Cumartesi günü (14 Nisan 2007) Ankara’da düzenlenen miting, farklı değerlendirmelere sebep oldu. En başta ‘mitinge katılanların sayısı’ konusunda ihtilâf var. Bir kısmı 50 bin derken, bazıları bu rakamı 1 milyon olarak telâffuz ediyor. Bir üniversite rektörü 2.5 milyon kişinin mitinge katıldığını ileri sürerken, bir köşe yazısında da (Yılmaz Özdil, Sabah, 15 Nisan 2007) “2 milyon” rakamını gördüm.
En başta şunu söyleyelim: Bir mitingin ‘kalitesi’ sadece katılan kişilerin sayısıyla ölçülemez. Önemli olan katılanların yüreklerinin topluca vurması ve aynı maksat için bir araya gelmiş olmasıdır. Bunun yanında, 14 Nisan’daki mitinge ortamala 300 bin kişi katılmış olsa, bu rakam düzenleyiciler açısından tatmin edici sayılabilir.
Ancak mitinge katılanların yüreklerinin aynı maksat için atmadığını şu tesbitten de anlamak mümkün: “Bunlar seçimde oya dönüşüp tek istikamete yönelecek olsalar eminim ki önemli bir sinerji yaratırlar.” (Rauf Tamer, Posta, 15 Nisan 2007)
İşte mesele burada. Rauf Tamer, ‘endişesi’nde haklı. Çünkü ‘büyük bir başarı/ gövde gösterisi’ gibi sunulan miting, sandığa yansımıyor, yansımaz. Niçin? Çünkü oraya gelenlerin çoğu Ankara dışından gelmiş.
Aslında rakam konusundaki ihtilâfı, mitingi düzenleyenlerin açıklamaları ortadan kaldırabilir. Organizatörler, hangi şehirlerden, hangi üniversitelerden kaç kişiyi, kaç otobüsü Ankara’ya taşıdıklarını açıklasalar, mitinge katılanların sayısı yaklaşık olarak ortaya çıkar. Bu ‘bilgi’yi vermedikleri için rakamlardaki ihtilâf sürüyor ve sürecek.
Miting sonrası yapılan değerlendirmelerde hemen her şey dile getirildiği için söylenecek fazla bir söz de yok aslında. Meselâ, mitingi düzenleyen ADD’nin Başkanı Şener Eruygur’un; kürsüye çıkıp ‘göğsünü gere gere’ konuş(a)maması dikkat çekici değil mi? Hazır 1 milyon kişi toplamışken, hakkındaki iddiaları cevaplandırması gerekmez miydi? CHP liderinin de mitinge katılmakla birlikte ‘mesafeli’ durması da gözden kaçmadı. Bütün bunlara rağmen, mitingde kavga-gürültü çıkmamış olması hayra alâmettir. Geçmiş yıllardaki bazı ‘cenaze yürüyüşleri’ni hatırlayınca, milletin dinine, inancına fazlaca dil uzatılmamış olması da bir kazançtır. ‘Önde gelen’ tv kanallarının mitingi canlı yayınlamaktan kaçınmaları da üzerinde durulması gereken ayrı bir husus.
Milliyet yazarı Hasan Cemal’in mitingle ilgili değerlendirmesi de önemli. Bir yandan yazısını yazarken, öte yandan göz ucuyla televizyonu izlediğini anlatan Cemal, 1970’leri hatırlamış. O tarihlerde kendilerinin de ‘devrim’ istediğini ve bunun ancak ‘askerî darbe’yle olabileceğini düşündüklerini hatırlatan Cemal, ‘hata’ yaptıklarını anladıklarında da çok geç olduğunu ifade etmiş.
“14 Nisan gösterisinde aşırı milliyetçi, yer yer faşizan bir dil, bir hava ağır basıyor” diyen Cemal şöyle yazmış: “Böyle bir dilin, estirilen böyle bir havanın barış, huzur ve istikrar açısından bu ülkeye herhangi bir hayrı dokunacağını sanmıyorum.” (Milliyet, 15 Nisan 2007)
Peki; ülkeye hayrı olmayan bir mitinge, değil 1 milyon 11 milyon kişi katılmış olsa ne faydası var? Bilhassa siyaset yapanlar unutmasın: Millet mesajını miting alanlarında değil, sandıkta verir.
16.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|