Kâinatın Efendisi Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed’in (asm) 1436. sene-i devriyesini idrâk ediyoruz.
Birkaç senedir Kutlu Doğum faaliyetleri ülkemizde bir gelenek hâline geldi. Sevgili Peygamberimizi (asm) her cihetle ele alan konferans ve paneller düzenleniyor. Bu güzel geleneğin kıyamete kadar devam ettirilmesini niyaz ediyorum.
Yeni Asya câmiası olarak bu faaliyetlere bizler de katkıda bulunuyoruz. Çeşitli il ve ilçelerde düzenlenen konferans programları toplumla paylaşılıyor ve anlatılan kudsî hakikatler ilgiyle takip ediliyor. Bu vesileyle ben de Adana ve Antakya illerinde birer konferans verdim.
Adana’nın çok amaçlı bir bina olarak inşâ ettikleri dokuz katlı hizmet merkezi, gerçekten Adana’ya yakışır ve ihtiyaca cevap verir ihtişamlı bir mekândı. En son katı geniş bir konferans salonu olarak tanzim etmişlerdi. Mekânın genişliği dışarıdan yeni insanları dâvet etmeye vesile oluyordu. Kapalı devre televizyon tesisatı ile asma katta bayanlar, yapılan programları rahatça izleyebiliyordu. Cuma akşamıydı. Salon tamamen dolmuştu. Soru cevap bölümü ile iki saate yaklaşan konferansı herkes ilgiyle takip etti.
Hazret-i Muhammed’i (asm) en güzel bir tarzda ve risâlet cephesiyle tanımak durumundaydık. Bediüzzaman Hazretleri, Sevgili Peygamberimizi (asm) beşeriyet cihetiyle değil, daha çok mânen erişilmez bir noktada olan mânevî şahsiyetiyle nazara veriyordu. Onun hayatını anlatan yazarlardan çok farklı bir noktaya nazarları çeviriyordu. Hazret-i Muhammed (a.s.m.), kâinat ağacının hem çekirdeği hem de en son ve en mükemmel meyvesiydi. Kâinat yokken Allah’ın yarattığı ilk varlık onun nûruydu. Ondan kâinatın ilk maddesi yaratılmış ve büyük bir patlamayla bu gördüğümüz kâinat, o maddeden meydana getirilmişti. O, Allah’ın habibi ve en sevgili kuluydu. O yaratılmayacak olsaydı, kâinat ve âhiret âlemleri de yaratılmayacaktı. Her şeyi ona borçluyduk. Onun peygamberliği bu imtihan meydanının açılmasına sebep olduğu gibi, ubûdiyeti ve duâsı dahi âhiret âlemlerinin îcadına vesileydi. Kâinatın yaratılışındaki İlâhî maksat ve gayeleri Kur’ân lisanıyla anlatarak, kâinatı anlamsız bir kitap olmaktan kurtaran o idi. “Ben neyim? Nereden geliyorum? Nereye gideceğim? Bu dünyada vazifem nedir? Ölümden sonra başımıza neler gelecek?” gibi soruların cevabını da o veriyordu. O, yüksek ahlâkı tamamlamak için gönderilmiş bir peygamberdi. Allah’ın, Kur’ân’da övdüğü bütün yüce hasletler en kemâl mertebede onun şahsında toplanmıştı. Onu, Allah terbiye etmiş ve en güzel bir tarzda edeplendirmişti. O (a.s.m.), rahmet peygamberiydi. Allah (c.c.), ona, “Seni, âlemlere rahmet olsun diye gönderdik” şeklinde hitap ediyor ve “Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat, insanların çoğu bilmezler” açıklamasını yapıyordu. Allah katındaki en yüksek ve en son makam olan Makam-ı Mahmud ona âitti. Ondan ileri makam yoktu. O, şefaat-ı uzma sahibiydi. Mahşer günü herkes, hattâ peygamberler bile “Nefsî nefsî” diyerek kendi derdine düşeceği o dehşetli günde “Ümmetî ümmetî” diyerek yine ümmetinin imdadına koşacak ve mü’minler şefaat edecekti. Onun şefaatine nâil olmanın yolu da, Onun Sünnet-i Seniyesine sımsıkı sarılmaktan ve yaşamaktan geçiyordu. Konferans bu minval üzere uzayıp gitti.
O gece, hizmet merkezinde kaldık. Ertesi gün, bir grup arkadaş, taksiyle Antakya iline ulaştık. Saat 14.00’teki konferans bir sinema salonunda gerçekleşti. Bayanların da katıldığı salon doluydu. Kur’ân-ı Kerim okunması ve açılış konuşmasının ardından küçük bir kız çocuğunun okuduğu Peygamberimizle (asm) ilgili şiir ve ondan sonra gelen iki kız çocuğunun düet şeklinde okudukları naat-ı şerif topluluğa duygulu anlar yaşattı. Arkadan bizim sunduğumuz konferans ve sinevizyon gösterisi Antakyalıların Resûlullah (asm) aşkını ve sevgisini daha da arttırmıştı. Feyizli bir program olmuştu.
Habib-i Neccar ve Hazret-i İsa’nın (a.s.) iki havarisinin medfun bulunduğu camide kıldığımız akşam namazından sonra hizmet merkezimize geçtik. Yatsı namazını müteâkip yaptığımız risâle dersiyle özümüzü ve kimliğimizi oluşturan temel değerlerimize dikkat çektik. İman hizmetinin hiçbir zaman önemini kaybetmeyeceğine işâret ederek bunun için müstakil bir hizmet merkezinin inşâ edilmesini teşvik ettik. Âhirette iman lâzım ama, iman hizmeti için de uygun mekânları bu dünyada yapmamız lâzımdı.
Ertesi gün sür'atle Adana’ya döndük ve kalkan 11 otobüsünü otobana çıkmadan yakaladık. Güzel bir tevafuk olmuştu. Seyahat esnasında yan koltukta oturan genç bir yolcu ile bir hayli sohbetimiz oldu. Otobüs bizim için seyyar bir dershane olmuştu. Sonunda ona Âyetü’l-Kübrâ kitabını hediye ettim. Ankara terminalinde tekrar buluşmak dileğiyle ayrıldığımız zaman dolu dolu hizmetle geçen üç günün mutluluğunu yaşıyordum. Üç gün boyunca bizi yalnız bırakmayan ve emeği geçen bütün gönül dostlarımıza da buradan şükranlarımı sunuyorum. Rabbimizin, rızâsı dairesindeki daha nice hizmetleri birlikte yapmamızı nasip etmesini niyaz ediyorum.
25.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|