Söylenecek her şey söylendi. Milletvekili konuştu, mitingler yapıldı, yüz binler meydanları doldurdu. Şimdi artık karar zamanı.
Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili süreç bugün başlıyor. 26 Nisan günü başvurular bitip, seçim süreci başlayacak.
Cumhurbaşkanlığı sürecinin sütliman bir şekilde yaşanacağını kimse beklemiyordu. Başbakan Erdoğan’ın adaylığına yönelik itirazlar vardı.
Kendi partisinden de, hatta yakın çalışma arkadaşlarından, danışmanlarından da aday olmasına karşı çıkanlar vardı ve hâlâ da var.
Buradaki sorun o değil. Erdoğan aday olabilir. Anayasa açısından hiçbir sorun yok. Arkasında yeterince milletvekili desteği ve millî irade var.
Cevdet Sunay’ın, Cemal Gürsel’in arkasında millî irade mi vardı.
İsmet Paşa’yı CHP grubu seçmişti. CHP Genel Başkanı ve cumhurbaşkanıydı.
Sorun, cumhurbaşkanını Meclis mi seçecek, yoksa demokrasi dışı güçler mi dikte ettirecekti?
Sözde demokrasi mi, yoksa özde demokrasi mi?
Sözde irade mi,yoksa özde millî irade miydi?
Asıl kavga buydu.
Ancak bütün kışkırtmalara karşın, askeri kaşıma çabalarına, kurulan cuntalara rağmen Türkiye bu tuzağa düşmedi.
Cumhurbaşkanlığına aday olan Ali Fuat Başgil, başbakanlığa çağrılıp, Orgeneral Fahri Özdilek ve Sıtkı Ulay tarafından ölümle tehdit edilip, kazılan boş mezar gösterilmek suretiyle adaylıktan çekilmesi sağlanmadı mı?
Elbette ki ne bugün 27 Mayıs şartları var ne de Türkiye’de başına silâh dayanıp Cumhurbaşkanlığını engelleme çabaları.
AB’ye tam üyelik tarihi almış, demokrasi liginin birinci sınıf ülkelerinden biri olma çabası içindeki Türkiye’ye de bu yakışmazdı elbette ki?
** *
Jandarma Komutanı olduğu sırada darbe hazırladığı, eski bir kuvvet komutanı tarafından ifşa edilen Şener Eruygur da bu tabloya yakışmadı.
Cumhuriyet mitinginden söz ediyorum.
Günlerdir merak konusuydu. Dünya ajansları bu mitinge odaklanmıştı. Yapıldı. Yüz binler katıldı. Ancak demokratik bir olgunluk içinde cereyan etti. Baştan sonuna kadar izledim. Bir bölümünü onlarla birlikte yürüdüm.
Sivil bir tepkiydi. Askeri alkışlayan ancak askeri göreve çağırmaktan imtina eden bir yanı vardı.
Daha 2 yıl önce o meydanda askeri göreve çağıran pankartın açıldığı unutulmamalı.
Belli ki askeri göreve çağıranlara karşı oluşan tepki etkili olmuştu.
Belli ki askere sırtını dayamadan tepki konulacağı da öğrenilmişti.
Belli ki artık Türkiye bu olgunluğa erişmişti.
İşte aranan bu.
Kimse kimsenin eylem yapmasına, demokratik yönden tepki göstermesine karşı değil.
Ancak “sözde değil özde demokratik” olduğu sürece.
***
Aynı şeyleri Nokta Dergisine yapılan baskın için söyleyemeyeceğim.
Nokta Dergisi’nde, “Darbe Günlükleri” yayınlandıktan sonra, Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı inceleme başlatmıştı.
O akşam Alper Görmüş’le konuştuk.
Bir savcının kendilerini telefonla arayıp, savcılığa dâvet ettiğini söyledi.
Alper Görmüş’te tam olarak anlamamıştı.
Darbe hazırlığı ifşa olan Şener Eruygur ve Aytaç Yalman hakkındaki inceleme başlatılmış, yoksa kendileri için miydi?
Darbe hazırlayan mı, yoksa darbeyi haber yapan mı yargılanıyordu.
Maalesef gördük ki, darbe hazırlayan değil, onu ortaya çıkaran baskına uğradı.
Hem de Nokta çalışanlarının bir odaya tıkılıp, telefonla konuşmalarına dahi izin verilmemesi, bilgisayarlarının masalarından sökülüp götürülmesi gibi.
Bir terör yuvası gibi bir derginin basılması, gazetecilere terörist muamelesi yapılması kabul edilemez.
Darbeciyi ödüllendirip, darbeyi ortaya çıkaranı cezalandırarak bir yere gidemeyiz.
ABD’de olsa Nokta’ya Pulitzer Ödülü verirlerdi, biz de ise terörist muamelesi yapılıyor.
Hani bir gazetecinin köşesinin altında “Ne zaman adam oluruz” diye ukalaca bir soru var ya.
Cevabını vereyim; darbeyi yazanı değil, darbe hazırlığı yapanı cezalandırdığımız zaman…
16.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|