Cenâb-ı Hakkın insan mahiyetine koyduğu yüzlerce duygudan biri de merhamet hissidir. Bu his, insana verilen duyguların en güzellerinden biridir. Merhamet olmasaydı, insanın yırtıcı canavarlardan farkı kalmazdı.
Sosyal hayatın âhengini, âsâyiş ve huzurun temel taşlarını teşkil eden unsurların başında hürmet ve merhamet duyguları gelir. Emniyet, itaat ve helâl-haramı bilip haramdan çekinmek diğer esaslardır. Bu esasları temin eden en temel kaynak ise, tahkikî imana dayalı sağlam bir inanç ve itikattır. İmanı zayıf veya yoksun bir toplumda emniyet ve huzur ortadan kalkar, anarşi ve kargaşa hâkim olur.
Merhamet duygusunun gerçek anlamda bir kalpte bulunmasını sağlayan, din hakikatidir. Dini dışlayan her türlü terbiye ve eğitim sistemleri, merhametten yoksun fert ve toplumların oluşmasına sebebiyet verir.
“Bizim büyüklerimize hürmet, küçüklerimize merhamet etmeyen bizden değildir”, “Yerdekilere merhamet et ki, gök ehli de sana merhamet etsin” gibi yüzlerce hadis-i şerifle merhamet hakikatine dikkat çeken Kâinatın Efendisi (asm), dinin temel unsurlarından birisine vurgu yapıyor.
İnsanın merhamet etmesi gereken varlıklar içinde en başta geleni, yine insanın kendisidir. Emir ve yasaklar dâiresinin dışında yaşayan, hem dünyasını hem de âhiretini berbat eden insanlar, kendilerine merhamet etmiyor demektir. Çünkü, iman ve ibâdetten uzak bir hayat mânevî bir cehennem azabı içinde olduğu gibi, âhirette ise gerçek Cehenneme yuvarlanmaktan kurtulamaz. Bu açıdan bakıldığında merhamet eden kişi, en evvel kendisini iman ve itaat dâiresine atmalı, sonra en yakınlarından başlayarak çevresine iman ve İslâm hakikatlerini tebliğ ederek ateşten kurtarmaya çalışmalıdır.
İnsana verilen merhamet hissi, İlâhî merhametin bir cilvesidir. Elbette Allah’ın rahmetinden fazla merhamet etmemek ve Allah Resûlünün (asm) şefkatinden ileri geçmemek gerektir. Aksi takdirde o merhamet, merhamet değildir. Dengesini kaybetmiş ve ölçüyü kaçırmış çarpık bir histir. Kâfirlerin ve münâfıkların Cehennemde ebedî kalmalarını ve yanmalarını merhametine sığıştıramamak ve zorlama yorumlar yapmak, Kur’ân’ın ve bütün semâvî dinlerin önemli bir kısmını inkâr anlamına gelir. Aynı zamanda büyük bir merhametsizlik ve zulmetme durumu da vardır. Çünkü, Üstadın verdiği misâlde olduğu gibi: “Masum hayvanları parçalayan canavarlara himayetkârâne şefkat etmek, o bîçare hayvanlara şedit bir gadr ve vahşî bir vicdansızlıktır.” Bu yüzden milyonlarca Müslüman’ın ebedî hayatlarını mahveden ve günahlara sokan ve bunu sistemli bir tarzda yapan adamlara taraftar olmak, merhamet ederek azaptan ve Cehennemden kurtulmalarına duâ etmek; elbette o mazlûm ehli imana çok çirkin bir merhametsizlik ve vicdansızcasına bir zulümdür. Zirâ, inkâr, dalâlet ve münâfıklık, kâinata büyük bir hakaret ve umum varlıklara büyük bir zulümdür ve rahmetin kalkmasına ve âfetlerin gelmesine bir vesiledir. Bu îtibarla, kâfirlerin ve münâfıkların azap çekmesine acıyıp merhamet eden insanlar, şefkate lâyık hadsiz masumlara acımıyor ve merhamet etmiyorlar demektir.
Bir topluluğa dahil olanın, o topluluğun nizamını ve düzenini bozmaması esaslı bir kaidedir. O nizamın daha da kuvvetlenmesine ve kökleşmesine çalışmak bir vecibedir. Aksine hareket edenlerin olumsuz durumlara düşmesine acımak ve kurtulmasına gayret etmek de bir vazifedir. Çünkü, Üstadın ifâdesiyle, “Asıl hüner, kardeşini fenâ gördüğü zaman onu terk etmek değil, muhabbetle kurtarmaya çalışmaktır.” Ancak, her şeye rağmen hatâda ısrar ediliyorsa, o safhadan sonra gösterilecek merhamet de merhamet değildir. Zirâ, o takdirde diğer fertlere merhamet edilmiyor demektir.
Evet, her şeyde ölçü önemli olduğu gibi, duygularımızda da ölçülü olmak ve dengeyi muhafaza etmek vazgeçilmez hayat prensibimiz olmalıdır.
18.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|