Bundan aylar önce yaptığımız "Nasıl bir nesil yetişsin, nasıl evlât yetiştirmeliyiz?" şeklindeki çağrımıza gelen yeni cevaplar var. Onlardan biri de aşağıda okuyacağınız yazı.
Manisa'dan yazıp gönderen arkadaşımız Mehmet Yavaş'ın yazısını kısaltmak ve özetlemek durumunda kaldık.
Yazısına hal hatır sormakla başlayan ve iki hafta önceki Manisa sohbetimiz hakkında memnuniyetini ifade ederek, yazar arkadaşlarımızın Anadolu seyahatlerini sıklaştırmaları gerektiğini hatırlatan değerli Mehmet Yavaş'ın "insan yetiştirme stratejisi"ne dair yazısını sizlere takdim ediyoruz.
* * *
Muhterem Latif Bey, 28 Eylül 2006 tarihli yazınıza cevaben bu yazıyı yazıyorum. Geç oldu. Ama, kırık dökük de olsa, çağrıda bulunduğunuz konu hakkındaki düşüncelerimizi yazıp gönderelim istedik.
Gerçi siz "Lütfen kısa yazın" demiştiniz; ama, kısa yazmak gerçekten zormuş. Neyse, hayırlı çalışmalar dileğiyle...
Nasıl bir evlât veya
nasıl bir nesil yetişsin istiyoruz?
Mehmet Yavaş
İdealimiz, dünya–ahiret dengesini kurabilen bir nesil yetiştirmek.
Bu konuda her grup, her camia kendi çapında bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bizler de öyle...
Çok ihlâslı, gayretli insanlar var. Bunların yaptığı hizmetler meyvesini veriyor. Bu konularda birlikte hareket edilen yerlerde müsbet sonuçlar alınıyor.
Ancak, genelde işler ferdî çabalarla ve el yordamıyla yürütülüyor. Bu noktada, kuşatıcı projelere ihtiyaç olduğu ortaya çıkıyor. Kuşatıcı projelerin de, yavaş yavaş şekillenmekte olduğu görülüyor.
Meselâ, bizde her seviye için programlar var. Bunlar, genelde haftada bir–iki saatlik dersler ile dönem sonlarında yapılan programlar şeklinde.
Bu programlar, sonuç veriyor. Her kademede hem bilgi birikimi sağlanıyor, hem de yeni nesillere yeni birtakım bilgiler aktarılıyor.
Bu bilgilerin bereketinden eşimiz, çocuklarımız, yani hepimiz faydalanıyoruz. Bu noktada, haliyle kendimizi ve çocuklarımızı muhafaza etme çabası var. Daha geniş kitlelere açılmak için de, yeni bazı imkânlara ve geniş çaplı programlar düzenlemeye büyük ihtiyaç var.
Uygulanacak programların, cazip ve bilhassa çocukların seviyesine uygun gerekir. Bunun için de, okuma programlarının yanı sıra, meşrû dairede spor, müzik, eğlencenin yer alması gerekiyor. Şayet çocuk ve gençler kendilerini tatmin edecek böyle bir ortam bulamazlarsa, bir süre sonra faydasız başka noktalara yönelmeleri ihtimali doğuyor.
Çok şükür, yayınlarımız vasıtasıyla başka kimselerle de irtibat kurabiliyoruz. Keza, burada Can Kardeş dergisine abone olan henüz tanışamadığımız pekçok çocuk var. İnşaallah, zamanla onlarla da irtibata geçeriz.
Aslında, şehir hayatının sıkıntılarını dahi, çevreyi geliştirmek için bir fırsat olarak değerlendirmek mümkün. Genelde insanlar, beton yığınları arasında sıkışmış ve tv'ye esir olmuş durumda.
Bu durumda, özellikle çocukları eğitim ve sosyal mânâdaki faaliyetlerde buluşturmak gerekir. Burada dikkat edilecek önemli bir husus, çocukların akranlarıyla, yani yaşıtlarıyla birarada bulundurulması. Kuşak farkı olduğu takdirde, daha başka sıkıntıların baş göstermesi kaçınılmaz hale gelir.
Günümüz dünyası iyice küçüldü. İletişim kanalları baş döndürücü şekilde gelişti. Bu sebeple, insanlara ulaşmak daha kolay hale geldi.
Bu gelişmeye ayak uydurmaya gayret etmeli. Geri kalmak büyük hata olur. O halde, dinî ve ahlâkî eğitim konusunda da yeni açılımlar ve geniş çaplı projelerin ortaya konulması gerekir. Aksi halde, vazifemizi hakkıyla ifâ etmemiş oluruz.
HİZMET
Sevindirici bir telefon
Son zamanlarda aldığım en sevindirici telefonlardan biri, merhum Tayyar Ağabeyin hizmette çığır açtığı şehir Bandırma'dan geldi.
Bu şehirde elektrik işiyle uğraştığını söyleyen bir ağabeyimiz, iki senedir himmetlerinizle devam eden Nurs köyündeki "Bediüzzaman Külliyesi" inşaatında bizzat gidip çalışmak istediğini ifade etti.
Ayrıca, bilfiil çalışmakla kalmayıp, Rusya'da çalışan oğlunun da yardımıyla, her türlü elektrik malzemesini temin etmeye gayret edeceklerini dile getirdi.
Bu gayyur ve âlihimmet ağabeyimiz, bizlerin sadece tavassutunu ve gerekli irtibatı sağlamada yardımcı olmamızı istiyor.
Biz de, kendilerine bu meyanda yardımcı olmaya çalıştık.
Cenâb–ı Hak, yapacakları yardımı ve bilfiil ifâ edecekleri hizmeti rızâsı dairesinde kabul eylesin, makbul eylesin.
Köyün o sarp yamaçlardaki inşa faaliyetine, önümüzdeki günlerde hummalı şekilde yeniden başlanacak.
Bu vesileyle, Nurs'taki cami, misafirhane ve külliye hizmetleriyle birinci derecede alâkadar olan Hikmet Okur'un telefon numarasını bir kez daha vermekte fayda var: 0535 768 27 72
GÜNÜN TARİHİ (16 Şubat 1950)
"Namuslu bir seçim" kararı
Çok partili hayata geçildikten sonra Türkiye'de ilk kez "nâmuslu bir seçim sistemi"nin uygulanması kararı alındı.
Meclis'te kabul edilen yeni seçim kànununa göre, bundan böyle "Tek dereceli, gizli oy ve açık tasnif esaslarını taşıyan çoğunluk sistemine dayalı seçim sistemi" uygulanacak.
Bu tarz bir uygulamayı öngören kànun, halk tarafından "namuslu seçim kararı" şeklinde isimlendirildi.
Zira, bu tarihten önce uygulanan seçim sistemi, tam bir utanç tablosu teşkil ediyordu.
Meselâ, seçmenin hangi partiye oy vereceği aleni iken, oyların sayım ve döküm işlemi ise, çoğu yerde jandarmanın süngüsü altında ve seçmenden gizli bir şekilde yapılıyordu.
Hatta bu yüzden, 1946'da kurulan ve anamuhalefet partisi konumunda bulunan Demokrat Parti, bazı mahalli seçimler ile ara seçimlere katılmadı.
1946 yılı genel seçimlerinde, özellikle taşradaki ağır baskılar yüzünden sadece İstanbul'dan milletvekili çıkarabilen DP, 17 Ekim 1948 ile 16 Ekim 1949'da yapılan her iki ara seçimde de, sistemi protesto ederek seçimlere katılmadı.
DP, bu tavrını 16 Şubat 1950'de "gizli oy, açık tasnif ve yargı denetimini kabul eden seçim kànunu" kabul edilinceye kadar da sürdürdü.
Kabul edilen bu yeni sisteme göre, 14 Mayıs 1950'de genel seçimler yapıldı.
DP, bu seçimde 487 milletvekilliğinin 408'ini kazanarak tek başına iktidara geldi. CHP ise, anamuhalefet konumuna düştü.
Meclis'teki genel tablo 1954 ve 1957 seçimlerinde de değişmedi.
CHP'nin "sittin sene" iktidar yüzü göremeyeceğini anlayan totaliter kafalı bazı iç ve dış odaklar, 1960'taki kanlı "27 Mayıs Darbesi"nin şartlarını "olgunlaştırma"ya koyuldular.
İşte, Türkiye Cumhuriyeti demokrasisi, o gün kalbinden bıçaklanarak komaya sokulmuş oldu.
Daha sonra da iki–üç kez süngülü darbeye mâruz kalan demokrasimiz, ne yazık ki hâlâ kendine gelebilmiş değil.
16.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|