İstanbul'a geldikten sonra 1908 yılı başlarında Üstad Bediüzzaman'ın başına neler geldiğini, yazının dünkü bölümünde nâşir Ahmed Râmiz'in ifadelerinden aktardık.
Saltanat makamına (Sultan Abdülhamid'e) bir dilekçe ile müracaatta bulunan Said Nursî, özellikle Şark vilâyetlerinde uygulanmak üzere gerekli maarif projeleri (mektep ve medrese) için ciddî taleplerde bulunur. Ayrıca, memleketin genel durumu hakkında da bazı teklif ve tavsiyeleri olur.
Onun bu teklif ve talepleri ise, başına çok ciddî işler açar: Padişahtan gelen ihsan ve maaşı kabul etmemesi, her suâle cevap veriyor olması ve yönetimi kızdıracak hürriyetçi bir tavır sergilemesi yüzünden, Yıldız Askerî Mahkemesinde yargılanır.
Önce tımarhaneye, ardından hapishaneye sevk edilir.
Ancak, her iki "mektep"ten de beraat ederek kurtulur. Fakat, yine de takip ve tarassut altında tutularak rahatlık yüzü verilmez.
Bu dönemde başına gelenler ve gördüğü bed muameleler hakkında, Üstad Bediüzzaman'ın Ahmed Râmiz'i aynen teyit ve tasdik eden birçok ifadesine rastlamaktayız.
İşte, kayıtlara geçen o ifadelerden bir kaçı: "Evvel (1908'den evvel) Şark'ta fenalığın sebebi, Şark'ın uzvu hastalanmış zannediyordum. Vaktâ ki, hasta olan İstanbul’u gördüm, nabzını tuttum, teşrih ettim (açıp baktım). Anladım ki, kalbindeki hastalıktır, her tarafa sirayet eder. Tedâvisine çalıştım; bir divânelikle taltif edildim." (Divân–ı Harb–i Örfî, s. 87)
Divânelikle suçlanan Said Nursî, gönderilmiş olduğu Üsküdar Toptaşı Bimarhanesinde karşısına geçen doktorlara derdini anlatırken şunları söyler: "Dedim: Ey Tabîb Efendi! Sen dinle ben söyleyeceğim... Cinnetime (deliliğime) bir delîl daha senin eline vereceğim: Suâl olunmadan cevâb... Antika bir dîvânenin sözünü dinlemeyi arzû ederseniz. Muâyenemi muhâkeme sûretinde istiyorum. Senin vicdânın da hakem olsun. Tabîbe ders-i tıb vermek fuzûlîlik; ammâ, teşhîs-i illete yardım edecek noktalar hastanın vazîfesidir. Hem de istikbâl sizi tekzîb etmemek için, dinlemeye lüzûm görmeli, söylediklerimi nazar-ı mütâlaaya almalısınız."
Üstad Bediüzzaman, kendisine yapılan itham, isnat ve suçlamalara karşı da (özet olarak) şu açıklamalarda bulunur:
1) "Kaba olan ahvâlimi, hassas İstanbul mizânıyla (terazisiyle) tartmamalısınız. Öyle yaparsanız, Dersaâdet'ten önümüze sed çekmiş olursunuz. Hem de ekser Şarklı hemşehrilerimi tîmârhâneye sevk etmek lâzım gelir."
2) "Ben 'Nemelâzım, başkası düşünsün' demem, diyemem. Ben Müslümânım, İslâmiyet cihetiyle mânen me'mûrum ve sadâkatle mükellefim.. Millete, dîn ve devlete nâfî (faydalı) olan bir şeyi düşüneceğim."
3) "Cinnetime hükmeden zevat, tezad içindedir. Zîrâ, ef'alleriyle demişler: 'Dîvânedir; çünkü, her mesâil-i müşkileye cevâb veriyor.' Böyle bir delîl getiren, elbette delidir."
4) "Eğer müdâhane (yağcılık, riyâkârlık, yaranmak), menfaat-i umûmiyyeyi menfaat-i şahsiyyeye fedâ etmek aklın muktezâsından addedilmek lâzım gelirse, şâhid olunuz ben o akıldan istifâmı veriyorum. Dîvânelikle iftihâr ediyorum."
(Not: Bu bilgiler, dün bir kupürünü verdiğimiz Divân–ı Harb–i Örfî isimli eserin Osmanlıca teksir nüshasında yer alıyor.)
Son olarak, Yıldız Hükümetinin "zaptiye nâzırı" olan paşaya (Şefik Paşa'ya) hiddet edip bağırması da cinnetine bir başka delil sayılması karşısında, Said Nursî şu mealde cevap verir: "O halde zaptiye nâzırı da divânedir. Zira, o da bağırarak konuştu. Demek ki, onun da buraya getirilmesi lâzım."
.......................
Hâmiş: Yıldız Askerî Mahkemesinde Üstad Bediüzzaman'ın ifadesini alan şahıs, "Hademe Feriki" Şakir Paşadır. Bediüzzaman'la hakaretâmiz bir şekilde konuşur ve aynı dilden cevabını da alır. İşte bu paşa, "Halikarnas Balıkçısı" Cevat Şakir Kabaağaç'ın babasıdır. Cevat, aynı zamanda baba katilidir ve annesine ihanet ettiği için babasını vurup öldürmüştür.
(Devamı var)
GÜNÜN TARİHİ 20 Şubat 1970
Kıtaları birleştiren köprü
Avrupa kıtasını Asya'ya bağlayacak olan İstanbul Boğaziçi Köprüsü'nün temeli atıldı.
Dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile Başbakan Süleyman Demirel, temel atma merasiminde hazır bulunarak, birlikte ilk harcı attılar.
İlk temel harcı, köprünün Beylerbeyi ayakları şantiyesinde atıldı. Aynı anda 21 pare top atışıyla birlikte, köprüyü inşa çalışmaları da başlatılmış oldu.
İstanbul Boğazı üzerinde Ortaköy ile Beylerbeyi semtleri arasında yer alan bu asma köprü, 29 Ekim 1973'te hizmete açıldı. Açılış merasiminde ise, zamanın Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ile Başbakan Bülent Ecevit hazır bulundu.
Köprünün toplam uzunluğu 1560 metre, iki kule arasındaki uzunluk ise 1073 metredir.
Köprünün ilk hizmete açıldığı yıl günlük ortalama araç geçişi 32 bin iken, bu sayı 1987'de 130 bine, 2004 yılında 180 bine çıktı. Günümüzde ise, köprüden günde ortalama 200 bin araç geçiş yapıyor.
Bu rakamlar, başlangıçtaki tahminleri fazlasıyla aşan bir yekûn teşkil ediyor.
Köprüye şiddetli muhalefet
Köprünün proje, ihale ve temel atma safhalarında, Türkiye'de ciddi tartışmalar yaşandı.
Meclis'te anamuhalefet konumundaki CHP'nin lideri İsmet Paşa, köprü yapımına şiddetle karşı geliyordu.
Paşa, köprünün nasıl yapılacağını bilmediği için, önce "Boğazı taş ve beton yığınıyla çirkinleştirecekler" dedi. Ardından, ona köprünün çelikten ve "asma" şeklinde olacağı anlatıldı. Ancak, o yine inatla karşı gelmeye devam etti ve bu kez şöyle dedi: "Boğaz'a çirkin bir gerdanlık takacaklar."
20.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|