22-24 Mart tarihleri arasında Antalya Belek Gloria Golf Resort Otel’de gerçekleştirilen “Uluslararası Nehir Havzaları Yönetimi Kongresi”nde Uluslararası Su Enerjisi Birliği (İHA) Başkanı ve DSİ eski Genel Müdürü Prof. Dr. Doğan Altınbilek ile görüştük. İHA’yı ve yaptığı çalışmaları Yeni Asya’ya değerlendiren Prof. Dr. Altınbilek, Türkiye’nin kalkınması için daha fazla baraj inşa etmesi gerektiğini söylüyor. Altınbilek Hoca, yapılacak seçimler sonrası kurulacak yeni hükümetin başbakanını da “iktidar süresince bin gölet yapma hedefi koymaya” çağırdı. Şehirler ile kırsalın ekonomik olarak böyle bir proje ile eşitlenebileceğine işaret eden Altınbilek, dünyadaki gelişmiş ülkelerin meydana getirdiği lobilerin yeni barajların yapılmasına karşı çıktığına dikkat çeke-rek, bu ülkelerin kendi menfaatleri için yeni barajlar istemediklerini kaydetti.
* Uluslararası Su Enerjisi Birliğinden başlarsak, bu kurumu bize anlatır mısınız?
Uluslararası Su Enerjisi Birliği 1995 yılında UNESCO şemsiyesi altında kurulmuş, hidroelektrik enerjinin sürdürülebilir bir şekilde geliştirilmesi için gerekli çalışmaları, lobi çalışmalarını yapan bir dernek. Merkezi İngiltere’de, 85 ülkede bin 800 tane üyesi var. Ve bütün kıtalardaki en büyük hidroelektrik ürecisi şirketleri de bizim derneğimizin üyesi. Bütün kıtalardaki büyük şirketler bizim üyemiz. Bütün türbin ve jeneratör üreticileri bizim üyemiz. Bir de kurumsal üyelerimiz var. Türkiye’de de Türkiye Su Enerjisi Birliği diye bir derneğimiz var. Bu dernek Uluslararası Su Enerjisi Birliği’nin Türkiye’deki uzantısıdır. Biz bu derneğin dünya kongresini 29-31 Mayıs 2007’de Antalya’da Talya Oteli’nde yapacağız. 250’ye yakın uzman gelecek. Sürdürebilinir hidroelektrik enerjisi geliştirilmesi konusunda görüşmeler yapılacak. Bu toplantıya sayın Süleyman Demirel, Enerji Bakanımız, Enerji Bakanlığı Müsteşarı ve Türkiye’deki bu konu ile ilgili dernekler katılacak. Süleyman Bey’e de bir ödül verilecek. Ben bu derneğin 4 senedir başkanıyım.
* Eski bir genel müdür olarak DSİ’nin Türkiye’deki fonksiyonu nedir?
DSİ’nin üç tane fonksiyonu var. Bir tanesi içme suyu sektörü. Türkiye’nin 100 binden fazla nüfusun barındığı şehirlerine içme suyu sağlamak. Şimdiki Genel Müdürümüz diyor ki, “Biz 3 bin ve aşağıdaki nüfusun barındığı yerleşim birimlerine de içme suyu sağlayabileceğiz.” Bu güzel bir şey. Ama büyük ölçüde büyükşehir belediyeleri içme suları için protokollerle geri ödemeyi kabul ediyor. Ankara’ya, İstanbul’a, İzmir’e bir şey yapılacaksa DSİ bunu yapıyor, fakat ödemesi büyükşehir belediyelerinin içme suyu ile ilgili ASKİ, İSKİ, İZSU gibi kurumları tarafından yapılıyor. Enerji konusunda da devlet büyük barajları yapmaya çalışıyor. Ama küçük barajları, hidroelekrik santralleri özel teşebbüse yaptırıyor. Şu anda 915 tane başvuru var. Ama esas geri kalan şey DSİ’nin bir de çevre sektörü var. Ki bunlar çok küçük projelerdir. Ama esas büyük olan geri kalan şey sulama sektörüdür. DSİ tarımsal sulama projelerinin yürütüyor.
* Dünyanın barajlara yaklaşımı nasıl?
Dünyada, biliyorsunuz, barajlara karşı bir akım var. Büyük barajların yapılmasını istemiyorlar. Büyük barajları yenilenebilir olarak kabul etmiyorlar. Bu da kalkınmamış ülkelerdeki barajların yapılmasının önünde engel oluyor. Kongredeki sunumlarda gördük ki, ne kadar çok baraj olursa o ülke o kadar zengin oluyor. Bunu Büyük Barajlar Komisyonu Başkanı bilimsel verilerle gösterdi. Ama gel gör ki, büyük ülkelerde daha çok büyük barajlar var. Küçük ve gelişmekte olan ülkelerde barajlar yok. Afrika’nın hidroelektrik potansiyelinin yüzde 7’si kullanılmış. Şimdi Afrika baraj yapmaya kalkıyor. Büyük barajlardan yararlanan Norveç, Amerika ve diğer gelişmiş ülkeler ‘Bu barajlar sürdürülebilir değil, ekolojiye zararlı, nehir havzasında hipopotamlar ne olacak’ gibi nedenlerle insanlara barajlara yaptırmıyorlar. Afrikalılar da diyorlar ki, ‘Biz nasıl kalkınacağız? Nasıl enerji sağlayacağız?’ Bu çok büyük bir sorun. Adamlar kendi barajlarını yapmışlar, 1970’lerden bu yana. Türkiye’yi kalkındıracaksan en kolay şey oraya bir baraj yapmak. Hem enerji sağlamak, hem su sağlamak. Böylece o kalkınmayı sağlamak.
* Büyük barajlar yapılmak istendiği zaman, bir muhalefet oluştu son zamanlarda. Meselâ Ilısu Barajı ile ilgili bu durum söz konusu?
Maalesef öyle. Ben aynı zamanda DSİ eski Genel Müdürüyüm. 1996-2000 yılları arasında DSİ Genel Müdürlüğü görevinde bulundum. Ortadoğu Teknik Üniversitesinde de (ODTÜ) hocaydım. Ilısu Barajı’nın gelişmelerini ilk biz hazırladık. Ve ilk protokolleri ile pazarlıklarını biz yapmaya başladık. Maalesef bu çevre konuları çok dile getirildi. O zaman Irak’ta da bir başka lider vardı. (Saddam) Sonradan asılan diyelim. O zaman şirketleri tehdit etti. ‘Türklerle bunu konuşmaya devam ederseniz, sizi kara listeye alacağız’ diye. Uluslar arası anlamda hiçbir firma bu baraj inşaatında yer almak istemedi. Buna çevre etki değerlendirmesini de bahane ettiler. Olaylar bu noktada kaldı. Bu olayın üzerinden neredeyse 7-8 sene geçti. Halbuki o baraj vaktinde yapılabilseydi, şimdi devreye girmiş olacaktı. Yılda Cizre Barajıyla beraber 300 milyon dolarlık enerji üretecekti. Türkiye’de önümüzdeki yıllarda bir enerji sıkıntısı bekleniyor. Eğer bu baraj yapılabilseydi, Türkiye’ye tam ilaç gibi gelecekti. Böyle bin 200 mgw gücündeki bir barajın devreye girmiş olması bu sıkıntıyı birkaç sene geriye atabilecekti. Maalesef şimdi bundan yoksunuz. Bu işte dünyadaki sivil toplum örgütlerinin çalışmaları sonucunda oradaki Hasankeyf’i, Siirt’in atık suyunun göle karışmasını bahane etmeleri karşı çıkmaları sonucu bu noktaya gelindi. Halbuki bugün Siirt’in kanalizasyonu ve arıtma tesisi yapılıyor. Baraj yapılana kadar bunları yapmayı zaten biz söz vermiştik. Şu anda Ilısu Barajı için çok daha iyi bir çevre etki değerlendirme (ÇED) raporu hazırlandı. Hasankeyf için ciddi projeler hazırlanıyor. Zaten Başbakan barajın Hasankeyf’i etkilemeyeceğine dair söz verdi halka. O çalışmalar da yürüyor. İnşallah o baraj da memleketimize kazandırılacak. Çünkü Ilısu Barajı Türkiye’nin kalan en büyük barajıdır. Yani ondan daha büyük bir baraj yok Türkiye’de yapılmayan. Yani güç açısından bin 200 megawatlıktır. Bu gücün üstünde yapılması beklenen başka bir baraj yok.
* Ilısu Barajı’nı konuşmuşken GAP’a gelecek olursak. Takip edebiliyor musunuz GAP ne aşamada?
Sulamalar Türkiye’deki suyun yüzde 75’ini kullanıyor. Sulama sektöründe sulama projelerinin tamamı bitmiş değil. 8.5 milyon hektar sulanacak alanımız var. Daha 5 milyon hektarı bile sulanmamış vaziyette. 3.5-4 milyon hektar daha sulanacak alan var. Ama mevcut sulamalar da iyi gitmiyor. GAP’a da yeterli yatırım yapılamıyor. 2000’li yıllarda Türkiye IMF ile stand-by anlaşması yaptığından bu yana devletin yatırımları IMF kontrolünde pek büyük olamadı. Olamayınca da bu sulama sektöründe gerekli yatırımlar yapılamadı.
Evet tarım sektöründe ciddi bir ilerleme olmadığı ortada. Bakın GAP projesi 2000 yılında 212 bin hektar sulanmış alan vardı orda. Şu anda da 250 bin hektar bile değil, 240 bin hektar civarında. Halbuki 1.7 milyon hektar alan sulayacağız. Eskiden yüzde 12 idi, şimdi yüzde 14 civarında GAP’ta sulanan arazi oranı. Enerji sektöründe GAP’ın üreteceği enerjinin yüzde 75’ini üretiyoruz. Ilısu ve Cizre Barajı’nı yaparsak yüzde 90’a çıkacağız. Ama tarım sektöründe barajlarımızda 1 milyon hektar alanı sulayacak suyumuz var. Biz sadece 240 bin hektar alanı suluyoruz. Su hazır, depolanmış. Kanallarını yapabilsek geçip gidecek. Bizim bunu bir an önce yapmamız lâzım. Bakın Mardin-Ceylanpınar sulamalarının Batman sulamasını ve Kralkızı sulamasını yapabilirsek, 4 tane daha Harran Ovası sulamış olacağız. O zaman GAP bütün haşmetiyle ortaya çıkacak. Ve orası tarım ziraî ürünlerinin sanayiye dönüştüğü, ihraç edildiği bir yer olacak. Gerek tekstil, gerek gıda mamülleri ve diğer yan sanayi ürünleriyle... Bütün bu ürünleri komşularımız Suriye, Irak ve diğer ülkelere ihraç etme imkânımız olacak. GAP’ın muhteşem dönüşü o zaman olacak. Bu yüzden mutlaka bunların yapılması gerekiyor. Büyük projeler bazında bunların yapılması gerekiyor. GAP Türkiye’nin en iyi projesi.
* Hükümete ‘su ile kalkınma için’ neler tavsiye edersiniz?
Biliyorsunuz, bu iktidar zamanında sayın Başbakan duble yollar yapılması noktasında büyük hedefler koydu ve bu konuda son 5 yılda pek çok yatırım yapılabildi. Aynı şekilde başbakan konut yapma konusunda da büyük hedefler koydu. Toplu Konut İdaresi (TOKİ) vasıtasıyla bu konuda hamleler yapılıyor. Mortage Yasası çıktı. Bu konuda çalışmalar yapıldı. Ben sayın Başbakan bu hamlelerini ilan ettiği zaman 5 yıl önce ‘ah keşke bin tane de gölet yapacağım deseydi’ dedim. Çünkü bin tane gölet 5 senede istenirse yapılabilir. Bin tane yapılamazsa da 500 tane yapılabilir. Yani her gölet 1-2-3- köyü kurtarır. Türkiye’de kırsal kalkınma konusunda bir refah sağlar. Biliyorsunuz, en fakir, köylümüzdür. Bir sanayi işçisi bir tarım işçisinin üç katı para kazanır. Köylüyü ne kadar desteklerseniz destekleyin, o çok iyi bir hayat yaşayamaz. En çok yardımı ve desteğe ihtiyacı olan köylümüzdür. Türkiye’nin kalkınması ne zaman olacak biliyor musunuz? Köylerle şehirler aynı olduğu zaman.
GAP projesi ile birlikte, bir yandan da Konya Ovası projesi başlıyor. Mavi Tünel ile birlikte... Bu da güzel ve önemli bir proje. Ama bir de göletler yapıp kırsal bölgeleri kalkındırmak gerekiyor. Binlerce göletler yapılmalı. Türkiye’de köy bazında refahı sağlamak lâzım. Bunların önümüzdeki yıllarda mutlaka yapılması lâzım. Türkiye yavaş yavaş IMF baskısından da kurtuluyor. Sayın Başbakanın önümüzdeki seçimlerde bu projeyi hedef olarak koyarsa, Türkiye için faydalı olur. Keşke danışmanları ona böyle bir projenin ehemmiyetini anlatabilseler.
* Türkiye hidroelektrik potansiyelinin ne kadarını kullanıyor?
Şu anda Türkiye mevcut potansiyelinin yaklaşık yüzde 40’ını kullanıyor. Daha yarısından fazla proje var. Bu projeler büyük ölçüde özel teşebbüse bırakıldı. Özel teşebbüs gerçekten çok büyük bir hamleye başlamak üzere. Herkes her türlü lisans için başvurdu. Alınabilecek lisans neredeyse çok az kaldı. Ama şimdi 10 yılda, hatta 20 yılda gelişecek bir potansiyeli biz ne yapmaya çalışıyoruz? 5 yılda geliştirmeye çalışıyoruz. O yüzden pek çok da zorluk var. Yani sadece lisans almaktaki, bürokratik işlemlerdeki zorluktan bahsetmiyorum. Proje yaptıracak firmalar da oluyor. Tünel kazacak firmalar da oluyor. Türbin-jeneratör ısmarladığınız zaman iki seneden fazla süre veriyorlar. Bir de bunların finansmanını sağlamak lâzım. Yani milyarlarca dolar finansman sağlamak lâzım. Acaba Türkiye’nin şirketlerinin gücü bu kadar finansmanı almaya gücü yetecek mi? Çünkü Hazine garantisi filan yok. Yani böyle zorluklar var. Ama bu zorlukların aşılacağına ve hidroelektiriğin de çok iyi bir noktaya doğru gittiğine inanıyorum.
* Son Enerji Kanununda nehir santralleri gündeme geldi. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Nehir santralleri ve genelde yenilenebilir enerji geldi. Yenilenebilir enerjinin bir desteği vardı. Devlet, 7 sene boyunca yenilenebilir enerjiden, bir sene önceki enerji fiyatları ortalamasından almayı vaad etmişti. Devlet bu işler hızlansın diye bu teşviki arttırdı. 10 sene almayı garanti etti. Ve yabancı kredi alınabilsin diye devlet üretilen enerjiyi minimum 5, maksimum 5.5 euro centten satın almayı garanti etti. Böylece şimdi özel teşebbüs yabancı bir bankaya gidip ‘ben ürettiğim elektriği devlete 10 sene satabileceğim’ deme imkânına kavuştu. Bu durum 2011 yılına kadar bitecek santraller için söz konusu şimdilik. Bu bence özel teşebbüse çok güzel bir destek oldu. Rüzgâr enerjileri için yeter mi, onu zaman içerisinde göreceğiz. Ama hidroelektrik santralleri için çok faydalı bir şey. Nehir santralleri de eskiden beri DSİ tarafından belki de yeterince etüd edilememişti. Şimdi çok daha kapsamlı olarak özel teşebbüs tarafından ele alınacak.
* Sınır aşan sular konusunda neler söylemek istersiniz?
Bizim bu konuda önerdiğimiz bir plan var. Üç aşamalı plan dediğimiz bu plan, iki ülkenin toprak kaynaklarını, su kaynaklarını belirleyelim. Sonra en uygun planı yapalım. Bu çok da uygun bir plan esasında. Yani ne yapıyoruz? Meselâ burada bir havza yönetim kongresi yapıyoruz. Havza yönetimi dünyada en yaygın yaklaşım. Havzanın bütün su kaynaklarını, toprak kaynaklarını ve bütün ihtiyaçlarını üst üste koyuyorsunuz ve onlara bakıyorsunuz. Fakat bizim komşularımız bunlara yanaşmıyor. Yani onlar müktesep su haklarından bahsediyor. Yani biz binlerce yıldır bu suları kullanıyoruz. Tabiî ki bu konuda haklılar. Fakat bizim de çok kuvvetli bir tezimiz var o da şu: Fırat ve Dicle’nin suları yüzde 90’ı bizden çıkıyor. En az da biz kullanıyoruz. Yani biz bunun cefasını da çekiyoruz. Doğu Anadolu’da kış aylarında çok uzun bir kış oluyor. Halkımız okula çocuklarını yollayamıyor. Hamile hanımlar hastanelere yetiştirilemiyor. Bunları hep yaşıyoruz. Metrelerce karın altında kalıyorlar. Mesela tâ Erzurum Palandöken Kayak Merkezi’ne düşen su önce Türkiye’den, sonra Suriye’den, sonra Irak’tan geçiyor ve Körfez’e dökülüyor. O su bile Fırat nehrinin parçasıdır. Erzurum’da Kars’ta ve Erzincan’da kış kolay mı? Bunun cefasını çekiyoruz. Sonra köylümüze ne diyeceğiz? ‘Bu su Suriye ve Irak’ındır bu suyu size veremeyiz’ mi diyeceğiz? Suyun yüzde 90’ı bizden çıkıyor. Esasında sorun da yok.
Dicle ve Fırat’ın suları o kadar fazla ki bir Nil Nehri kadar var. Ve şu anda bu sular tamamen kullanılmış da değil. Suların fazlası Körfez’e akıyor. Yani bu suların yüzde 20’si Körfez’e kullanılmadan akıyor. Demek ki biz bu suları doğru kullansak, hem Türkiye’nin, hem Suriye’nin, hem de Irak’ın ihtiyaçlarına uzun süre yetecektir. Türkiye ne yapıyor? Başbakan da söyledi, DSİ Genel Müdürü de söyledi. Biz borulu sulamaya geçtik. Borulu sulamanın yatırım maliyetleri kanaletli sulamalara göre 2.5 kat daha yüksektir. Niye borulu sulamalara geçtik? Çünkü yüzde 20 su tasarrufu yapıyoruz. Yani mevcut suyu daha optimum bir şekilde kullanıyoruz. Bu sebeple tuzlanma, göllenme olmayacak. Komşularımızın da bunu yapması lâzım. Herkes yüzde 20 tasarruf yapsa, bu su herkese daha uzun süre yetecektir.
|