O, Avrupa Yakası’nın İfo’su, Türk tiyatrosunun Hümeyra’sı. Onu son olarak, “Babam ve Oğlum”da babaanne rolünde izlemiştik. Bir dönemler, romantik şarkıları seslendirmiş Hümeyra. Ama artık, “Belediyeye haber vermeden şarkı söylemem” diyor.
Birçok karganın bülbül diye sunulduğu bir ortamda, gerçek san'atçıya yakışan bir tavırla. Hümeyra o melânkolik takıldığı günlerde, Atilla İlhan’ın, “Ben sana mecburum” şiirini okumuş.
Okumasına okumuş da, sansür denen zat çıkmış karşısına. “Ne zaman bir yaşamak düşünsem/ Bu kurtlar sofrasında hayli zor” mısraına takmışlar. Aynen Necip Fazıl’ın, “Çatık kaş hükümet dedikleri zat” cinsinden.
TRT’nin sansürcüleri karşılarında Hümeyra gibi çıtı pıtı bir kızı bulunca, “Sen aklı başında bir gıza benziyorsun. Sen hiç gurdu sofrada yimek yerken gördün mü?” diye izah etmişler, sansürün sebebini. Yasakladılar ya, o günden bu yana artık “kurtlar sofrada yemek yerken” görülmüyor!
* * *
Peki ne oluyor? Ankara’da yine bildik şeyler oluyor. Önemli bir konuyu yine iç kriz haline getiriyoruz. Olan bu. Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, “büyük oyun” koydu işin adını. Ve yakında oyunun perdelerini açacağını duyurdu.
Peki, Büyükanıt Paşa böyle bir sonuca nasıl vardı? Bilmediğimiz istihbarat bilgileri, üst düzey kurmay analizleri ve görüşmeler yaptığı Amerikalılardan edindiği izlenimler mi? Gerçekten öyleyse, korkmamız lâzım. Büyükanıt, son zamanlarda düzenlenen bir konferansa işâret ediyor. Yaşar Kemal’in öncülüğünde gerçekleştirilen “Barışı Arama Konferansları…”
Ama orada sadece PKK’nın hoşuna gidecek sözler sarf edilmemişti. Barışı arama adına PKK’nın terörü bir mücadele yöntemi olarak kullanmaktan vazgeçmesi de istenmişti. Hem de konferansın sonunda yayınlanan bildiri ile. Yani öyle utangaç bir şekilde değil, güçlü ifadelerle.
Büyükanıt’ın “büyük oyun” diye ortaya koyduğu fotoğrafta, PKK’nın bir terör örgütü olmaktan çıkıp, sivil ve siyasî bir yapılanmaya dönüştürülmesi önerisi yatıyor. Bu konuda yapılan bir teklif ya da müzakere edilen bir formül yok. Ama güçlü talepler var. Sivil çözümden yana olan Türk ve Kürt aydınları tarafından. Ayrıca MİT Müsteşarı Emre Taner’in, diyaloğa açık sivil çözüm önerisi ile eski MİT’çi Cevat Öneş’in ortaya koydukları fikirler de bu kapsamda değerlendirilebilir. Yoksa hükümetten bu konuda bir söz söylenmiş, bir adım atılmış değil. Başbakan bir süredir Kürt sözünü ağzına bile almıyor. Seçim yaklaşınca, “o albayrağın rengine kurban olan bir milliyetçi” kesildi.
Peki bu oyunu oynayanlar kim, aktörleri, figüranları kimler? Türkiye bu konuda hep zikzak çizdi. Kırmızı çizgiler ilân edip, sonra onları yok sayması gibi. Dünyanın tanımadığı, Saddam’ın imha etmek üzere olduğu Talabani ve Barzani’ye kırmızı pasaport vermemiz, Çekiç Güç’ü barındırmamız gibi. O gün bizim pasaportumuzu taşıyanlardan biri Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, diğeri Kuzey Irak Kürt Özerk Yönetimini Başkanı Barzani.
Bir dönem Saddam’ı karşımıza alma pahasına Ankara’da ağırladığımız Talabani’nin ziyaretine ise şimdi izin vermiyoruz. Mesut Barzani ile diyaloğu ise vatana ihanet olarak sayıyoruz. Peki bu mu akıllı politika? İşbirliklerinin bizim için en faydalı olacağı bir dönemde, bu iki lidere cephe almak hangi tutarlı politika ile izah edilebilir. Bunlardan yararlanmayı niye düşünmüyoruz?
Dikkat ediyor musunuz sorun, Ortadoğu ve Kürt konusu olunca hemen nasıl bir iç sorun haline dönüşüyor? Çünkü Kürt sorunu, din konusu ve Ortadoğu oldu mu, kendi karın ağrılarımız var. İngilizler Ortadoğu’yu Osmanlı’dan 200 yıllık bir çalışma sonucunda kopardılar. Fransızlar bağımsızlıklarını verdikleri halde Afrika’nın kaderini ellerinde tutmaya çalışıyorlar. Biz ise attığımız ilk adımda, konuyu iç krizimiz haline dönüştürmeyi başarıyoruz.
Başbakan Erdoğan’ın, Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt hükümeti ile ilişkileri geliştirecek adımlar atılabileceğini ifade eden sözlerinden sonra, Büyükanıt’ın, “Irak’taki liderlerle kim görüşürse görüşsün, ben görüşmem” şeklindeki çıkışı işte tam böyle bir şey. Devlet sadece askerden ibaret değil ki? O zaman diplomasiye, ekonomik ilişkilere, uluslar arası ittifaklara gerek yok.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, “Askerin konuşacağı konular vardır. Askerin konuşacağı yer vardır. Hiç kimse silâhıyla konuşmak istemez. O noktaya gelmemek için siyasetçinin yapacağı işler vardır” sözü tam bu anlamda yapılmış bir uyarı.
ABD’nin Vietnam’daki işgal sürerken, dünyanın başka yerlerinde de pazarlıkların devam ettiğini daha sonra öğrendik. ABD, “Saddam’ın elinde kitle imha silâhları var” yalanını uydurmak için o belgeleri kimden sağladı? Tabiî ki büyük çapta İran’dan. Türkiye, kendi içindeki terör sorununu bitirmeden büyük bir güç olabilir mi?
PKK bu ülkeye 12 Eylül’ün hediyesidir. Ama artık gelinen noktada Kürt sorunu 30 bin cana mal olan bir terör olayı olmaktan çıkmış durumda. Bugün Ortadoğu mozayiğini parçalayacak en büyük kart; Kürt sorunu.
Buna göre askerî, sivil, diplomatik, uluslar arası, ekonomik, bölgesel, kitlesel çözümler üretmek zorundayız. Çok boyutlu sorunun çözümü de çok seçenekli olacak...
19.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|