oluyordu. Ve milletçe yaşamakta olduğumuz sıkıntıların, maruz kâdığımız dayatmaların önemli bir sebebi de bu lâkaytlığımızdır herhalde.
Bediüzzaman’ın şu ilginç tesbiti de, başa gelen belâ ve musibetlerin nedeniyle ilgili önemli ipuçları veriyor: “Bir millet, cehaletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder.” Bu tesbite göre, başımızdaki idareciler, çok samimi bir şekilde bize hizmet etmek için, her türlü zorbalıktan ve keyfîlikten uzak, kanunlar çerçevesinde millete hizmet için çabalasalar dahi, cehaletten dolayı millet, hakkını, hukukunu koruma becerisini gösteremese, en iyi niyetli ve en hamiyetli idareciler bile bir gün gelir müstebit olmaya meylederler.
Millete hizmeti şiâr edinenler, türlü hak ve hukuka duyarlı olan ehil idareciler dahi bir gün gelip zorbalığa, keyfîliğe girebildiklerine göre, ehl-i himmetle alâkası olmayan, gayr-ı samîmî şimdiki idarecilerimizin yapacakları iş ve icraat, görüldüğü gibi istibdada dayanan gayr-ı kanunî iş ve icraatlar olacaktır.
O halde, “Zulüm devam etmez, küfür devam eder” kaidesinde ifadesini bulan zulmün sona ermesi için, haksızlıkların, dayatmaların son bulması için, millet olarak üzerimize düşenleri âcilen yerine getirmemiz gerekir.
15.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|