|
|
Tamircileri ve tahripçileri fark etmek
İslâmiyet ile yakından, uzaktan ilgisi olmayan bir takım insanlarda, bakıyorum da, bir anda Müslümanları misyonerlerin propagandasından koruma ve himaye etme damarları kabarmış. Bunların çoğu yarım asırdır bu ülkede dine ve dinî değerlere muhalefet eden, başörtüsü gibi dinen giyinmeyi kendine zorunlu gören kız çocuklarını üniversitelere sokmayan ulusalcı tayfası. Ne oldu da bunlar böyle bir tavra girdiler? Sebebi açık aslında: Ellerinde tuttukları siyasî gücü Avrupa Birliği gibi bir medeniyet projesiyle kaybetme korkusu yaşıyorlar. Saf Müslümanları yıllarca, Avrupa’yı “Batı Kulübü” diye niteleyip aldatan siyasal İslâm projesi sahipleriyle aynı safta el bağlayıp, ardından ellerinin altında lâzım oldukça kullandıkları Türk-İslâm sentezcileriyle birlikte oluşturdukları tam bir takım çalışması ve dayanışmasıdır bu olup bitenler. “Dinime dahleden bari Müslüman olsa” denir ya, haydi kendilerine ulusalcı denilen kesim böyle de, diğer saf Müslümanlara ne oluyor? Belli ki, AB yoluna diken döşeme ihalesini alanlara en büyük sponsorluk desteği sağın bu iki kesiminden; siyasal İslâm projecileriyle, Türk-İslâm sentezcisi gibi tuhaf bir tanıma sığan kesimden geliyor.
Bu yazının amacı, misyonerlik faaliyetlerini savunmak değil elbette. Hoş, misyonerlerin faaliyetlerine karşı da değilim. Çünkü misyonerlik faaliyetleri Türkiye’de 1920’lerden sonra etkisini kaybetmiştir. Hatta misyonerliğe gerek de kalmamıştır. Misyonerlik faaliyetleri 1920’lere kadar olan süreçte Osmanlının parçalanması ve yıkılmasında etkili de olmuştur. Ancak 1920’lerden sonra durum eskisi gibi değildi. Bu ülkede CHP’nin hâkim olduğu tek parti döneminde, İslâmiyet ile ilgili hangi değer varsa tahrip edildi. “Bu Kur’ân Müslümanların elinde oldukça, onlara hakikî galip olamayız; ya Kur’ânı ortadan kaldırmalıyız, ya da Müslümanları ondan soğutmalıyız” diyen İngiliz Gladston’un söylediklerini CHP gerçekleştirmişti zaten. Ancak Bediüzzaman’ın deyimiyle; “Âlem-i küfür, bütün vesaitiyle, medeniyetiyle, felsefesiyle, fünûnuyla, misyonerleriyle âlem-i İslâma hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettiği halde-âlem-i İslâma-dinen galebe edemedi” gerçeği ortaya çıktı.
Bediüzzaman Said Nursî gibi tamircilerin faaliyetlerine set çekmeye çalışan CHP döneminde, Bediüzzaman diğer tamircilerden biri olarak da misyonerleri görmüştür. Bakın Bediüzzaman Said Nursî o dönemde yazdığı bir mektupta ne diyordu:
“Hem Salâhaddin’in, Asâ-yı Musayı Amerikalıya vermesi münasebetiyle deriz: «misyonerler ve Hıristiyan ruhanîleri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü her halde şimal cereyanı; İslâm ve İsevî dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslâm ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak. Tabaka-i avama müsaadekâr ve vücub-u zekât ve hürmet-i riba ile burjuvaları avamın yardımına dâvet etmesi ve zulümden çekmesi cihetinde Müslümanları aldatıp, onlara bir imtiyaz verip, bir kısmını kendi tarafına çekebilir.» Her ne ise, bu defa sizin hatırınız için kaidemi bozdum, dünyaya baktım.” (E. Lâhikası: 473)
Aslında Said Nursî’nin bu yaklaşımını anlamak için, özellikle onun ahirzaman ile ilgili Peygamber hadislerini yorumladığı 5. Şuâ’yı okumak ve anlamak önem kazanmaktadır. Burada tahripçileri ve tamircileri görmek; tahripçilerin kendi aralarında yaptıkları dayanışmayı anlamak lâzımdır. Buna mukabil, tamircilerin de dayanışma içine girmesi şarttır; hatta dindar Hıristiyan ruhanîleriyle ittifak ederek, dinsizliğe, anarşizme, değer tahripçiliğine karşı işbirliği yaparak set çekmek en önemli görevlerimiz haline gelmiştir.
Özetle; herkes içinde yer aldığı saflarda kimler var; karşısında yer aldığı insanların kim olduğuna iyice baksın! Bediüzzaman’ı iyi okumak gerek şimdi: Bu ülkede hakim cereyan, İslâm ve İsevî dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslâm ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak. Onun için, misyonerlerin aleyhinde bulunmak tahripçilerin yanında saf tutmaktır.
Anlaşılması dileğiyle...
email:[email protected]
|
B. Sait ÇİFTÇİ
24.04.2007
|
|
Sınıfta gürültüden kimse kimseyi duymuyorsa...
Günümüzde gürültü kirliliğinde büyük artış vardır. Sınıfta sadece öğrencilerin yaptıkları gürültüler değil, dışarıdan kaynaklanan sesler de başarıyı etkileyebilmektedir. Yapılan araştırmalar, gürültünün performans üzerinde olumsuz etkileri olduğunu ortaya koymaktadır. Öğrencilerde dikkat dağınıklığı, solunumda hızlanma, anlama güçlüğü, yorgunluk, solunumda hızlanma, isteksizlik ve ani refleksler görülebiliyor. Sınıftaki gürültü öğrencilerle öğretmen arasında ve öğrencilerin kendi aralarında iletişim kurmasını engelliyor. Hem öğretmen, hem de öğrencilerde derse karşı ilgisizlik, aşırı sinirlilik, sabırsızlık, stres gibi psikolojik etkiler ortaya çıkıyor. Aşırı gürültüde geçici işitme bozuklukları oluşabiliyor.
Sınıfta her kafadan bir ses çıktığında öğretmen ve öğrenciler birbirlerini anlayamazlar. Öğretmen sesini sınıfa duyurmak için sürekli bağırmak ve çocukları azarlamak zorunda kalır. Bu durum öğretmenin performansını ve ders anlatma isteğini olumsuz yönde etkiler. Konuşan ve farklı biçimlerde gürültü kirliliğine sebep olan öğrenciler, arkadaşlarının da dikkatini dağıtırlar. Öğrencilerin dikkati dağıldıkça öğretmeni dinleyen kimse kalmaz. Herkes başka işlerle uğraşmaya koyulur. Gürültüye maruz kalan çocukların performansı düşer, verilen görevleri daha yavaş gerçekleştirirler ya da tam olarak uygulayamazlar.
Öğrenciler,
karşısındakini
dinlemeyi
öğrenmelidir
Sürekli karşısındakine bir şeyler anlatmaya çalışan öğrenciye ‘sus’ demek bir işe yaramamaktadır. Öğrenci konuşmayı sona erdirse bile farklı şekillerde yine dikkat dağıtmayı başarabilmektedir. Çocuklar, ne zaman konuşmaları gerektiğini ve ancak dinleyerek tam olarak öğrenebileceklerini kavrarlarsa, anlaşmak daha kolay olur. Öğrenciler, öğrendikleri her şeyi başkalarıyla paylaşmaktan büyük mutluluk duyarlar. Ama bunu yaparken diğer öğrencilerin öğrenme hakkını engellediklerini fark etmezler. Eğitimci, dinleme davranışının niçin önemli olduğunu basit ve doğru örneklerle çocuklara anlatması gerekir.
Çocuklara olumlu davranışları kazandırmak için çok farklı yöntemler mevcuttur. Konuyla ilgili küçük bir öykü, bir anı ya da fıkra, çocukların zihinlerinde daha kolay yer bulur. Öğretmen, öğrencilerin görüşlerini ifade etmelerine izin verirse, gereksiz konuşmalar azalır. Burada önemli bir noktanın altını çizmekte fayda vardır. Öğretmen, çocukları susmaları için tehdit ederse, öğrenciler buna farklı tepkiler verirler. Öğretmenin kendilerini duymadığını düşünerek arkadaşıyla fısıltılı biçimde konuşur. Herkes fısıltıyla konuşmaya başlayınca sınıfta bir uğultu olur. Ya da öğrenciler konuşmadan dururlar ama yine öğretmeni dinlemezler. Gözler açık olarak uyur, başka şeylerle ilgilenirler. Bunun yerine sınıfın mümkün olan en sessiz hale getirilmesidir. Öğrenciler tabiî ki ses çıkaracak, arkadaşlarıyla ve öğretmenleriyle bir şeyler paylaşacaklar. Öğretmen, konuyu bitirdikten sonra çocuklara söz hakkı vererek, öğrencilerin bu zaman dilimini beklemeleri sağlanabilir. Öğretmen, konu aralarında öğrencilerin sorusu ya da paylaşmak istedikleri bir şey olup olmadığını sorabilir.
Öğrencilerin özellikle dersin sonuna doğru dikkatleri dağılır. Dersin son dakikalarını yeni konular işleyerek değil; anlatılan bilgileri özetleyerek ve çocukların sorularına cevap vererek değerlendirmek daha yararlı olacaktır.
|
24.04.2007
|
|
Okuldaki faaliyetlerde verimliliği ölçün!
Öğretmen ya da öğrenciler tarafından hazırlanan faaliyetler gerçekleştirildikten sonra verimliliğini değerlendirmek gerekir. Çünkü öğrencilerin aktivitelerden ne ölçüde faydalandıkları önemlidir. Sınıf içi ya da okul genelinde faaliyet hazırlarken öncelikle hedefler belirlenmelidir. Bu faaliyet çocukların gelişimini nasıl etkileyecek? Neler öğrenecekler? Fiziksel ve zihinsel yapıları faalmiyet gerçekleştirmek için uygun mu? Sportif bir çalışmaysa gerekli sportif araçlar, fen ve teknoloji içerikliyse kullanılacak teknik gereçler hazır olmalıdır.
Söz gelimi herhangi bir gösteri için jimnastik hareketlerini içeren bir gösteri hazırlanması düşünülüyor. Öncelikle gösterinin kaç öğrenciyle yapılacağı belirlenir, üst sınıftaki ya da daha güçlü öğrenciler kule gibi daha zor görevleri yerine getirirler. Faaliyete ne kadar zaman kaldığı, öğrencilerin başka ders saatlerinde de çalışıp çalışmayacağı planlanmalıdır. Öğrenci faaliyete katılmak istemiyorsa, onu bu konuda zorlamamak gerekir. Çünkü isteksiz yapılan çalışmalar diğer öğrencilerin motivasyonunu da olumsuz etkileyebilir. Öğretmen yaptığı çalışma planını ve kime hangi görevlerin düştüğünü, öğrencilere açık olarak anlatmalıdır.
Faaliyet gerçekleştirildikten sonra, öğrencilerin ne kadar fayda sağlayabildikleri araştırılmalıdır. Öğrencilere faaliyette neler öğrendiklerini, gösteri sırasında neler hissettiklerini ve benzeri bir faaliyet daha sonra gerçekleştirilse katılmak isteyip istemediklerini sebepleriyle birlikte sormak çok önemlidir. Çünkü öğrenciler, aktivitelerden hiçbir fayda görmediklerini hissettiklerinde katılım azalacaktır. Bu araştırmaların zamanı etkin kullanma, maksimum faydayla çalışma, grup etkileşimi, iletişim, bedensel ve zihinsel gelişim gibi pek çok alanda katkı sağladığını unutmamalıyız.
|
24.04.2007
|
|
Dünyayı yenmek için önce kendinizi yenmelisiniz
Asıl mesele, dışarıda neler olup bittiğinden çok, kendi içimizde neler olup bittiğidir (Louise L. Hay). Sen olmasan ey insan, bu kâinatın güzelliğinde bir şeyler eksik kalır. Bir şarkı, bir nota eksik kalır. Çok az kimse sana bunu hatırlattı (Hintli Bilge). Sen kendini basit bir şey sanırsın, ey insan! Oysa bütün kâinat sende gizlidir. İlâç da sensin, şifa da… (Hz. Ali). Bizim insan olarak görevimiz, sanki kabiliyetimizin sınırları yokmuşçasına hareket etmektir (Teihard Chardin). Disiplin, bir hareketi farkında olmadan yapacak aşamaya gelene kadar devam ettirme alışkanlığıdır. Disiplin kilolarca baskı uygularken, pişmanlık tonlarca baskı yapar (John Rhce). İnsanım, öyleyse özgürüm; özgürsem sorumlu olmalıyım (J. Paul Sartre). İstek her zaman eyleme dönüştürülemez. Hâlbuki irade mutlaka eyleme dönüştürülecek kadar güçlü olan isteğin ifadesidir (Dr. Scatt Peck). Büyük insanların hayat hikâyelerini okurken, ilk zaferlerini kendilerine karşı kazandıklarını görmüşümdür. Hepsinde de öz disiplin başta geliyordu (Harry Truman).
|
24.04.2007
|
|
Çocukluğumun bayramları
Bana çocukluğumun bayramlarını getirin ne olur!
Renkli giysiler giymiş çocukları, bayrakları gösterin.
Karlı dağların arkasından şarkılar duyuyorum bugün,
Bir çocuk türkü okuyor heyecan ve umut dolu sesiyle.
Arkadaşlarım nerede, nerede en sevdiğim öğretmenim?
Simitçi, baloncu, komşularımız, herkes toplanmıştır şimdi.
İlk defa şiir okuyan bir çocuğun sevinci var yüreğimde.
Beni yedi yıl öncesine götürün ya da on beş yıl öncesine,
Yeniden yaşamak isterdim, çocukluğumun bahçesinde…
|
Mustafa OĞUZ
24.04.2007
|
|
Görevlendirmek ve emir vermek aynı şey değildir
Ebeveynler, çocukları doğru davranışlara yönlendirmek için yoğun çaba harcarlar. Çocuğun aile içinde ne gibi sorumlulukları olduğu belirlenmelidir. Sorumluluklar belirlenirken, herkesin kararı dinlenmeli ve en doğru yöntem seçilmelidir. Yetişkinler, çocuğu altından kalkamayacağı görevler vermekle tehdit etmemelidirler. Bu durumda çocuk, sorumluluklarını yük olarak görmeye başlar. Anne-baba çocuğun üzerindeki baskıyı arttırdıkça, çocuk da saldırgan davranışlarla kendini savunmaya geçer, sürekli olup bitenle ilgili yakınır. Çocuğun sorumluluklarını yerine getirmesinde ona yardımcı olmak gerekir. Emir vererek otoritesini korumaya çalışan anne-baba ile çocuk arasındaki iletişim kopar. Çocuk, ebeveynleriyle inatlaşarak verilen görevi ya hiç yerine getirmez ya da üstün körü yapar. Ebeveynler çocuğa görev verirken, emretmekten ve sert bir ifade kullanmaktan kaçınmalıdırlar.
|
24.04.2007
|
|
Okumamış olmak için...
Ünlü Amerikalı mizah yazarı Mark Twain, trende seyahat ederken, tam karşısındaki yolcunun kendisinin bir kitabını okuduğunu gördü. Adam kitabı bitirdikten sonra konuşmaya başladılar. Adam, Mark Twain’i tanımıyordu. Bunu bilen Twain yolcuya sordu: ‘Biraz evvel bir kitap okudunuz. Nasıl, güzel bir şey miydi? Beğendiniz mi?’ Adam biraz durakladıktan sonra konuştu: ‘Okumamış olmak için 100 dolar verirdim!’ Mark Twain bu sözü duyunca çok öfkelendi, ama belli etmedi. Adama yine sordu: ‘Niye çok mu kötü?’
Adam, Mark Twain’e gülümseyerek şöyle cevap verdi: ‘Hayır! Bilakis okumanın tadını tekrar tadabilmek için!’
|
24.04.2007
|
|
EĞİTİM DÜNYASINDAN HAFTAYA BAKIŞ
*Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, bakanlık binasında düzenlenen eğitim binalarının depreme karşı güçlendirilmesi çalışmasına yönelik toplantının ardından, basın mensuplarının sorularını cevapladı. Bir gazetecinin, eğitim sendikalarının yönetmeliğin bazı maddelerinin iptali ve yürütmesinin durdurulması yönünde dâvâ açtıklarını hatırlatarak, “yeniden gözden geçirecek misiniz?” sorusu üzerine Çelik, yönetmeliğin zaten çeşitli çevrelerin görüşleri dikkate alınarak hazırlandığını söyledi. Çelik, yönetmelikle gelen liyakat ve kariyer ölçütlerinin iddia edildiği gibi subjektiflik içermediğini belirtti.
*Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Orta Öğretim Kurumları Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavı (OKS) yerine 2009 yılından itibaren uygulanacak Ortaöğretime Geçiş Modeliyle ilgili yapılan değerlendirmeler için ‘’Yeni sistem olumlu bulundu’’ dedi. Çelik, Başöğretmen Salonu’nda düzenlediği basın toplantısında Ortaöğretime Geçiş Modeli hakkında Bakanlığın internet sitesine gelen görüşler ışığında yeni sınav sistemini anlattı. Yeni model hakkında kesin bir karar vermeden önce modelin 1 aylık süre içinde tartışmaya açıldığını hatırlaatan Çelik, Bakanlığa bu konuyla ilgili 2 bin 322 e-posta geldiğini söyledi. Velilerden ve öğretmenlerden pek çok sayıda e-posta geldiğini belirten Çelik, akademisyenlerden, 5 sivil toplum örgütünden ve bir sendikadan da yeni sınav sistemiyle ilgili raporlar ve görüşler geldiğini kaydetti. Gelen e-postalar içinde 556 kişinin yeni modeli çok olumlu bulduğunu, 82 kişinin de bu sisteme karşı olduğunu söyleyen Çelik, ‘’Bunun dışında kalanlar da genelde sistemi olumlu buluyor. Sadece bazı maddelere itiraz ettikleri görülmüştür’’ diye konuştu. Yılsonu Başarı Puanı’nın (YBP) yüzde 25 yerine yüzde 15 olması yönünde, yabancı dil sorularının sınavda sorulmaması gerektiği yönünde eleştiriler olduğunu belirten Çelik, ‘’Genelde sistemi olumlu bulduklarını ifade ettiler’’ dedi.
*Millî Eğitim Bakanlığı, okul gezilerine yeni kurallar getiriyor. Düzenlemeye göre ilköğretimde 5. sınıfa kadar olan öğrenciler şehir dışı seyahatlere götürülmeyecek. 12 yaş üstü öğrencilerin şehir dışı gezilerinde ise gece yolculuğuna izin yok. Bakanlık, okul gezilerini düzenleyen yönetmeliği baştan sona değiştiriyor. Bundan sonra ilköğretim okullarının birinci kademesi kabul edilen 5. sınıfa kadar öğrenciler toplu olarak şehir dışı gezilere götürülmeyecek. İlköğretim, lise ve dengi okulların tamamında ise şehir dışı seyahatlerde gece yolculuğuna izin verilmeyecek. İlköğretim ve Ortaöğretim Kurumları Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği’ndeki yeni düzenlemeyle izin alma şartlarının zorlaştırılması yanında ilçe milli eğitim müdürlerine ve kaymakamlara da sorumluluk yüklenecek. Gezilerin tamamen yasaklanması söz konusu değil; ancak okulların düzenleyecekleri organizasyonlarla ilgili belirlenen tedbirlere yenileri eklenecek. Gezilerde yakın iller tercih edilerek uzun yolculuğa çıkılmamasına gayret edilecek. Böyle bir gezi olsa bile geceleri yolculuk yapılmayacak.
*Millî Eğitim Bakanlığı, okul kantinlerinde satılacak yiyecekler konusunda bir dizi tedbir aldı. Kantinlerde satılan gazlı içecek ve cipslere sınırlama getirilirken, besleyici yiyeceklerin özendirilmesi istendi. Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, ‘kantinlerde uyulacak kurallar ve satışı yapılabilecek yiyeceklere’ ilişkin bir genelge yayınladı. Yaklaşık 18 milyon öğrenci ve kursiyerin okul kantini, kafeterya, büfe ve çay ocağı gibi yerlerden alışveriş yaptığını hatırlatan Bakan Çelik, bilinçsizce alınan ürünlerin yetersiz ve dengesiz beslenme ile şişmanlığa neden olduğunu’ kaydetti. Zaman zaman zehirlenme olaylarının yaşandığına dikkat çeken Çelik, gıda güvenliğinin önemini vurguladı. Kantinlerle ilgili genelgeye göre, ‘dengesiz beslenme ve şişmanlığa sebep olabilecek enerji içecekleri, gazlı, kolalı ve aromalı içecekler ile patates kızartması gibi kızartmalar ve cipslerin’ satışı sınırlanacak. Bunlar yerine kantinlerde süt, ayran, yoğurt, meyve ve meyve suyu’ tüketimi özendirilecek. Bu konuda kantin işletmecisi ile okul arasında sözleşme imzalanacak. Yetersiz ve dengesiz beslenmeye sebep olabilecek gıda maddelerinin tüketimini özendirici her türlü reklâm, promosyon ve tanıtım amaçlı afiş, poster ve broşür de kantinlerde kullanılamayacak. Kantinlerde hiçbir şekilde yağda kızartma yapılmayacak. Kantinlerde çiğ et ve et ürünleri hiçbir şekilde bulundurulmayacak ve bu ürünler kantinlerde pişirilerek satışa sunulmayacak. Hazır veya hazır halde işlenmiş et ve et ürünleri ise soğuk zinciri kırılmadan uygun şartlarda muhafaza edilecek. Gıda maddeleri tek kullanımlık eldivenlerle hazırlanarak servis edilecek.
|
24.04.2007
|
|
|
|