Genelkurmay Başkanının tam da Sezer’in Harp Akademilerindeki veda konuşmasından ve ADD’nin 14 Nisan mitinginden önce, “Özel bir anlamı yok” açıklamasıyla başladığı basın toplantısında kullandığı dil için “Dikkatli, özenli ve mutedildi” yorumu öne çıktı.
Nitekim üslûptaki bu itidalin, bazı mesajların keskinliğini hayli dengelediği dahi söylenebilir.
Aslında Büyükanıt gibi, daha Genelkurmay Başkanlığına gelmeden aylar önce “Sert bir komutan, Özkök’ten çok farklı” nitelemelerine konu olan ve göreve başladıktan sonra verdiği ilk mesajlarda bu yorumlara hak verdirecek söylemler ortaya koyan bir ismin, üstelik Çankaya sürecinin en kritik ve sıcak günlerinde böyle mutedil bir profil sergilemesi dikkat çekiciydi.
Bu açıdan bakıldığında 14 Nisan mitingi için de farklı değerlendirmeler yapmak mümkün.
Özellikle atılan sloganlar bakımından.
Gerçi bu sloganlar içinde de medenî ölçülere, saygı ve nezaket kriterlerine uymayan son derece rahatsız edici ifadeler göze çarpıyordu.
Ama söz gelişi, geçmişteki benzer mitinglerde çokça kullanılan fevkalâde yanlış ve incitici bir sloganı 14 Nisan mitinginde hiç duymadık. O gün Tandoğan meydanında ve Anıtkabir’de “Kahrolsun şeriat” sloganı hiç seslendirilmedi.
Oysa meselâ Uğur Mumcu’nun cenazesinde veya 28 Şubat sürecinde düzenlenen mitinglerde en çok kullanılan slogan buydu.
Anlaşılan o ki, şeriat denilince haklı olarak dini anlayan dindar kitlelerin bu slogandan rencide oldukları fark edildi ve bu hatayı bir daha tekrarlamama noktasında ortak bir karar verildi.
Elbette ki bu, laikliği savunurken dinî hassasiyetleri incitmeme ve dindarların duygularına saygılı olma bilincinin gelişmekte olduğunu gösteren önemli bir işaret.
Bu duyarlılığın özellikle laiklik savunucusu kesimlerde gelişmesi çok önemli. Çünkü şimdiye kadar dindar kitleleri inciten itham ve söylemler hep o cenahtan sâdır oldu. Dindarlar ise bunları sabırla sineye çektiler ve “ağzı var, dili yok” deyişine uygun bir sükûtla geçiştirdiler.
“Laik cenah”ta nihayet, karşısındakileri de anlamaya yönelik bir “empati” hissinin gelişmeye, samimî bir özeleştiri ihtiyacının hissedilmeye ve bunun fiiliyatta da sonuçlarını göstermeye başladığını düşündüren işaretler belirdi.
Demek ki artık o kesimlerde de insaf, vicdan ve medeniyet ölçüleri galebe çalıyor; keskinlik ve sivrilikler törpüleniyor, böylece mâkul bir uzlaşma zemininde buluşmanın ortamı oluşuyor.
Din adına konuşan kesimlerde de, son derece marjinal kalsalar dahi, radikal ve keskin tavır ve söylemlerle ortaya çıkan azınlık gruplar vardı. Ama bu radikalliği besleyen kaynak, mağduriyet psikolojisiydi. Ve işin enteresan tarafı, mâkul çoğunluk da mağdur konumunda olmasına rağmen bu radikalliklere hiç itibar etmedi.
Laik cenahın durumu çok farklı. Çünkü bu kesim başından beri elinde bulundurduğu iktidar gücünü, dindar kitleleri sindirmek, onların hak ve özgürlüklerini kısıtlamak için kullandı. Kıyasıya savunduğu laikliği laikçiliğe dönüştürüp hukuk ve demokrasiyi hiçe sayarak dayattı.
Görünen o ki, artık bu anlayış o cenahta da terk ediliyor. Son provokasyonların bir amacı da bu olumlu süreci sabote etmek olabilir mi?
21.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|