Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 19 Nisan 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Başbakanın Çankaya ile imtihanı

Fark ettiniz mi? Yaklaşık 5 yıldır devam eden hükümetin geneldeki başarı görüntüsü sanki gizli bir elin AKP iktidarının devam etmesini ısrarla ister gibidir. Meselâ, AKP’nin büyük bir ekseriyeti alarak iktidara gelmesiyle, ekonomik olarak 2002 yılı sonlarında dünyada başlayan paradan para kazanan sıcak paranın gelişmekte olan ülkelere kaymaya başlaması, önceleri canlanan AB faktörüyle yabancı sermayenin borsaya ve mevcut Türk şirketlerine fazlasıyla talip olması, bu esnada ordu cenahında genelde devam eden müspet demokratik tavır hükümet için ilginç ve üst üste gelen müspet gelişmelerdi. Herşey, ama herşey bu geminin yürümesine destek olacak yöndeydi.

Buna mukabil sayın başbakanın konuşmalarında yaptığı bunca gaflara, ucuz ve cazip ithalatla ortaya çıkan yüksek cari açığa, YÖK, başörtüsü, meslek okulları katsayısı gibi çözülemeyen hatta daha da karmaşık hale getirilen sorunlara, yaklaşan iki kritik seçime rağmen her şeyin yolunda gittiği manzarası AKP’yi iktidara getiren o gizli elin işi gibi…”Gizli el” deyince toplum mühendisliği yapan dış ya da iç “maddî” bir eli kast etmiyoruz. Bütün bunların arkasında asıl iş gören, büyük imtihan(lar)ın şartlarını hazırlayan kaderin elinden bahsediyoruz.

Asıl anlatmak istediğim doğrudan Türkiyede’ki ekonominin durumu değil. Zaten bu iktidar döneminde ortaya atılan yolsuzluk, menfaat sağlama, eş/dost/akraba kayırma gibi ciddi iddialar bile “Bunlar çoğunlukla dinine bağlı, dürüst ve iyi insanlar; yapmazlar, yaptırmazlar” şeklinde karşılık buluyor zihinlerde çoğu zaman. Bu da işin bir başka yanlış tarafı, ama bu sebeple de iktidar fazla sallantı geçirmiyor, yoluna devam edebiliyor. Gerçi bu kadar güçlü olan tek parti yönetiminde bu tür menfilikleri sıfırlamak ya da üst kademelerin hepsi “iyi niyetli” kabul edilse bile ülkedeki her “yanlıştan” haberdar olup müdahale etmesi mümkün değil. Her şeyin başı olan “insan” unsuru tam mânâsıyla ıslah edilmeden hangi iktidar gelirse gelsin, başta ahlâkî hususlar olmak üzere ülkenin tamamen düzlüğe çıkması söz konusu olmaz. Mevcut “muhafazakâr” iktidarla beraber sokaklarda artan suç oranları bunun önemli bir delilini teşkil ediyor. Yöneticiler mükemmel dahi olsa sadece tepeden bu meselelerin çözülmesi elbette kolay değil.

Açık söylemek gerekirse ben ve yakın çevremdekilerin çoğu bu kadar zaman içerisinde iktidardaki genel tablonun en azından “zahiren” bu kadar olumlu devam edeceğini tahmin etmemiştik. Kendilerinin demokratlık ve muhafazakârlık söylemlerine rağmen bazı çevrelerin “Siz AKP olarak şu zihniyette insanlarsınız, asıl niyetiniz başka...” suçlamaları hiç eksik olmasa da meseleyi bugüne kadar kazasız belasız taşımaları çok enteresan.

Piyalepaşa Kur’ân Kursunun yıkılması, zinanın suç olmaktan çıkarılması, nevzuhur milliyetçilik söylemleri, vb. gibi pek çok denge icraatları dahi AKP’ye karşı olan çevreleri inandıramadıysa da iktidar ayakta kaldı ve bunlara göğüs gererek bence mucizevi bir şekilde bu noktaya kadar geldi…

“Tek başına iş başına” gelen bu uzun iktidar döneminde yöneticiler ve muhtelif devlet kadrosunda görev yapanların az ya da çok dine yakın kişiler olduğunu söylemek pek yanlış olmasa gerek. Bunu ne iktidar, ne de muhalefet inkâr etmiyor. Zaten AKP’nin temel felsefesi de bunun üzerine bina edilmişti. Tabiî ki iş, aş ve sair niyetlerle dine yakın görünüp de AKP gibi bir kitle partisinden nemalanmak ve bunu suiistimal edenlerde bu iktidarda çeşitli vazifeler almış olabilirler. Bu işin belki de tabiî bir neticesi olan bu durum teşkilât içinde zaman zaman ortaya çıktı. Bunlardan bazıları parti teşkilatınca aleni veya sessiz sedasız uzaklaştırıldı. Belki bir çoğu da perde arkasında iktidardan menfaatlenmeye devam ediyorlar. Bunun oranını şu an için bilmek elbette mümkün değil.

İşte bu noktada, “Peki AKP her şeye rağmen neden ve nasıl bu kadar uzun süre iktidarda kaldı, belki de bir dönem daha kalacak?” düşüncesi insanın aklına geliyor. Bunun cevabını bulmak için sebeplerin ötesinde biraz daha dışarıdan bu gelişmelere bakıp işin kader ve imtihan cihetini dikkate almak gerekiyor.

İşin bence en önemli tarafı bu iktidar döneminin ilk bakışta ortada gözüken yaptıkları/ettiklerinden ziyade arkasındaki “hikmet-i İlâhî” ciheti. Asıl buraya getirmek istiyorum konuyu yazımın başından beri.

Görünür esbap bir tarafa, iktidar partisine, hükümete ve idareye yakın olanlar işte bu “uzun zaman” dilimi içinde çok ciddi ilâhî imtihanlardan geçirildiler ve halen de geçiriliyorlar. Elbette hepimiz her an imtihandayız, özellikle dindarlar derecesine göre pek çok tecrübelerden geçiriliyor, ama bunların içinde bulundukları “partinin yapısı” itibarıyla imtihanları biraz daha farklı gibi geliyor bana. Bilmem sizler de katılıyor musunuz?

Asıl mesele AKP ekibinin siyasî kisvesinin arkasında varsa “kötü niyetlilerin”—ki bu kadar büyük partide olmaması mümkün gözükmüyor—böylesi bir imtihan döneminde uhrevî bakımdan kaybetmiş olmaları… Zira gizli ya da aleni olarak üzerinde din unsuru/iması taşımayan herhangi bir parti bünyesinde yapılan “yanlışlar”la AKP gibi bir partinin içinde yapılan yanlışlar bir tutulamaz. Çünkü burada ister istemez meselenin istismar tarafı ağır basıyor. Dine zarar verme ihtimali öne çıkıyor.

Biz şahsi hareketlerimizde bile, “aman iş yerimizde, toplum içinde dikkatli olalım, bizim hatalarımız dindar kimliğimiz dolayısıyla dine mâl olmasın” diye kılı kırk yararken ülke idaresinde AKP gibi bir partinin içinde yarın veya öbür gün ortaya çıkması muhtemel ciddi “günahlar” telâfi edilmez tahribata yol açacaktır. Bunun etkileri hem bu ülkede, hem İslâm âleminde hem de bütün dünyada görülecektir kanaatimce… Hatta, şimdiye kadar yapılanlardan bile sırf dinî açıdan menfi netice verenler varsa bu siyasî hareketin nefis muhasebesi yapması zamanı gelmiş de geçmiştir bile. (Geçende basında bir kişinin “Bu iktidar zamanında oruç tutmayı da bıraktım” gibi bir ifadesini okuduk, inşaallah doğru değildir.)

Bu ve bunun gibi iktidarla birlikte doğan/doğacak tehlikeli sonuçlar öyle ekonomi gibi sıradan konularda yapılacak yanlışlara benzemeyecek, dünyevî/uhrevî bedeli ağır olacaktır. Yani şahsî olarak veya iktidar bünyesinde yapılan/yapılacak özellikle “dine taalluk eden” hatalar sahiplerini en azından dar-ı ahirette perişan edecek neticelere sebep olacaktır. Eğer gerçekten inanıyorlarsa bu böyledir. Bir bünyede yanlış da olsa siyasetle dine hizmet niyeti taşıyanlar, eğer doğrudan dinen men edilmiş işlere bulaşmadıysalar belki bir nebze kurtulabilirler, ama bütün ikazlara rağmen “Çankaya yolu şeriata kapalı” ve benzeri afişlere sebep olan iktidar partisi önde gelenlerinin böylesi büyük mesuliyetten kurtulmaları mümkün olmayacaktır.

Demem o ki, şu sıralar sayın Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkıp çıkmayacağı için açılan papatya falları bir tarafa, o koltuğa oturmasıyla başlayacak kendisinin çok daha büyük imtihanı bu işin en zorlu ve dehşetli tarafı olacaktır. Gaybı ancak Allah bilse de bütün tartışmalara bakmadan şahsî hissiyatım odur ki sayın Erdoğan o müthiş imtihana da tabi olacak, yani kader-i ilâhî onu Çankaya’ya da oturtacak ve başbakanken yapamadığı, acizlik içinde kaldığı başta başörtüsü ve benzeri malum meselelerin altında ezilip ezilmeyeceği herkesçe görülebilecektir. Ne yalan söyleyeyim benim de kalbi arzum bu istikamettedir. Aksi takdirde, oraya gelsem hallerdim, gibi bir bahanesi her zaman hazır olacak, kendisine bir çıkış yolu bulacaktır.

O zaman karşılaşacağı ”Al işte, artık en tepedesin, bakalım hâlâ istikrar bozulmasın diye mi hareket edeceksin yoksa—her ne içinse—oraya gelmek istemenin gereğini mi yapacaksın?” imtihanı var ya, sayın Erdoğan için belki de hayatının imtihanı olacaktır. Elbette başka “derin engeller” bu makamda da karşısına çıkıp çözmesi beklenen konularda müdahil olabilecek, ama belki de bu engeller dahi bir diğer imtihan vesilesi olacak, bir başka cihetten aczini tam mânâsıyla his etmesini sağlayacaktır.

Çünkü dünyadaki imtihan(lar) hem şiddetli ve çetindir, hem de sorularını baştan bilmek maalesef pek mümkün olmuyor…

Hakan GÜRSOY

19.04.2007


Miting neyi gösterdi?

Cumhurbaşkanlığı seçiminin arifesinde olduğumuz şu günlerde, AKP hükümetine ve Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasına karşı çıkan sol kesim laiklik vurgusunun ardına sığınarak, İslâm karşıtı söylemlerini gittikçe sertleştiriyor. Geçtiğimiz Cumartesi Ankara’da gerçekleştirilen “Cumhuriyet” mitingi bunun bariz bir göstergesiydi.

ADD öncülüğünde organize edilen mitingle ilgili bir çok haber gazetelerde, televizyonlarda ve hatta radyolarda yer aldı. Bu yüzden, mitingi haber bakış açısıyla anlatmaktan çok, mitingin alt metnini okumak gerekir.

Cumhuriyet’e sahip çıkmak…

Cumhuriyet gazetesinin bir süredir yürüttüğü reklam kampanyasını biliyorsunuzdur. Siyah bir zemin üzerine yazılan yeşil renkli “Tehlikenin farkında mısınız?” yazısı, Arapça gibi sağdan sola doğru okutuluyordu. Yani tehlike-düşman olarak İslâmiyet gösteriliyordu ve cumhuriyet İslâm karşıtlığıyla özdeş hale getirilerek, sahip çıkılması gereken bir konumda sunuluyordu. Mitingin ana sloganları ise, “Farkındayız” ve “Cumhuriyete sahip çık.” Mitingin sloganlarıyla, Cumhuriyet gazetesinin sloganlarının aynı olması aslında hiç de şaşırtıcı değil.

Mitinge katılanlar, cumhuriyete sahip çıkmış oluyor bu sloganlara göre. Ya geriye kalan on milyonlar? Burada asıl tehlikeli olan nokta, cumhuriyetin ayrıştırıcı bir unsur olarak malzeme yapılması ve belli bir kesimin tekelindeymiş gibi gösterilmesi.

Düşman kim, neresi işgal ediliyor?

Mitingde, sıkça kullanılan “düşman” ifadesi türkücü Tolga Çandar’ın seslendirdiği Çanakkale Türküsü’nde dikkatleri çekti ilk olarak… Türküyü hepiniz bilirsiniz… Çanakkale içinde aynalı çarşı/Ana ben gidiyom düşmana karşı… Kurtuluş mücadelemizde en zorlu cephe olan Çanakkale’de ne sayı, ne de silah üstünlüğü vardı. Zafer, ordumuzun iman gücü sayesinde kazanılmıştı. Çanakkale türküsünü söyleyenler bu imanı temsil edenlerdi ve düşman da işgalcilerdi. İroniye bakın ki, mitingde Çanakkale zaferini sağlayan iman, “düşman” ilân ediliyor. Üstelik, Çanakkale Türküsü ile…

28 Şubat sonrası sokaklara dökülmek yerine demokratik tepkisini sandık başında gösteren dindar kesim, AKP’yi iktidara getirdi. Mitingci kesim ise, demokratik seçimlerle iktidara gelen bir hükümeti işgalci, onu seçen halkı da düşman ilân ederek demokrasiden çoktan vazgeçtiğini açıkça gösteriyor.

Nerde inanç özgürlüğü?…

Mevcut hükümeti ve Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını istemediklerini ifade etmek için yapılan mitingde, konuşmalar ve sloganlar nedense hep din karşıtıydı. Her konuşmacı İslâm dinini hedef alan ve dolayısıyla dindar halkın değerlerine saldırı niteliği taşıyan sözler sarf etmekten kaçınmadı. Genel olarak, Orta çağ karanlığına dönmek istemediklerini, şeriat istemediklerini, ümmet olmayacaklarını dile getiren mitingcilerin, İslâm dinini hiç anlamadıkları-anlamak için çaba harcamadıkları anlaşılıyordu. Hedef olarak İslâmı seçen bu kesim, dindar halka “yeşil yılanlar” şeklinde hakaret etmekten çekinmediler.

Halkın sesi bu mudur?

Mitingi destekleyen medyaya göre, mitinge toplumun her kesiminden insan katılmıştı. Miting, herhangi bir siyasî parti desteğiyle yapılmıyordu sözde. Oysa, Emekli Orgeneral Şener Eruygur’un başkanı olduğu Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından organize edilen mitinge CHP, DSP, İşçi Partisi ve medya cephesinden KanalTürk televizyonu destek veriyordu. Katılımcıların bu partileri destekleyen sol kesim olduğu aşikârdı. Halkın bir kesimini oluşturan katılımcılar sanki halkın genelini oluşturuyormuş, söylemler sanki halkın genel düşüncesiymiş gibi sunularak kamuoyu yanıltılmaya çalışıldı. Böylelikle, “İşte halk bu ; halk böyle düşünüyor; o halde, bu düşünceleri temsil etmeyen bir kimse köşke çıkamaz” mesajı veriliyordu.

Tabiî, katılımcıların ne kadarının samimi olarak geldiği, ne kadarının fişlenme korkusuyla geldiği ise başka bir tartışma konusu…

Miting neyi gösterdi?

Nokta dergisinin ortaya çıkarttığı darbe planlarına her kesimden yükselen tepkiler ve Büyükanıt’ın ılımlı konuşması sonrası en büyük dayanakları yıkılan mitingciler söylemlerini laiklik üzerine yoğunlaştırdı. Aynı repliklerin tekrarlanmasından öteye gidemeyen miting, hükümet üzerinde de amaçlanan baskıyı oluşturamadı.

Sonuç olarak, mitingin son derece faydalı olduğunu düşünüyorum. Zira miting, laikçi kesimin demokrasi anlayışından ne derece uzak; halktan ve değerlerinden ne kadar kopuk olduğunu gösterdi. Bu zihniyet yapısı bu kadar açık bir dille, sokaklara dökülerek, sahneler kurarak, siyasetçisinden, tiyatrocusuna, müzisyeninden televizyoncusuna haykırarak başka türlü ifade edilemezdi herhalde. Halk bunların gerçek yüzlerini başka türlü anlayamazdı. Bu yüzden miting çok faydalı oldu.

Ayşe ÇAĞLAYAN

19.04.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004