Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça tartışmalar hız kazanıyor. Mitingler yapılıyor. İktidar partisi diğer siyasî partilerle görüşüyor. Aslına bakarsanız, 25 Nisan’a kadar hiçbir şey kesin değil. Başbakan Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olup olmayacağı ile ilgili kesin bir karar verdiğini düşünmüyorum. Kesin kararı 25 Nisan’da öğreneceğiz...
Emre Gönen’le, sadece cumhurbaşkanlığı konusunu konuşmadık. Türkiye siyasetinin genel bir fotoğrafını çektikten sonra, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin bu tablo içindeki yerini irdeledik. Gönen, Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasında bir mani olmadığını, ancak AKP’nin kurumsallaşması ve reform sürecinin devam etmesi için Erdoğan’ın partinin başında olması gerektiğini söylüyor ve herkesin bildiği Özal ve Demirel örneğini veriyor. Toplumun kabul edeceği farklı bir ismin cumhurbaşkanı olmasını Türkiye’nin değişim sinyali olacağını söyleyen Gönen, “Muhalefet, AKP’nin bunu anlayabileceği bir siyasî zemini yok etmeye çalışıyor. Kriz çıkarma üzerine siyaseti bina ediyor. O kadar acıtıcı yöntemler kurguluyor ki, AKP’nin salim kafayla bu açılımları yapmasının önünü kesiyor. Bu siyasî partilerin konsensüsü olmayabilir. AKP toplumdaki konsensüsü görebiliyor, toplumdaki konsensüsü temin edecek bir isim bulması gerekiyor AKP’nin” diyor.
*Türkiye’nin dışa açılmasında bir dirençle karşı karşıya olduğunu düşünüyor musunuz?
Osmanlı’dan sonra Türkiye, derin bir içe kapanma dönemi yaşamıştır. Komşularımızla ilişkilerimizi statükoyu koruma eğilimi içerisinden yürüttük. 1990’lara kadar bu böyle gitti. Bugün Türkiye, müttefikleriyle düşmanlığı karıştırır durumda. Ayrıca Rusya ve İran ne yapıyor farkında bile değiliz. Dış dinamikleri okuma konusunda ciddî sıkıntılarımız var. Yabancı sermayenin gelişiyle, Türkiye dış dünya ile bütünleşmeye başladı. Bence TSK dogmaların bekçisi gibi görünse de uluslar arası entegrasyonun önemini çok iyi biliyor.
*Bazı analizciler askerin AB’yi destekleyip desteklemediği konusunda tereddütler olduğunu söylüyor...
Bence sorun AB yüzünden çıkmıyor. 1960 ihtilâlinden sonra asker gündelik siyasette olmaması gereken noktaya geldi. Demokratik normlarla işleyen bir ülkede asker, gündelik siyasetin herhangi bir yerinde yer alamaz. Kamuoyuyla paylaşacağı konular, uzun süren sorunlu alanların olduğu yerlerdir. İki sene savaşırsınız, üçüncü sene İngiltere Genelkurmay Başkanı gibi, “Irak’ta işler iyi gitmiyor” diyebilirsiniz, yoksa siyasî partilerle diyaloğa girmezsiniz.
*Ama Türkiye’nin hiçbir dönemde bu kadar tehlike altında olmadığı söyleniyor ve ordunun rejimi koruduğu söyleniyor.
1960 ihtilâlini meşrû göstermek için laiklik ve cumhuriyet Silâhlı Kuvvetlerin güvencesindeymiş gibi yalanlar uyduruldu. Türkiye’deki rejim halkın güvencesindedir. TSK’da o rejimin bekasını dıştan gelecek tehditlere karşı korumakla görevlidir. Türkiye cumhuriyeti gençlere emanet edilmiştir, Silâhlı Kuvvetlere değil.
*Bunun ülke bütünlüğüne yönelik bir ayrışma doğurduğu doğru mu?
Hiçbir ülkede gerçek bir bütünlük yoktur. İnsanlar genel ilkeler çerçevesinde beraber yaşarlar. Ortak değerler vardır, ona sahip çıkarlar. Demokrasi budur.
*Ama devletin tepesinden farklı sesler çıkıyor. Bu bölünmüşlüğün göstergesi mi?
Bunun adı kötü yönetim, bölünmüşlük değil. Halka baktığımızda TC vatandaşı olmakla temel sorunu olan bir kitle karşımızda yok. Herkes iyi bir vatandaşlık statüsünü, özgürlük alanının genişlemesini istiyor. Türkiye böylelikle gelişiyor. Anlamsız yasakların giderek kalktığı, iyiye giden bir Türkiye var karşımızda. Türkiye toplumsal barışını tesis etme yolunda kendi iç dinamikleriyle ilerliyor.
*Şu anda statükocular tehdidi AKP’nin kendisi olarak algılıyor?
AKP, seçmen kitlesiyle kurduğu diyalogla statükoya karşı bir değişim yürüttü. Bizim kendi tabularımız var. Kendimizi objektif konumlandırıp da “Bu da Türkiye’yi böyle geliştirdi” diyemiyoruz. Çünkü siyasî elitin tıkanmışlığı söz konusu. Türkiye’de rejim sorunu yok. Böyle olduğu halde bütün tartışma bunun üzerinden yürüyor. Bazı kesimlerde kriz olmazsa, biz nasıl siyaset yapacağız endişesi hakim. Onun için de sürekli kriz icat ediliyor. Bazı devlet kademeleri Kemalizmin kaleleri olarak ifade ediliyor ve her şart ve koşulda buraların AKP’den savunulması gerektiği söyleniyor. Bu da çok tehlikeli bir söylemdir.
*AB reformlarını irticaî faaliyetler için ortam hazırlamak için yapıyorlar değerlendirmesine katılıyor musunuz?
Ben irticaı getirmeye çalışıp da demokratik reform yapanı dünyada görmedim. Totaliter rejim kurmak istiyorsanız, bunun yolu demokrasi değildir. Demokratik hak ve özgürlük alanının geliştirilmesi, daha fazla şeffaflık birilerinin özlemini çektiği darbeleri önler. Ben şu anda geçmişin özlemini çekecek bir durumda olduğumuzu düşünmüyorum. Muhalefettir, yapar diyeceksiniz, ama biraz muhalefetin de inandırıcı olma zorunluluğu var.
* Siyasî olarak çalkantıların yaşandığı Türkiye’yi bir bilim adamı olarak nasıl tanımlıyorsunuz?
Türkiye Türkiye’dir, ne Batılı, ne Doğulu... Türkiye’nin sorunu müreffeh, daha demokratik bir hayat, yoksa Türkiye’nin İslâmla sorunu yok. Bu topraklar üzerinde İslâmı tanıyan güçlü devletler kuruldu ve İslâm dünyasını beş asır boyunca korudu. Türkiye’nin ona, buna benzemek gibi bir sorunu yok. Türkiye kendine benziyor, kendine benzemekten gayet memnun. Kimseyi de kendine benzetmek gibi bir derdi de yok. Kendine benzetmeye kalksaydı, beş yüzyıl yaşadığı Balkanları kendine benzetirdi, ama herkese kendi kültürünü yaşatmıştır. Benim sevdiğim bir din adamı, “ümmet kavramı tüm insanlığı kapsar” diyor. Hz. Muhammed’in ümmeti tüm insanlık diyor. Bunu AB’de bilen olduğunu hiç sanmıyorum.
Başbakan da iki de bir çıkıp “İslâm barış dinidir” diyor, boşuna söylemiyor, inandığı için söylüyor. Buna başbakanın inanması yetmiyor, bizim AB’yi de buna inandırmamız gerekiyor.
*Son zamanlarda yaşanan cumhurbaşkanlığı tartışmalarına ne dersiniz?
Her dönemde cumhurbaşkanı tartışmaları olmuştur. “Ben bu Meclisi beğenmedim, bundan sonraki Meclis cumhurbaşkanını seçsin” yaklaşımını doğru bulmuyorum. Seçim kanununu oluşturanlar, “Kürtler ve İslâmcılar Meclise girmesin” diye yaptılar, gelinen nokta ortada. Bence cumhurbaşkanı konsensüsle seçilmeli. Ayrıca cumhurbaşkanı ve parlamento seçimleri bittikten sonra, birçok gelişmenin hızlanacağını düşünüyorum. 2007 dönemeci çok önemli, bu dönemeci AKP alabilirse toplum başka partileşme süreci isteyecek, gelişme isteyecek.
*Peki, Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olursa kriz olur mu?
Krize girmez. Özal’ın zamanında da krize girmedik, ama bir takım iç dinamikler kırılıyor. AKP’nin kalıcı bir parti olması için Erdoğan tarafından bir dönem daha yönetilmesi lâzım. Ondan sonra Erdoğan istiyorsa, paşa paşa cumhurbaşkanı olsun. İcranın başı cumhurbaşkanı değil, başbakandır. Tayyip Erdoğan çok iyi bir cumhurbaşkanlığı yapsa da başarı hanesine bir şey yazılmayacak. “İşler tam rayına otururken koltuk uğruna gitti, bak ne hale geldi” denebilir. Erdoğan’a karşı “Senin cumhurbaşkanı olmaya hakkın yok” şeklinde bir muhalefet yapıyorlar bu çok acıtıyor. Başbakanı bu zayıf tarafından vuruyor.
*Tabiî eşinin başörtülü olmasının tartışma konusu yapılması...
Şimdi size ne evli adamın eşinden. Bir noktadan sonra benim asabım bozuluyor. Yurt dışında bizi Newyork’taki evsiz kadınların giyim tarzıyla temsil etmeye kalkan yetkililer gördük. Olmaz TC’yi o şekilde temsil edemezsin. En sonunda başbakanı acıttığı yerden vuruyorlar. Duyguları mantığına galebe çalar, “Hadi engelleyin bakalım” noktasına gelebilir. Ama başbakan olarak yapacağı çok iş var...
*Cumhurbaşkanı konsensüsle nasıl sağlanacak?
Güvenebileceğin bir adayı, ancak cumhurbaşkanlığına aday gösterebilirsin. Tabiî ki herkesi memnun edemezsin, muhakkak ki itiraz sesleri çıkacaktır. Perinçek’i, Kerinçsiz’i, Baykal’ı kimse dinlemez, ama Ağar’ı dinler...
* Ecevit de Sezer’i cumhurbaşkanı seçtirdi, ama Sezer müzmin muhalif oldu. Bu büyük bir risk değil mi?
Onu ben bilemem... AKP bürokrasiyle ve akademiyle ciddî ilişkiler kuramadı. Bana sorarsanız, elli yaşındayım, burnundan kıl aldırmayan Türk entelajansiyası tarafından sorunsuz desteklenen tek hükümet budur. Beyaz bir kâğıt verilip, “al ne yazarsan yaz” denildi. O destek varken, hükümet daha çok adım atabilir. Yoksa AKP’ye çok bayıldıkları falan da yok. Bu insanların siyasî bir beklentisi yok. Ankara’dan bu bakınca görülmüyor olabilir, ancak Tayyip Erdoğan İstanbul’da büyümüş bir insan bunu görmeli...
* Türkiye’nin yeni politikalara ihtiyacı var diyorsunuz yani?
Türkiye gelişecektir, başka çaresi yok. Gerçek sol söylemin olduğu yerde, AKP’ye karşı bir esneklik var. Aklı başında solculardan Erol Katırcıoğlu “İrtica varsa bana gösterin” diyor. Toplumda yeni dinamikler var, partiler kendilerini buna göre kurgulamak durumundalar. Bu da özgürlüklerden geçiyor. Bunu kafasında tutan hareketlerin AKP’yle alıp veremediği yok zaten. Ötekilerinde kan dâvâsı var. Onlar da biten bir sürecin son temsilcileri. Bu sürecin bitmemesini istiyorlar, ancak bitti... Sen istemiyorsun diye toplumsal bir süreç durmaz.
* Cumhurbaşkanlığına dönecek olursak, size göre cumhurbaşkanı kim olmalı?
Bu AKP ve CHP’den olmayabilir. Her kesimi kucaklayabilecek bir isim bulunabilir. Bu ülkenin de böyle bir isim çıkarabilmesinin zamanı gelmiştir. Bu Türkiye’nin değişiminin bayrağı olur. O bayrak bir dalgalandı mı, zorluklar kendiliğinden çözülür. Muhalefet AKP’nin bunu anlayabileceği bir siyasî zemini yok etmeye çalışıyor. Kriz çıkarma üzerine siyaseti bina ediyor. O kadar acıtıcı yöntemler kurguluyor ki, AKP’nin salim kafayla bu açılımları yapmasının önünü kesiyor. Bu siyasî partilerin konsensüsü olmayabilir. AKP toplumdaki konsensüsü görebiliyor, toplumdaki konsensüsü temin edecek bir isim bulması gerekiyor AKP’nin. 2007 düşündüğüm şekilde geçerse, ondan sonra başka şeyler konuşacağız. Türkiye insanlarının kafası mı kapalı, açık mı tartışmalarını aşıp, ciddî konulara eğilebileceğiz.
|