Şarku’l Avsat gazetesinde yazan ve zaman zaman da İran’a hak veren yaklaşımlar sergileyen Ahmed Reb’i ‘Ahmedinejad’ın tehlikeli oyunu’ başlıklı yazısında onu yaramazlık yapan bir çocuğa benzetiyor, ama onun tanımına göre bu yaramaz çocuk tehlikeli bir oyun oynuyor. Buna paralel olarak Hasan Celal Güzel de ‘Barzani neden kaşınıyor?’ başlıklı bir makale yazmış. Makalesinde Ahmed Reb’i’nin Nejad için söylediklerini bir şekilde Barzani’ye uygulamış. Ve bu hususta şöyle bir tasvirde bulunuyor: “Hani şımarık çocuklar vardır; dayılarının paçası arasına sığınıp karşısındakine nanik yaparlar ya... Kuzey Irak’taki ‘Cahş’ın çemkirmesini öğrenince aklıma bu tablo geldi...” Başkalarının da aklına başka tablolar geliyor. Sözgelimi, bir başkası da yaramaz çocuğu teyzesine şikâyet etmenin bir yarar getirmeyeceğini söylüyor. Burada benzetilen teyze ise Condoleezza Rice.
Ağır bir ifade kullanmakla birlikte burada Hasan Celal Güzel Barzani’yi tarif ediyor. Aslında Nejad ve Barzani’nin bu dürtüsünü besleyen temel neden; birisinde millî ütopya diğerinde de mezhebî ütopyadır. Ütopyanın en önemli özellikleri arasında tarihi tahrif etmesi vardır. Tarihi ve günü indirgemeci ve kestirmeci bir mantıkla okur. Eskiden bunu Marksistler yaparlardı. Onların bu devrime inanmışlığına veya saflığına devrim çocuksuluğu derlerdi. Bu çocuksuluk dünyaya çok pahalıya maloldu. Fransa’da yazılan ve yıllar önce piyasaya verilen komünizmin kara kitabına göre bu çocuksu ideoloji dünyada 100 milyondan fazla insanın mahvına sebep olmuştur. Arkan da çocuksu bir katildi, ama Bosna’da yüzbinlerin imha olmasında rol oynamıştır. Rafsancani ve Hatemi birkaç defa Nejad için ‘pazarağzıyla’ konuştuğunu söylemişlerdir. Keza Barzani de ütopik bir milliyetçilik anlayışı üzerinden Türkiye ile pazar ağzıyla konuşmaktadır. Esasen Şiî tarih anlayışı indirgemecilik ve kestirmecilik yani ütopya üzerine kaimdir.
***
Öncelikli olarak ütopyayı tarif etmek gerekir. Adetullah kanunlarını aşan bir anlayışa ve idealizme ütopya diyoruz. Bu anlamda her alanda fıtrıliği değil de mühendisliği esas alan deccalizm cereyanı da ideolojik bir ütopya çeşididir. Şiîlerde mehdi inancı Battal Gazi ve benzerleriyle bütünleştirilerek mukayese edildiğinde bir ütopyadır. Bu, mehdilik meselesini inkâr değildir. Sünnilerle Şiîler arasında şahsiyetinin hakikatı noktasında bir ihtilâf elbette ki yoktur. İhtilâf, derin ihtilâf sıfatı ve mahiyeti hakkındadır. Sünnilerin anlayışı beşerî standartlar dahilindedir. Oysa ki Şiîlerin tanımı gaybubetinden ve gaybubet şeklinden de anlaşılacağı gibi bir nevî beşer üstüdür. Bu beşer üstü tanım nedeniyle birçokları hayallerini süslediği için bu ütopik anlayışın cazibesine kapılabiliyorlar. Ve zamanla bu ütopya kutsandığından dolayı da rahatlıkla tabu haline gelebiliyor. Bu itibarla, ütopya indirgemecilik üzerine müessestir. Ancak beşerî sıfatları aştığından dolayı bu tür anlayışlar sünnetullah ve adetullah ile çatışırlar. Şah-ı Geylânî gibilerin de ifade ettiği gibi dünyamız darü’l hikmettir ve burada bütün işler esbab dairesinde yani dolaylı olarak cereyan eder. Doğrudan cereyan etme ise daru’l kudret olan öteki dünyanın mahallidir. Dolayısıyla Şiîlerin inandığı mânâda bir Mehdi bu dünyanın değil, öteki dünyanın yani daru’l kudretin adamıdır. Bu ütopik zemin batinî anlayışın zeminini de oluşturur. Hariciler ütopik bir anlayış üzerinden daha sonra üzerinde ütopyalar kurulan Hazreti Ali’ye karşı çıkmışlardı. Ütopik tasavvurları yüzünden esbab üzerinden hareket eden ve tahkimi kabul eden Hazret-i Ali’yi reddetmişlerdi. Halbuki tam tersine Şiîler aynı ütopik anlayışla onu kabul ettiler. Haricilerin engel olarak gördükleri esbabı da tevil ettiler ve böylece tarih dışı bir Hazreti Ali figürü ve anlayışı geliştirdiler.
***
Şiîler aynen Battal Gazi örneğinde olduğu gibi ütopik bir anlayış üzerinden Hazreti Ali’yi bir masal kahramanı haline getirmişler ve esbabtan soyutlayarak onu indirgemişlerdir. Batinî zemin üzerinde Hazreti Ali gerçeğine yabancılaşmış ve hakkında skala biçiminde inanç manzumeleri oluşmuştur. Hem onu bir yerde beşer üstü mütalâa ediyorlar, hem de güç karşısında geri çekildiğini tasavvur ediyorlar. Mehdi telâkkisi de aynen böyledir.
Sünniler ise ona baştan beri beşerî bir sıfat atfettiklerinden dolayı saygı temelinde bir tutarsızlıkları veya tevil ihtiyaçları olmamıştır. Ütopya meselesinde Şiîler ile Hariciler birbirinin halefi ve selefidir. Zaten hariciler tarihteki ilk Şiîlerdir. Ama süreçte Hazreti Ali’den kopmuş hatta karşısında yerlerini almışlardır. Nedeni de, ifratın tefriti doğurmasıdır. Bediüzzaman’ın ‘Hakikî Ziyaeddin’ tasvirinde olduğu gibi onun gerçeğini değil, hayalini ve makamını sevmişlerdir. Tasavvurlarındakini göremeyince de kopmuşlardır. Şiîler ise görmediklerini hayal etmişlerdir.
Ütopyada itidal, denge ve vasatiyet aranmaz. Aksine onun tabiatı aşırılık iktiza eder. Aşırı sevgi ile nefret kutuplarında gidip gelir. Her şeyin aşırı noktası makbuldür. Şiîler ütopyalarını Ehl-i Beyt üzerine inşa etmişlerdir. Onların ikiz kardeşleri veya selefleri sayılabilecek Haricilerin modern izleyicileri olan El Kaide zümresi ise ütopyalarını bir yerde Sahabiler üzerine kurmuşlardır. Onlar için tarih yaşayan bir süreç değil kalıplaşmış bir süreçtir. İkisinin silâhı da aşırılık ve iksa dedikleri dışlamadır. Dini literatürde bunun anlamı tekfirdir. Şiîler Sünnilerden kendilerini tanıma ve meşruiyet beklerken teşeyyü hakkıyla birlikte aslında meşruiyet bekledikleri Sünnileri meşrû addetmiyorlar. Aslında meşruiyet ararken meşruiyet vermiyorlar. Sözgelimi Rafsancani ile Karadavi arasında El Cezire’de cereyan eden konuşmada üç unsur vardı. Rafsancani, Sahabelere sövmenin yasaklanmasını kabul etmiyor. Takiyye ve Şiîleştirmeyi de meşrû olarak görüyor.
16.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|