Hafız İbrahim veya Ahmet Şevki gibilerine göre Osmanlı sonrası Balkanlar bir nev'î yeni Endülüs olmuştur. İslâm indiras etmiş ve sönmüştür. Yunanlılar, milliyetçi dindarlık anlayışıyla veya duygularıyla İslâmiyeti kurutmaya çalışırken sınırlarındaki komünist ülkeler de ideolojileri gereği İslâmiyete karşı hasmane tavır almışlardır.
Balkan Müslümanlarının daüssılası veya özlemi coğrafyadan ziyade tarihe yönelik olmuştur. Altın çağlarını tarihte bulmuşlar ve yaşamıştır. Bir zamanlar çoğunluk iken ve idare kendisinden iken azınlığa düşmüştür. İslâmiyet kabuğuna çekilmiş, indiras ve inhisar etmiştir. Yani geri çekilmiştir. İşte bu dönemde Yahudiler gibi Müslümanlar da şizofrenik bir şekilde tarihe gömülmüşler ve tarihte yaşamaya başlamışlardır. Öyle bir şizofreni ki tarihte yaşayanlar günlerinden, günlerinde yaşayanlar ise tarihten kopmuşlardır. Birisi tarihinden, diğeri geleceğinden kopmuştur. Dolayısıyla Balkan Müslümanları geçmişle gelecek arasında bir melankolik veya şizofrenik aşamaya veya devreye mahkûm olmuşlardır.
Yahya Kemal Beyatlı’nın öngördüğü gibi Balkan Müslümanlarına hamle ruhunu, yeniden ayağa kalkma ruhunu kazandıran tarih şuuru olmuştur. Tarihten tam kopan, kendi kimliğinden de kopmuştur. İbrahim Rugova ve İsmail Kadare bunlardan bazılarıdır. Geçmişlerinden koptuklarından dolayı bu isimler mazilerine hasım ve düşman kesilmişlerdir. Bir şizofreniyi başka bir şizofreni ile aşmaya çalışmışlardır. Bu şizofreniyi aşmak değil, daha derin bir şizofreniye yakalanmaktır.
Bu yeis ve teslimiyet nesline mukabil, bu inhitat devrinde bir Akif’ler kuşağı doğmuştur. Akif yeni nesillerin bir umut şûlesi olmuştur. Makedonya’da Akif’ten etkilenen Abdulfettah Rauf gibiler kayıp nesillerin şairi ve Akif’i olmuşlardır. Mısır’da Ahmet Şevki, Pakistan’da Muhammed İkbal bu kayıp çağın en çok bilinen Akif’leri arasındadır. Bu şairler tarihten aldıkları derinlikle yeni nesillere yeni bir hamle ruhu kazandırmışlardır.
***
Bulgaristan’ın Akif’i ise İskender yaşında Hakka yürüyen Mehmet Fikri’dir. Kendisi Bulgaristan Türklerinin Mehmet Akif’i olarak anılagelmektedir (Mehmet Fikri /Şiir ve Hikâyeler, neşreden Mehmet Uzunoğlu, Bursa 2003, s: 38). Risâle-i Nurların ‘mühim bir âlim’i olan Ali Ulvi Kurucu da Akif’in hamiyet ve idealizminden etkilenerek Gümüş Tül ve Alevler adlı eseriyle onun yolunu tutmuştur. Bulgaristanlı Mehmet Fikri için ise Mehmet Akif İslâmın büyük şairidir. Akif’i büyük yapan san'attan çok katıksız bir hakikat aşığı olmasıdır. O da Yunus gibi der ‘Sözlerimiz doğru olsun da varsın odun gibi olsun..’ Aslında Akif’inki karanlığa karşı bir çığlık ve haykırıştır. Kimbilir nice kayıp zamanlarda orada burada serpilmiş kayıp Akif’ler kuşağımız var.
***
Kurban Bayramında (2006/2007) Sudan’a gittiğimde gıyabında tanıdığım ve bir türlü görüşmek nasip olmayan Fatih Ali Haseneyn ile biraraya geldik. O bana Bulgaristan Türk ve Müslümanlarıyla ilgilenmemi tavsiye etti. Buna bir nev'î vasiyet de diyebiliriz. Böylelikle Mehmet Fikri’lerin de gayretlerini yad ve ruhlarını şad etmiş oluruz.
Fatih Ali Haseneyn Mihnetü’l Müslimine fi Yugoslavya kitabında olduğu gibi hiç üşenmemiş kalkmış bir de Bulgar Müslümanlarıyla alâkalı bir kitap kaleme almış. Ona bu yönde Ahmet Davudoğlu’nun da hatıraları olduğunu yine Osman Keskioğlu’nun da çalışmaları olduğunu söyledim. Osman Keskioğlu, Bekir Sadak gibi Balkanlar’ın yetiştirdiği son ulema kuşağındandı. İkisi de yerel medreselerden mezun olmuşlardı. Osman Keskioğlu daha ehl-i tahkik bir zattı. Ahmet Davudoğlu merhum da büyük bir âlim olmasına rağmen bağlılık merkezi hakikattan ziyade meşrebine ve anlayışına idi. Taklit yönü ağır basıyordu. Bu açıdan asrına uygun hizmet metodunu da tam olarak yakalayamamıştı.
Aslında gelenekçilerin de yenilikçilerin de kendilerine göre doğruları ve hataları var. Kategorik olarak birini göğe çıkartmak, diğerini yere indirmek doğru olmaz. Yenilikçilerin de kendilerine göre çok yanlışları var gelenekçilerin de. Bu açıdan da yine selef yolu eslem, halef yolu a’lemdir denebilir.
19.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|