Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı adayı olarak göstererek, Çankaya satrancında stratejik bir hamle yaptı Başbakan Erdoğan.
Kendisinin Çankaya’ya çıkması Gül’ün ise başbakanlığı üstlenmesi beklenirken, devletin zirvesini Gül’e icra makamı olan başbakanlık ve parti liderliğini ise kendine tahsis etti.
Her hamlenin artıları ve eksileri olduğu gibi bunun da getirileri ve götürüleri olacak elbette ki.
Her partinin kadroları arasında Abdullah Gül gibi stratejik bir ismin olması gerekiyor.
Erdoğan, parti içinde birliği sağlayacak Gül’den başka ikinci bir isim bulamazdı. Arınç dahi Abdullah Bey kadar bütünleştirici olamazdı.
“Kendisi Çankaya’ya çıktı, ama korktu, geri adım attı” dedirtmeyecek bir ismi aday gösterdi.
“Eşinin başındaki örtüden dolayı korktu” dedirtmedi, eşinin başı açık olduğu için üçüncü dereceden bir ismi Çankaya’ya çıkarmak suretiyle maruz kalacağı eleştirileri de böylece bertaraf etti.
Cumhurbaşkanlığı makamı içte ve dışta uyumu, devletin kurumları arasında işbirliğini gerektiren bir makam. Gül’ün devlet adamlığı kumaşı buna izin veriyor. Ayrıca milletin içinden çıkmış ve bu ülkede başbakanlık görevine kadar üstlenmiş birisi olarak devlet-millet kaynaşmasına da uygun bir isim.
Ancak uyumlu kimliğine rağmen kimse Abdullah Gül’den hükümetin noteri gibi hareket etmeyi beklemesin.
Bulunduğu her görevi yüksek profilli olarak götüren bir isim Abdullah Bey, Çankaya’da gölgede kalması ya da düşük profilli bir seyir izlemesi söz konusu olmaz.
O Kayseri’de bir torna tezgâhının sahibi Ahmet Hamdi Bey’in oğlu olduğunu unutmadan, ama Türkiye Cumhuriyetinin devlet başkanı olarak hareket edebilecek kapasite ve devlet deneyimine sahip.
Demokrasinin erdemi bu.
Paşa torunu, zadegân ya da eşraf değiller. Bülent Arınç emekli bir astsubayın çocuğu, Erdoğan bir gemi kaptanının oğlu, Abdullah Bey de Kayseri Sanayi Sitesinde hâlâ torna tezgahı çalıştıran bir babanın evladı.
Özellikle de çok geniş bir diplomasi tecrübesine sahip.
Böylesine onurlu bir görev ülkemizi 1 Mart tezkeresinin reddedilmesi ile birlikte savaşa sokmamanın mükâfatı olarak geldi diye düşünmeden de edemiyorum.
Ancak devlet adamlığı kariyerine rağmen, Tayyip Bey gibi kitleleri heyecana getirecek, peşinden sürükleyecek, partisini zaferden zafere koşturacak bir liderlik pırıltısına da sahip değil.
Cumhurbaşkanı adaylığının belirlenmesi sürecinde Tayyip Bey’in “feragat” etmesindeki en büyük sebeplerden biri de bu.
Geçen hafta yapılan MKYK toplantısına kadar Erdoğan Çankaya’yı hedeflemişti. Ancak kendisi Çankaya’ya çıktığı takdirde partisinin geleceğini tehlikede gördü.
“Partimize seçim kazandıracak, kitleleri heyecanlandıracak biri lâzım” diyordu. Onu bulamadı.
Partisinin geleceğini güvende göremediği için Çankaya’dan feragat etti.
Demokrasi adına güzel bir örnek bu.
Kışladan ya da parti liderliğinden Çankaya’ya uzanan yolda Gül’ün adaylığıyla birlikte bir ezber bozuldu.
Ancak bu her şeyin güllük-gülistanlık olacağı anlamına gelmiyor.
Ülkeye çakılı tek bir çivisi olmayan kriz müptelası zihniyetin belâlarından ne kadar uzak durulabilir bilinmez, ama bölgemizdeki gelişmeler nedeniyle bazı olaylara devlet başkanlığı düzeyinde ağırlık konulması gerekiyor.
Özal Ortadoğu politikasını, Demirel ise Avrasya stratejisini yöneten cumhurbaşkanlarıydı.
Dışişlerinden gelen birikimiyle Abdullah Gül’ün bu sorunlara, başbakanın ise daha çok ekonomi başta olmak üzere ülke yönetimine zaman ayırması beklenebilir.
Başbakanın Meclisteki makamının kapısı açıldığında içeriden Erdoğan ile Gül birlikte çıkmışlardı. Yüzlerinde tarihî bir karar almanın verdiği bir ağırlık vardı. Adaylığının açıklandığı salona girildiğinde ise Gül’ün heyecanlı hali gözlerden kaçmıyordu. Ellerini koyacak yer bulamıyor, sık sık önündeki sudan yudum alıyordu.
Genç yaşında bir politikacının ulaşacağı en üst makama ulaşıyordu. Tabiî ki heyecanlı olacaktı.
26.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|