Kayseri'nin "Mutlu Ağabey"i
Risâle-i Nur hizmetinin önde gelen emektarlarından Kayserili Ali Mutlu, evinde geçirdiği kalp krizi sonucu 14 Nisan 2007 tarihinde Hakkın rahmetine kavuştu.
Mutlu’nun naaşı, Kayseri Hacılar Ulu Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından Hacılar Kabristanı’nda toprağa verildi.
Ali Mutlu kimdir?
1932, Kayseri Hacılar ilçesi doğumlu. Risâle-i Nur’u 1958 Sebilürreşad mecmuâsından tanımıştır. Mesleği halıcılık olduğu halde, Risâle-i Nur hizmetleriyle birinci derecede meşgul olması için kardeşleri onu Risâle-i Nur hizmetlerine vakfetmiştir.
Büyük insanlarla yaşamak kolay, ama onları anlatmak veya yazmak o kadar zor ki... Hayatlarındaki mütevazılık ve hizmet anlayışlarıyla senin seviyene inmeye zorlanmazlar. Ancak onları anlatırken, bulundukları makama çıkmak mümkün değil... Bu sebeple ben “Ali Ağabeyi” yazmaktan ziyade birkaç anekdot aktarmaya çalışacağım.
1979 yılıydı. Batman’ın sıcağından Mersin’in rutubetli iklimine can dostum Burhan Zengin ile gitmiş, dönüşte de gazetede, çalışmalarını takip ettiğimiz Kayseri Gençlik Teşkilatı’nın güzelliklerini görmek, şevk ve heyecanlarından dostlara götürmek için gelmiştik.
Sabah ezanı Cami-i Kebir’den yükselen sada ile Erciyes’e öyle bir yankı yaparak hoş geliyordu ki, Eylül ayında sabahın soğuğu kemiklerimize kadar işlediği halde bu lâhutî sese eşlik ederek terminalden meşhur Amele Pazarına vardığımızda, “Kurtoğlu” apartmanı karşıda kendini belli ediyor; birinci katta ise “Ali Mutlu” yazılan kapı göze çarpıyordu. İşte benim “Mutlu Ağabey”le tanışmamın günü ve yeri burasıydı. (…)
Teknik Liseyi Adana’da okumak istediğimi söyleyince “Neden Kayseri olmasın?” teklifine; “Soğuktur” dediğimde gülerek; “Ama yüreği sıcak insanları da var. Hem biz üç katlı bir yer tuttuk, kalma probleminiz de olmaz. İsterseniz şehri gezerken bunu da düşünün!” diye tatlı şivesiyle irademize kapı açıyor, tercihi bize bırakıyordu.
Ve bu günden sonra vefatına kadar beraberliğimiz devam etti. 1980 ihtilâlinin karanlık günlerinde Adana ve Kayseri’nin ilçelerine gazete göndermek için yaptığımız çalışmaları anlatmaya kelimeler yetmez. “Çok defa söylediğim gibi, yine tekrar ediyorum ki, tarihte Risâle-i Nur şakirtleri gibi hak yolunda pek çok hizmet eden ve pek çok sevap kazanan ve pek az zahmet çeken görülmüyor. Biz ne kadar meşakkat çeksek, yine ucuzdur.” (Şuâlar, s. 270) Bu sözlerin sırrına mahzar olarak davranırdı. Depremler beni maddeten hasta ettiyse de “gönül pınarlarımızı” kurutmadı ve kurutamadı da…
1932 doğumlu olmasına rağmen, kendini 1965’li hissederdi. Çünkü Risâle-i Nurlarla o zaman tanışmış ve hayatın gerçek değerini daha farklı anlamıştı. İlk okul tahsilli olduğu halde, Risale-i Nur üniversitesinin has talebesiydi. Nice unvan sahibi kişilere iman dersini anlatmada çağlayan gibiydi. O, imanın lezzetini yaşar ve yaşatırdı. “Değil yalnız dünya hayatını, belki lüzum olsa uhrevî hayatımı ve saadetimi dahi ehl-i imanın Risâle-i Nur ile saadetleri için feda etmeyi nefsim de kabul ediyor” (Şuâlar, s. 273) diyen bir Üstada talebe olmayı hayat tarzı yapmıştı.
Yanında sıkılan biri olunca tanıdığı birinin adını söyler ve, “Kardeş bizim birbirimizden ne farkımız var” diyerek, ensarın muhacirlere davrandığı gibi davranarak, “Biz bir kardeşin Risâle-i Nur dairesinde yetişmesi için mümkün olsa bir oda dolusu altın harcamayı göze alırız” diyecek kadar karşıdaki insanı rahatlatırdı. “Eğer perde-i gayb açılsa, bu sebatsız zamanda böyle sebat gösteren ve bu yakıcı, ateşli hallerden sarsılmayan bu samimi dindarlar ve ciddi Müslümanlar eğer her biri bir velî, hatta kutup görünse, benim nazarımda şimdi verdiğim ehemmiyeti ve alâkayı pek az ziyadeleştirecek ve eğer birer âmî ve âdî görünse, şimdi verdiğim kıymeti hiç noksan etmeyecek diye karar verdim” (Şuâlar, s. 258) diyen Üstadı tam yaşıyordu. Kendi için yaşamaz, kardeşi ve hizmeti için yaşardı. “İnananlar kardeştir” ve “Birbirinizi sevmedikçe hakiki iman etmiş olmazsınız…” emirlerini harfiyen yaşardı.
On üç yıl önce kalp krizi ve on yıl kadar önce de geçirdiği brucella hastalığına rağmen, hizmetten ve bastonuyla derse gitmekten de geri kalmazdı. Tembellik yapanlara Zübeyir Gündüzalp gibi “Keçeli, kabirde çok yatarsın burada fazla yatma” derdi.
14 Nisan 2007 tarihinde sabah 04.00’te kalkıp abdest almış, teheccüt namazını kılıp sabah ezanını beklerken kalp krizi geçirinceye kadar dilinden Kelime-i Tevhidi eksik etmemiştir.
Bakın Üstad’ın tâbiriyle onun kişiliğine uyan ifadelere:
“Sakın sakın birbirinizin kusuruna bakmayın; hiddet yerine hürmet ediniz, itiraz yerine yardım ediniz.” (Şuâlar, s. 275)
“Sizdeki ihlas ve sadakat ve metanet, şimdiki ağır sıkıntılarda birbirinizin kusuruna bakmamaya ve setretmeye kâfî bir sebeptir ve Risâle-i Nur zinciri ile kuvvetli uhuvvet öyle bir hasenedir ki, bin seyyieyi affettirir... Siz de hasenelerin rüçhanına göre muhabbet ve afv muâmelesini yapmak lâzımdır. Yoksa bir seyyie ile hiddet etmek, sıkıntıdan gelen bir titizlik, bir asabîlik ile zararlı bir hiddet, iki cihetle zulüm olur. İnşallah, birbirinize sürurda ve tesellide yardım edip, sıkıntıyı hiçe indiririsiniz.” (Şuâlar, s. 277)
Bu hakikatları hayatında öyle yaşamıştı ki, sanki bu cümleler onun gibiler için söylenmişti: “Evet Risâle-i Nur’un tarz-ı beyanını gören, lâkayd kalamaz. Başka eserler gibi yalnız akıl ve kalbi değil, belki nefsi de ve hissiyatı da musahhar eder.” (Şuâlar, s. 272)
Onu her gördüğünüzde ya elinde Cevşen, Kur’ân, ya da Risâle-i Nur’u vardı. Cebinde bunlardan biri veya ikisi eksik olmazdı.
“Lisan-ı hali lisan-ı kalden daha kuvvetli ve tesirli konuşuyor” (Şuâlar, s. 258) hakikatı hayatında tebarüz etmişti ki, naaşının konulduğu tabutun mütevazı tahtalarına bakanlar onun nasıl yaşadığını anlardı. “Cebinde bir dolmuş parası olması” ona yeterdi. Ben pantolonunu on yılı aşkın giydiğini ve başındaki takkeyi yirmi beş yılı geçkin kullandığını bilirim. Maddî şeylerden bahis açılınca, “Bunlar dünyada kalır kardeş” derdi. Bağının büyük bölümünü hizmetlere vakfedince de, “Bu bağ, asıl şimdi benim oldu” diyerek ahirete azık hazırlama sevinci yaşamıştı. Gazetemizin kuruluşunda maddî ve manevî çok emekleri vardı.
Gazetemizin Kayseri Temsilcisi Ali Göllü ile 1978 yılında Afyon’a bir cenazeye giderler. Cenaze defnedildikten sonra On Yedinci Lem’anın On İkinci Notası okunmuş ve çok duygulanarak “Ali kardeş, inşallah bizim mezarımızda da bu nota okunur” diye oradan ayrılmışlar. Ve bu vasiyet gereği definden sonra bu Nota, “…..kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarıma veda eyledim…” diye okunduğunda, herkesin kalbini ayrılık hüznü sarmıştı, Sungur ve Fırıncı Ağabeyler adeta onunla mezara girer gibi bir hal almışlardı. Ama mütevekkil insanların “terhis teskeresi” diye bildikleri ölümün gerçek yüzünden dolayı ağlamıyorlardı, sadece “Makamı cennet olsun!” diyorlardı.
Güneşin zayıf ışıkları, Erciyes’in zirvesine zevâle doğru giderken, “Ali Ağabey” de ebed cânibine kavuşmuş oluyordu. Eylül 1979’dan 14 Nisan 2007 yılına kadar geçen yirmi dokuz yıllık maddî beraberlik noktalanıyor, ama manevî beraberlik devam ediyordu. Çünkü “Birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz cenupta, birimiz şimalde, hatta birimiz dünyada ve birimiz ahirette bile olsak bir ve beraber olmamıza engel değil”dir.
Hacılar’da doğup Kayseri’de vefat ederek, Hacılar’da manevî hizmetlerde beraber olmak, her faniye nasip olamayacak bir güzellikti. Bana göre o, Risâle-i Nur hizmetinde Kayseri’nin “markasıydı”, hem de emsâli olmayan bir “marka”.
Gün iyice ihtiyarlamış, güneşin gurubuyla Kayseri’nin manevî direği “Mutlu Ağabey” de “El-mevtü hakkun” hükmünü imzalamıştı!..
ALİ MUTLU AĞABEY’E
Erciyes kucağı, şirin Hacılar
“Ali Mutlu” diye evlâdın vardı.
Ardı ardınadır bazı acılar,
Nurun hizmetkârı, Nur’a mazhardı…
İman hizmetinin, yılmaz eriydi.
Hamiyet yolunda öncü seriydi.
Bir ömür boyunca Nur askeriydi.
Hizmet erbabına kanat açardı…
Sağlıkta son dönem biraz yoruldu,
Yine de hizmete tümden sarıldı,
Baharda ukbâya birden çağrıldı,
Yaşanacak menzil nurlu diyardı.
Unutulmaz hizmetlerin hamisi,
Beratına şahit şanlı mazisi,
Cümle Nur Ehlinin Ali Abisi
Gel dedi Mevlası Hakiki Yârdı…
Ali Mutlu diye kahraman vardı
Sabri Yiğitoğlu
Cenazeye katılanlar ne dedi?
Kayseri’deki cenazeye katılanların başında Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin talebelerinden Mustafa Sungur ve Mehmet Fırıncı vardı. Prof. Dr. Ahmet Coşkun, gazetemizin Bölge Temsilcisi Ali Göllü, AKP Kayseri milletvekillerinden Mustafa Elitaş, Büyükşehir Belediye Başkanı Av. Mehmet Özhaseki, KSO Başkanı Mustafa Boydak, KTO Başkanı Hasan Ali Kilci, Şair- Yazar Sefer Akgül, Eğitimci- Yazar Mehmet Ali Bektaş ve yakından-uzaktan gelen can dostları vardı.
Cenazeye katılanların bir kısmının görüşlerini almaya çalıştım. Herkese ulaşamadığım için beni bağışlasınlar, sizleri bu ifadelerle baş başa bırakıyorum.
İlerlemiş yaşına rağmen cenazeden geri kalmayan Üstadın talebelerinden Mustafa Sungur Ağabeye, “Bir cümle ile Ali Mutlu’yu nasıl tarif edersiniz?” diye sorarken, bizi dinleyenlerden biri “Sadık biriydi” deyince, Sungur Ağabey:
“Hayır kardeşim o sadık değil, çok sadıktı!” diye cevap verdi.
Mehmet Fırıncı (Bediüzzaman’ın talebesi): “O hizmetin direği idi.”
H. Ömer Lütfi Mutlu (Ali Mutlu’nun ağabeyi): “Kardeşimdi, ama onu tasvir edemem, tüm hayatı Risâle-i Nur hizmetiyle geçti, ona imreniyorum.”
Hacı Kasım Mutlu (Kardeşi): “Boş vakti olmazdı. Sadece bizim değil, herkesin ağabeyi idi.”
Ahmet Mutlu (Kardeşi): “Risâle-i Nur’u tanıdıktan sonra bütün mesaisi onu anlayıp, yaşamaktı.”
Bekir Mutlu (Yeğeni): “Bütün varlığını hizmete feda eden, hayatını Risâle-i Nur’a adamış bir insandı.”
Hüseyin Mutlu (Hala oğlu): ”Onu anlatmak için kelimeler yetmez ki!”
Dr. Ali Mutlu (Oğlu): “Önce dâvâ büyüğüm, sonra babam idi.”
Zeki Gündi (Üniversite öğrencisi): “Ciddiyetine rağmen mütevazi idi, bir arkadaş gibi insanı dinler, alâka gösterirdi.”
Muzaffer Gençay (Hacılar): “Tertemiz ve nuranî bir insandı.”
Hasan Yılmaz (Kayseri): “Hizmetin çekirdeği ve ağacıydı.”
Hasan Tahsin Kene (İstanbul): “Maddî ve manevî olarak Üstada lâyık himmetli ve gayretli bir talebeydi.”
Şeref Işık (Kayınbiraderi): “Hizmette öncü bir insandı.”
Ahmet Coşkun (Prof. Dr.): “Risâle-i Nur ve hizmetten başka bir kaygısı yoktu. Önce hizmet, sonra diğer işler gelirdi.”
Mustafa Türkmen (Damadı): “Cömertti. Eskiden, talebeler az iken, bağdan sepetlerle meyve taşırdı, cemaat çoğalınca bağın tümünü vakfetti. Ölümü hep düşünür, ahirete hazırlanırdı, evini bile mezarlığa bakan taraftan aldı.”
Ahmet Taşbaş (Eğitimci): ”Heyacan, şevk ve gayrette bir istisna idi.”
Ahmet Taşçı (Emekli): ”Dâvâ adamıydı.”
Mehmet Mücahit (Eğitimci): ”Bir tarihti, kapandı.”
Remzi Sarıkaya (Esnaf): ”Risâle-i Nur’u yaşamada bir derya gibiydi.”
Hüseyin Koyutürk: “Kutup gibi bir insandı, hayatını hizmete adamıştı.”
A. Kadir Şahin (Elbistan): ”Ali Mutlu denince Nur Talebesi akla gelirdi. Nur Talebesi görmek isteyenin onu görmesi yeterliydi.”
Bekir Demir (Tarsus): “Kayseri’nin hizmet çınarıydı.”
Şaban Akır (Hacılar): “Hoş ve tatlı bir insandı.”
Ahmet Çukadır (Hacılar): “Sağlam inanca sahip sevimli biriydi.”
Maksut Çelik (Hoca): “Arızasız bir şekilde hizmet ehli, maddî ve manevî İslâm kahramanıydı.”
A. Rahman Ceylan (Adana): “İç Anadolunun kutbu, direği ve dâvâ sevdalısıydı. Kendi için değil, hizmet için yaşardı.”
Abdurrahman Aras (İlahiyatçı): “Sadık ve fedakâr bir Nur Talebesiydi.”
Muammer Durak (Kayseri): “Hayatta çok vefalıydı ve hizmet çekirdeği idi.”
Sefer Akgül (Eğitimci-yazar): “Gönül ve dâvâ adamıydı.”
Mevlüt Dursun (Esnaf): “İnce duygulu, nüktedan, ehl-i hizmet bir ağabeyimiz idi.”
Baha Üngören (Esnaf): “İhlâsın insan hayatındaki tecellisi onda vardı.”
Bekir Dursun (Esnaf): “Hizmette bölgemizin temel taşı idi.”
Faris Kaya (Prof. Dr.): “Hizmette kilometre taşı idi. Hamiyetli ve cömertliği ile imrenilecek bir hayatı vardı. Güzel ölümle bunu ispatladı.”
Sabri Yiğitoğlu (Eğitimci-şair): “Hamiyet, sebat, gayret ve sadakatıyla hepimizin ağabeyi idi.”
Ekrem Alpaslan (Esnaf): “Lezzetine doyamadan ahirete intikal etti.”
Nüsret Kocabay (Hoca): “Risale-i Nur hizmetlerinde iyi bir mümessil, has bir şakirtti.”
Mustafa Kuşçu (Esnaf): “1973’te tanıdığımdan beri dâvâ eri idi. Benim gazetem bir tarafa, diğerleri bir tarafa derdi.”
Şerafettin Kartal (İzmir): “Sözlerle ifadesi zordur, Risâle-i Nur’u yaşayan bir hayattı.”
Emin Toker (Esnaf): “Mütevazı ve ehl-i kalb ağabeyimiz idi.”
Mehmet Özevren (Esnaf): “Bir dâvâ adamıydı.”
İsmail Taşbaş (Esnaf): “Risâle-i Nur’u hayatının her safhasına işlemiş bir nakıştı.”
M. Ali Pektaş (Adıyaman): “Şahsî hayatını yaşamamış bir dâvâ adamıydı. İnsanların anlayamadığı asırlık bir çınardı.”
Mustafa Cantekin (Esnaf): “Parmağını oynatacak kadar gücü bile olsa hizmete koşardı.”
Halil Hakkoymaz (Esnaf): “Ali Ağabey bir istinatgâh idi.”
Ömer Mutlu (Oğlu): “Önce hizmet, sonra diğer şeyler gelirdi. O bize değil, biz ona uyardık.”
A. Vahap Mutlu (Yeğeni): “Ben bildim bileli farklıydı, dâvâ insanıydı.”
Celalettin İstanbullu (Emekli-emektar): “Okurdu, okurdu, okurdu. Hizmette maddî ve manevî olarak sadıktı, bir çınardı.”
Osman Kaya (Esnaf): “Hizmete başladığımız günden beri bir ağabey idi.”
Hacı Ali Küsem (Esnaf): “Dâvâsına her şeyini feda edebilen bir kahraman idi.”
H. Şükrü Baktır (Esnaf-Hacılar): “Mutedil, mütevazı, yardımsever, candan, kimseye zararı olmayan hoş bir insandı.”
Mehmet Güntay (Esnaf): “Dünyayı eliyle itip ahirete çalışan bir Nur Talebesiydi.”
Hasan Yılmaz (Kayseri): “Kayseri’de Risâle-i Nur hizmetinin temel taşı idi.”
Hüseyin Akyıldız (Kayseri): “Hizmette fedakâr bir erdi.”
Hasan Sarıoğlu (İmam): “Risâle-i Nur hizmetlerinde er gibi mütevazı kahramandı.”
İbrahimUğurer (Kayseri): “Hizmette mükemmel bir insandı.”
Musa Saçlı (Kayseri): “İhlâsıyla bir ışık gibiydi.”
Kadri Bulut (Kayseri): “Dâvâsı için yaşardı ve onun yolunda vefat etti.”
Tacettin Sivaslı (Sivas): “Kayseri’deki hizmetlerin çekirdeği idi.”
İbrahim Şenozan (Esnaf): “Ağabeyim, büyüğümdü.”
Evet, bu zâtların tesbitlerine katılmamak mümkün değil. Biz az yazdık, siz çok kabul edin.
|