Yedi yıllık görev süresinin bitmesine günler kala veda mesajını Harp Akademileri Komutanlığında konuşarak vermeyi tercih eden Sezer’in bu konuşmasında da yeni ve farklı bir unsur yoktu. Daha evvel defalarca dile getirdiği hususları orada bir kez daha tekrarlamış oldu.
Bu sebeple mi bilmiyoruz, medyada da pek fazla yankı bulmayan konuşmada öne çıkarılan mesaj, “siyasal rejim”in cumhuriyetin başından bu yana benzeri görülmemiş bir tehlikeyle karşı karşıya olduğu yönündeki iddia ve söylemdi.
Hatırlanacağı gibi, aynı değerlendirme daha önce de Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt tarafından “cumhuriyet” için dile getirilmişti.
Sezer “Siyasal rejim tehdit altında” diyor.
Hükümet cenahı ise bu iddiaya karşı çıkıyor ve halkın bu kanaatte olmadığını ifade ediyor.
Sonuçta, devletin tepe noktalarında bu konuda da bir mutabakat olmadığı ortaya çıkıyor.
Ve bu tablo, “Tehlike var” görüşünde olanlar arasında bir “terminoloji” birliğinin dahi sağlanamadığını ortaya koyuyor. Gerçekten, tehlikede olan ne: Cumhuriyet mi, siyasal rejim mi?
“Siyasal rejim tehlikede” diyen Sezer, bu rejimden neyi kast ettiğini “Atatürk ilke ve devrimleri ile Atatürk ulusçuluğuna bağlı, aydınlanmacı ve çağdaş rejim” sözleriyle izah ediyor.
Peki, tehlike iddiasının delili ne?
Laiklik ve Atatürkçülük başta olmak üzere cumhuriyetin ilke ve değerlerinin tartışılması...
İyi de, tartışma niye tehlike oluştursun? Tam tersine, eğer bu ilke ve değerlerin doğruluğundan ve sağlamlığından emin iseniz, tartışılmasından memnuniyet duymanız gerekmez mi? Tartışmadan çıkacak sonuçların, sizin tezinizi daha güçlü bir şekilde tasdik ve teyid edeceğinden şüpheniz mi var?
Aksi halde, yani tartışmayı tehlike saymak, söz konusu ilke ve değerlerin zorla ve dayatma ile ayakta tutulmaya çalışıldığı gibi bir kanaate yol açar ki, bu durum savunduğunuz tez açısından dahi çok daha tehlikeli sonuçlar getirir.
Çünkü demokrasi ve onunla birlikte gelen hür tartışma ortamı geliştikçe, dayatmaların ve korudukları fikirlerin “gücü” ve etkisi zayıflar.
Yoksa asıl korkulan durum bu mu?
Eğer bu ise, ne yapılırsa yapılsın, sonuç değişmeyecek. Çünkü dünyanın da, Türkiye’nin de gidişatı demokrasi ve özgürlükler yönünde.
Ülkemiz bu açıdan sancılı bir geçiş dönemini yaşıyor. Demokrasinin gelişmesi, Sezer’in tanımladığı anlamdaki rejimin payanda ve dayanaklarını sessizce birer birer ortadan kaldırırken, o rejimi ayakta tutan statüko elindeki imkân ve kozları demokrasi ve özgürlüklere karşı kullanmak için canhıraş bir çabayla çırpınıyor.
Sivil toplumdan yükselen demokrasi ve özgürlük taleplerinin arttığı bir ortamda, askerî darbe dönemlerinde bile görülmeyen bir uygulama ile Nokta dergisinin askerî savcılık talimatıyla polis baskınına uğraması, çalışanlarının duvara dizilip terörist muamelesine maruz bırakılması, bilgisayarlarına el konulup yayınlarına müdahale edilmesi; yıllardır hizmet veren bir Kur’ân kursunun polis desteğinde yıkılması ve hak arayan başörtülülerin coplanması, bu çırpınışın çok hazin ve ibretli tezahürleri değilse ne?
Peki, bunların demokrasi ve demokratikleşme için oluşturduğu tehlikeden niye söz edilmiyor?
18.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|