|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Ey insanlar ve cinler, Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz?
Rahman Sûresi: 13
|
15.04.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
En hayırlılarınızı imam seçin. Çünkü onlar sizinle Rabbiniz arasında elçidir.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 109
|
15.04.2007
|
|
Namaz, manevî huzura yapılan bir dâvettir
Suâl: “Yukîmûne”1nin fiil sigasıyla zikrinde ne hikmet vardır?
Cevap: Ruha hayat veren namazın o geniş hareketini ve âlem-i İslâma yayılmış olan o intibah-ı ruhânîyi muhataba ihtar edip göstermektir. Ve o güzel vaziyeti ve o muntazam haleti hayale götürüp tasvir etmekle sami’lerin namaza meylini ikaz edip artırmaktır.
Evet, dağınık bir vaziyette bulunan efradı büyük bir sevinçle içtimâa sevk ettiren malum âletin sesi gibi, âlem sahrasında dağılmış insanları cemaate davet eden ezan-ı Muhammedînin (a.s.m.) o tatlı sesiyle, ibadete ve cemaate bir meyil, bir şevk husûle gelir.
Sual: “Yusallûne”2 kelimesine bedel, itnablı “Yukîmûne’s-salâte”3nin zikrinde ne hikmet vardır?
Cevap: Namazda lâzım olan tadil-i erkân, müdavemet, muhafaza gibi “ikame”nin mânâlarını müraat etmeye işarettir.
Arkadaş! Namaz, kul ile Allah arasında yüksek bir nispet ve ulvî bir münasebet ve nezih bir hizmettir ki, her ruhu celb ve cezb etmek namazın şe’nindendir. Namazın erkânı, Fütuhat-ı Mekkiye’nin şerh ettiği gibi, öyle esrarı havidir ki, her vicdanın muhabbetini celb etmek, namazın şe’nindendir. Namaz, Halık-ı Zülcelâl tarafından her yirmi dört saat zarfında tayin edilen vakitlerde manevî huzuruna yapılan bir davettir. Bu davetin şe’nindendir ki, her kalb, kemal-i şevk ve iştiyakla icabet etsin ve mi’racvârî olan o yüksek münacata mazhar olsun.
Namaz, kalblerde azamet-i İlahiyeyi tesbit ve idame ve akılları ona tevcih ettirmekle adalet-i İlahiyenin kanununa itaat ve nizam-ı Rabbaniye imtisal ettirmek için yegâne İlâhî bir vesiledir. Zaten insan, medeni olduğu cihetle, şahsî ve içtimaî hayatını kurtarmak için, o kanun-u İlahiye muhtaçtır. O vesileye müraat etmeyen veya tembellikle namazı terk eden veyahut kıymetini bilmeyen, ne kadar cahil, ne derece hasir, ne kadar zararlı olduğunu bilahare anlar, ama iş işten geçer.
İşârâtü’l-İ’câz, s. 46-47
Dipnotlar:
1- Dos doğru kılarlar. (Bakara Sûresi: 3.)
2- Namaz kılarlar.
3- Namazı dos doğru kılarlar. (Bakara Sûresi: 3.)
Lügatçe:
intibah-ı ruhanî: Ruh uyanıklığı.
sami’: İşiten.
itnab: Uzatma.
tadil-i erkân: Namazın rükûnlarının hakkını vermek.
müdavemet: Devam etme.
ikame: Yerleştirme, oturtma.
müraat: Gözetme, koruma, bakma, hıfzetme.
|
15.04.2007
|
|
“Ben size âhirette kefilim”
- 3 -
Birinci Ağabeyin en büyük özelliği, namazı vaktinde kılar, her ne işi olursa olsun ezan okunduğu vakit onu bırakır, hemen namazı kılmaya başlar ve bizlere de her sohbetinde “Bacılar, ezan mı okundu, ocağın altını kapatın, çamaşır yıkanıyorsa makineyi kapatın, ne olursa olsun hemen namazınızı kılın, gıybet etmeyin, televizyona da bakmayın, ben size ahirette kefilim, eteğimden tutun” derdi.
Birinci Ağabeyle Avrupa’da gitmediğimiz yer kalmadı, onunla çok seyahat ettim. Yollarda mescit olmadığı, konaklama yerlerinde rahat abdest alınamadığı için yolculuğu öyle ayarlardı ki bir vakti kılardık, ‘Öbür vakitte kardeşim sen bizi oraya yetiştireceksin’ derdi ve Allah’ın izni ile de yetişirdik.
Karlı bir kış günü Almanya’nın Mainz şehrindeyiz. Akşam, Mainz Üniversitesindeki Türk gençlere konferansım var. Konferanstan çıkıp Birinci Ağabeyle birlikte Hannover’e gideceğiz. Hedef, sabah namazı orada olmak. Geç vakitte program bitti, ihtiyar halinde, kış günü dışarıda kar var. Arabaya bindik. Mainz’de Halil kardeşe ilk söylediği şuydu: “Bizi sabah namazına yetiştir”.
Son zamanlarında hastahanede komaya girdiği halde bile kendine geldiği zaman ilk sorduğu “Namaz vakti girdi mi?” oluyordu.
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz nasıl ölürseniz öyle de dirilirsiniz.” Onun hayatında en özel yeri, en güzel yeri, her mü’min için mi'rac olan namaz teşkil etti. Ölüm anında da her kelâmı elbette namaz olacaktı.
Birinci Ağabeyi anlatmak kelimelere sığmaz. Ruhun şâd olsun Mehmed Emin Birinci Ağabey diyorum ve bir hatırasına yer vermek istiyorum:
Üstadın uzun yıllar hizmetinde bulunan Emirdağlı Hamza Emek Ağabey vefat ettiği zaman defin işlerinde ağabeyler uğraşırken Birinci Ağabey bir kenarda seyre dalar. Bir ağabey de gelip Birinci Ağabeye der ki: “Ağabey, Hamza Ağabey bu gece kabirde acaba ne yapacak?”
Birinci Ağabey de “Kardeşim, ne yapacak, Üstad onu birazdan gelip alıp götürecek” der.
Soruyu soran ağabey kendi kendine der ki: “Kolay mı öyle hemen gitmek”
O gece bu soruyu soran ağabeyin rüyasına Hamza Emek Ağabey gelir. Ağabey hemen sorar: “Ağabey, bu gece ne yaptın?”
Hamza Emek Ağabey “Kardeşim, ne yapacağım, Üstadım gelip götürdü.”
Zira Üstadımız, demiyor mu “Bu asırda maddiyunluk tâunuyla çoklar o dâvâyı kaybediyor. Hatta bir ehl-i keşif ve tahkik bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesinin kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler.”
Arkasından verdiği müjdede ise, diyor ki: “Ben onları ve onlar gibi binler şakirtleri şahit göstererek derim ve ispat ederim ve ispat etmişim ki, o büyük dâvâyı yüzde doksanına kazandıran yirmi senede yirmi bin adama o dâvânın kazancının vesikası ve senedi ve berati olan iman-ı tahkîkîyi eline veren ve Kur’ân-ı Hakim’in mucize-i maneviyesinden neş’et edip çıkan ve bu zamanın birinci dâvâ vekili bulunan Risale-i Nur’dur.”
Yine bir müjdesinde “Risâle-i Nur’un şehid kahramanı olan merhum Hafız Ali, hapiste Meyve Risâlesini kemal-i aşkla yazarken ve okurken vefat edip kabirde melaike-i suale mahkemedeki gibi meyve hakikatleri ile cevap verdiği misillü, ben ve Risâle-i Nur şakirtleri de o suallere karşı Risâle-i Nurun parlak ve kuvvetli hüccetleriyle, istikbalde hakikaten ve şimdi mânen cevap verip onları tahsine, tebriğe sevk edecekler inşallah.”
Zaten Üstadımız demiyor mu, birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz mazide, birimiz müstakbelde, birimiz dünyada, birimiz ahirette olsak biz birbirimizle beraberiz diye...
Bunu da kabrinde dile getirmedi mi? Kabrine koydukları zaman kendinin hayatta iken yapmış olduğu Yirminci Mektub’un şu kısmını okuyordu Birinci Ağabey:
“Ve yumît. Yani, mevti veren O’dur. Yani; Hayat vazifesinden terhis eder, fani dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten azad eder. Yani; hayat-ı faniden seni hayat-ı bakiye alır.” Bu gerçeği kabirde hakkalyakîn yaşıyor ve bize oradan ders veriyor gibiydi.
O şimdi Eyüp sırtlarında serin serviler altında dostlarıyla ebedî saadet sohbetlerinde. Bir zamanlar Mekke’den Medine’ye gelen Allah’ın Habibine kucak açan Eyyübe’l-Ensarî, şimdi de Bediüzzaman’ın talebelerine kucak açmış; Zübeyirler, Bekir Berkler, Tahiri Mutlular, Mustafa Polatlar, Sadullah Nutkular... Böyle kucağa koşulmaz mı, böyle dostlar sohbetine gidilmez mi?
“Eğer İmam-ı Rabbani Ahmed-i Farukî bugün hayattadır diye bir dâvet vuku bulsa, bütün zahmetlere tehlikelere katlanarak ziyaretine gideceğim. Binâenaleyh İncil’de Ahmed, Tevrat’ta Ahyed, Kur’ân’da Muhammed (asm) ismiyle müsemmâ, iki cihan güneşi kabrin arka tarafında, milyonlarca Farukî Ahmedler ile muhat olarak sakindir. Onları ziyaretlerine gitmek için niye acele etmiyoruz? Bu yolculukta geri kalmak hatadır.”
Bu yolculukta geri kalmayan, ebedî âleme yolcu ettiğimiz Birinci Ağabey! “Hadi yolun açık olsun. Sen git, biz de nasıl olsa bir gün geleceğiz.” Ama ne mutlu sana hizmet bitti, meşakkat bitti, ücret almaya gidiyorsun
- SON-
|
Esra Nuray SEZER
15.04.2007
|
|
Mehmed Emin Birinci Ağabey
1994 yılı ilkbaharında, Çağrışan köyüne Risâle-i Nur sohbeti için bir iki abla ile gitmiştik. Çağrışan’a ara sıra gelirdi Birinci Ağabey. Yine orada idi. Sohbeti o yaptı. Sohbetten sonra bize kitaplar hediye etti. Bana da Hastalar Risâlesini hediye etti. Üzerine “Hizmette devamını dilerim” yazmıştı. Bu sohbet, benim katıldığım ilk Risâle-i Nur sohbeti idi. Birinci Ağabeyi de ilk defa o sohbette gördüm, tanıdım.
Daha sonraları Mehmet Emin Birinci Ağabey, bizim eve de gelmişti. Hava sıcak olduğu için, sohbet terasta yapıldı. Beş yaşında olan oğlum Muhammed, o gece güzel bir rüya görmüştü. Rüyasında bizim eve Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri gelmiş. Oğlum Muhammed, Kur’ân-ı Kerim’i göstererek, “Önce bunu okudu”, sonra da Risâle-i Nurları göstererek “Üstad, bu kitabı da okudu” dedi.
Yine evimizde, öğleden sonra ve akşam Risâle-i Nur sohbetlerinin (kadın ve erkeklerin ayrı ayrı) yapıldığı bir günde, eşim rüyasında Peygamber Efendimizi (asm) görmüştü. O rüyada da Peygamber Efendimiz (asm), evimize gelmiş ve sohbetin yapıldığı odada masada duran Risâle-i Nurları eline alıp, açıp baktığını anlatmıştı.
2003 yılının Mart ayında annem vefat etmişti. İstanbul’daki Cumartesi dersinde annem için hatim cüzleri dağıtılmış. Ben o günlerde bir rüya gördüm. Şöyle: Annemin cenazesine Birinci ve Haşim Ağabeyler de gelmişlerdi. Birinci Ağabey, Haşim Gayberi Ağabeyle odaya bir battaniye göndermiş. Birinci Ağabey, “Bu Üstadın battaniyesi. Bunu tabutun (cenazenin) üstüne örtün” diyordu, Haşim Ağabey de getirdi tabutun üstüne örttü. Rüya böyle bitti. Daha sonra Üsküdar’da Haşim Ağabey ile karşılaşınca, “Yenge, başınız sağolsun, annenize duâ ettik Cumartesi dersinde” demişti. Allah razı olsun Nur Talebelerinden, âmin.
2004 yılında, Birinci Ağabeyin Kumburgaz’daki evini ziyaret etmiştik. Okuma programı vardı. Sohbeti, Birinci Ağabey yapıyordu, kırk kişiden fazla hanım vardı. Namazdan bahsediyordu. Birinci Ağabey bana bakarak: “Bazıları namazlarını TV dizileri bitince kılıyorlar” demişti. Ben o günlerde o yanlışı gerçekten yapıyordum.
Kızım Hatice, Prof. Dr. Bünyamin Duran’ın teklifi ile Arapça pratiğini geliştirmek için Şam’a gidecekti. Hatice’yi, Birinci ve Fırıncı Ağabeyler Kumburgaz’dan beraber uğurlamışlardı. Allah razı olsun.
Hollanda’da İslâm Üniversitesi’nde okuyan kızım Hatice’nin sınıfına, koridor çok uzun olmasına ve kendisinin hasta olmasına rağmen, yanına gidip hal ve hatırını sormuştu. Hatice, sınavlarda Birinci Ağabeyi telefonla arayıp duâ istiyordu. Birinci Ağabey bizim ailenin duâ istediği ender insanlardandı. O bizim ailemizin de duâ hazinesi idi.
2005 yılındaki ziyaretimizde de Hatice yanımızda yoktu. “Hatice nerede?” diye sormuştu rahmetli ağabey. Allah gani gani rahmet eylesin, Birinci Ağabey, kızım Hatice’ye çok duâ etti.
Kumburgaz’daki evinin bahçesi çok güzeldi. Duvarın dibinde bir kayısı ağacı vardı. Ağaçta tek bir tane kayısı kalmış, yakınlarına, “Bunu kimse almasın, onun sahibi gelecek” demiş. Ve o kayısıyı da bana ikram etti. Bizim memlekette çok kayısı ağacımız vardı. Ama bu kayısının tadını hâlâ unutamıyorum.
Birinci Ağabeyin vefat haberini, bir Salı günkü mahallî Risâle-i Nur sohbetinde aldım ve hemen bir hatim dağıttım. Hatim cenazeye yetişti, elhamdülillah.
Vefat haberini duyduğumda çok üzüldüm. Kan bağım olan bir yakınım vefat etse belki bu kadar üzülmezdim. Birinci Ağabey bize duâ eden Üç Mehmet’ten biriydi. Çocuklarımın başarısının arkasında bu güzel insanın manevî desteği vardı. Mekânı Cennet, komşuları Peygamberimiz, sahabeler, Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî ve Nur Talebeleri olsun. Âmin.
|
Durdane AKDEMİR
15.04.2007
|
|
Diriliş mevsimi
Artık kelimelerde bile çiçekler açıyor. Ne de olsa bahar geldi. Yolda yürürken, patlamış mısır gibi beyaz çiçeklerle süslenmiş dalları seyretmekten bir hoş oldu gönlüm. Bu çiçekler yeni bir başlangıcın haberini fısıldıyordu sanki kulaklarımıza. Yani bir dirilişin habercisiydi çiçekler. Ağaç tazeleniyordu. Ölmüş kemikler gibi kuru dallara can geliyor, beli bükük ihtiyarlara benzeyen ağaçlar belini doğrultuyordu. Ve nihayet mevsimlerin en genci, en tazesi geliyordu. Yeryüzünde mahşer kuruluyor, tabiat yeniden diriliyordu.
Baharda gençleşen, tazelenen ve yeni bir başlangıca duran sadece ağaçlar değildi elbette. Ekinler, otlar, çiçekler, böcekler, arılar kelebekler, kısacası bir süre önce ölü olan ve ortalıkta görünmeyen bir çok ceset, sanki İsrafil’in sur’u üflenmiş gibi âniden dirilmiş ve baharın haşir meydanında toplanmaya başlamıştı. Cenâb-ı Hak’kın “Hayy” ismi bütün haşmetiyle tecellî ediyordu.
Aslında “Hayy” ismi sadece baharda değil, her mevsimde, hatta her günde tecellî ediyor. Çünkü her an yeni ölümler olduğu gibi, yeni başlangıçlar ve yeni doğumlar da olmaktadır. Vücudumuzun hücreleri de her an yenilenmektedir. Böylece bizler de hayatta iken defalarca ölüp dirilmekteyiz.
Her gün güneş doğarken aslında dünyada da yeni bir hayat başlamaktadır. Her seher bir haşir, her yeni gün bir mahşerdir. Zaten buna, dikkat nazarıyla bakan bir insan, haşir ve neşri, öldükten sonra dirilmeyi, yeni bir hayatın bizleri beklediğini hemen anlayabilir. Düşünen insan için başka delil aramaya gerek yoktur.
Her bahar mevsiminde her şey hayata yeniden başlıyorsa, bu bize en tesirli bir ibret vesikası olmalı. Hayatın ufak tefek engelleri karşısında bıkkınlığa, yılgınlığa ve ümitsizliğe düşmeden, her şeye yeniden başlamak için bir teşvik olmalı.
Hayat yolunda yürürken çeşitli engellerle karşılaşabiliriz. Önümüze yüksek dağlar, derin uçurumlar çıkabilir. Bazen ağır bir imtihana tabi tutulur, cevabı zor suallerle karşılaşabiliriz. Çeşitli belâ ve musibetler, hata ve günahlar hayatı çekilmez hale getirebilir. Maddî ve manevî sıkıntılara düşer, çaresizlik içinde kıvranabiliriz. Ama çareyi doğru yerde arar ve her şeye büyük bir ümit ve azimle başlarsak, tabiatın yeniden dirildiği gibi yeis ve ümitsizliğin ölü toprağını üzerimizden atar, hayata yeniden başlayabiliriz.
Kuru odunlar, ölmüş çekirdekler, sert taş ve topraklar Allah’tan ümit kesmedikleri için yeniden diriltiliyor ve yeni bir hayata başlatılıyorlarsa, Rabbim, bizlerin yeisten ölen ruhunu da ümitle diriltecek, hayata yeniden başlamamıza imkân verecektir. Yeter ki ümidimizi kesip, kendimizi yeis celladının eline bırakmayalım.
Bahar aynı zamanda bir temizlik ve tazelik mevsimidir. Biz de evlerimizde bahar temizliği yaptığımız gibi, iman hanesi olan kalbimizde ve muhabbet evi olan gönlümüzde bir temizlik yapalım. Zamanın getirdiği kirlilikleri, nefis ve şeytanın bıraktığı gaflet ve ataleti, kötü alışkanlıkların ve çevremizdeki zararlı kişilerin ruhumuzda bıraktığı malayâni duygu, düşünce ve davranışları silip atalım. Ruhumuzu ve kalbimizi Kur’ân’ın nuru ile cilâlayalım. Böylece hayatımızda yeni başlangıç olsun. Hangi yaşta olursak olalım, hayatımıza bir bahar gelsin.
“Hayy” ismi her daim bize hayat versin inşallah.
|
Filiz GENÇ
15.04.2007
|
|
|
|