Manşetlerden inmeyen “Bu gidiş nereye?” türünden nidaların arttığı bir dönemden geçiyoruz. Araştırmalar, tesbitler ve somut verilere dayanan gerçekler bize hep şunu ihtar ediyor: Gençler mânevî boşluk yaşıyor. Hırsızlık, kapkaççılık, yankesicilik, adam öldürme gibi suçlar artık günlük hayatın sıradan parçası hâline gelmiş gibi.
Böylesi bir tabloyu, doğrusu ben herhangi bir araştırmaya dayandırmak istemiyorum artık. Çünkü sokağa adımınızı atar atmaz, sosyal hayattaki bu kaosun bir veya birkaç yansımasını görmeniz mümkündür. Hâl böyleyken, bize düşen nedir? Çocuklarımıza, gençlerimize nasıl bir model sunalım ki, hayatlarının zembereğine yerleştirip istikamet üzere bir kişilik sergileyebilsinler?
Yaklaşık üç haftadır Kutlu Doğum Haftasına değinmemin sebebi işte budur. Nihaî örnek modelimizin kim olduğunu çocuklarımıza, gençlerimize, hatta ve hatta yediden yetmişe bütün insanlığa haykırmak, anlatmak ve anlaşılmasını sağlamaya çalışarak, hayata yansıtmak… Sormak lâzım: Çocuklarına iki cihan güneşi ve kurtuluşumuzun rehberi Peygamber Efendimizi lâyıkıyla kaç aile anlatabiliyor? Kaç anne ve baba Hz. Peygamber’in doğumunun ne anlama geldiğini uygun bir dil ve üslûpla anlatabiliyor? Vaktiyle internette dolaşan, “Peygamber Bize Gelse…” adlı metnin diliyle sorsak, acaba Peygamber evimize teşrif etse, onun gösterdiği doğrultuda bir yaşantı örneği verebilecek miyiz? Sahi, ne ifrat, ne de tefrite kaçarak, “Hz. Peygamber’in doğması ne demek? Doğumundan önce ve sonra gelişen olaylar nelerdir? Dünyaya teşrif ettiğinde meydana gelen olaylar nelerdir? Hayatı boyunca neler yaptı? Ona uyanların hayatlarını nasıl değiştirdi? İçinde bulunduğumuz asırda nasıl davranalım ki, onun tavsiye ettiği doğrultuda salih kullardan olalım?” gibi sorulara cevap verebilecek bir nesil yetiştirebiliyor muyuz?
Kutlu Doğum Haftası ile ilgili etkinliklerin çok olması elbette güzel. Bunun yanında, katılımın fazlalığı da güzel. Ancak bir grup gence sorduğum, “Bugün sizce ne oldu?” gibi bir sorunun cevabını alamamam, bana şu soruyu sordurttu: Önemli olan salonu doldurmak mı, yoksa ahlâkıyla ahlâklanmak mı? Elbette ikinci şıkkı tercih etmek aklın gereğidir. Ayrıca denebilir ki, sorun sadece birkaç gençle ilgilidir. Ama eminim ki, Peygamberinin doğumundan ve mahiyetinden bihaber kişi o kadar çok ki… İşte bu yüzden kalplerin sevgilisi Hz. Muhammed’e kalbimizde ne derece bir yer açtığımızı sorgulamakta yarar var. Ancak şu farkla ki; sevmek, “seni seviyorum” diye geçiştirilecek ucuz, kuru ve bir o kadar da davranıştan yoksun basit bir olgu değildir. Sevmek, sevdiğimizi belirttiğimiz kişinin duygu ve düşüncelerinden taşan hâl ve hareketlerini hayatımıza yansıtmaktır. Yoksa sadece ağlamakla yetinmek suretiyle Resulullah’a gösterdiğimiz yahut göstereceğimiz sevgi, tembellik ve gafletten doğan âcizliğin bir simgesi olmaktan öteye geçmeyecektir.
Hz. Meryem filminde beni ürperten, çoğu zaman da gözyaşlarına boğan sahnelerden iki sahne vardır. Bunlardan ilki, Hz. İsa’nın (Mesih) doğacağı anı sabırsızlıkla bekleyenlerin içine düştüğü durumdur. Evin önünde toplanan ahali içinden bir çocuk, “Dede, kim doğacak?” diye sorunca, “Mesih yavrum. O gelecek ve dertlerimiz bitecek” diye cevap verir gözyaşları içinde. Ama beklendiği gibi olmaz. İmtihan gereği Hz. Meryem doğar. Sonrası izleyenlerin malûmu. Çeşitli olaylar sonunda, Hz. Meryem’in kucağında duran Hz. İsa konuşunca, “Mesih!” haykırışları arasında önünde diz çökenlerin ağlayışları da sevinç gözyaşlarımı akıtan sahnelerden…
Bu sahneleri izledikten sonra hep o zaman ve mekândaymış gibi hayaller kurdum. Bu, öyle bir duygu ki, anbean karşılaştığı mutlak hakikat karşısında nasıl nutku tutuluyorsa insanın, ben de aynı şekilde konuşamaz oluyorum. Zira dört büyük peygamberden biriyle şereflenmenin hazzı ancak yaşanır ve tam olarak anlatıl(a)maz. Hâl böyleyken, kendime sorduğum da oluyor: “Peki Hz. Muhammed’in (asm) doğum hadisesi ile ilgili nasıl bir duygu ve düşünceye kapılabilir insan?” Hayalimin ufukları Mekke semalarında gezinirken, Hz. Âdem’den beri aktarıla aktarıla süregelen nurun Nisan ayının 20’sinde tecelli ettiği ve şereflendirdiği zaman ve mekânda nura gark ettiği dünyaya haykıran bir rahmet hâlesi görüyorum: Ümmetî, ümmetî…
İşte Kutlu Doğumda bu nur dalga dalga anlatılmalı, bu nurun içinde parladığı dâvâ anlaşılmalı, en önemlisi yaşanmalı…
21.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|