Türkiye, son bir yıla yakındır iç politikaya kapandı. Avrupa Birliği üyesi ülkelerden yükselen bazı olumsuz sesler, içerdeki ulusalcı damara tepki pompaladı.
Hükümet ise, seçim yılı diye milliyetçi hassasiyetleri öne çıkardı. AB’nin müzakere maddelerini askıya almasına rest çekti. Kopenhag Kriterleri yerine “Ankara Kriterleri” ile yola devam edileceğini söyledi. Bunlar belki iç kamuoyu açısından ve Avrupa’nın aymaz bazı liderlerine cevap anlamında kabul edilebilir açıklamalardı.
Ancak Avrupa ile AB farkına dikkat ettiğimizde, bizi kurumsal ve ortak değerler etrafında görüşme masasına alan bir topluluk olduğunu dikkate almak gerekiyor.
Her ne kadar AB’de belirleyici ülkelerden; Almanya’da Hıristiyan Demokratların imtiyazlı ortaklık fikri, Fransa’da Sarkozy’nin Türkiye’yi dışlayıcı mesajları olsa da, devletler hukuku, uluslar arası antlaşmalar ve yükümlülükler ile iktidar sorumluluğu, bir partinin veya görüşün seçim öncesi beyanlarından farklıdır.
Nitekim Almanya’da Sosyal Demokratlarla iktidar ortağı olan Başbakan Angela Merkel, Türkiye konusunda önceki taahhütlere ve koalisyon mukavelesine bağlı kalacağını belirtti.
Benzer şekilde Ermeni Diasporası ile özel ilişkilere önem veren ve Ermeni lobileri ile daha sıkı olan Fransa’nın eskiden beri çelişkili tutumlarını biliyoruz. Amerika’nın da Ermeni lobisinin etkisinde olan Demokratlarla olan yakınlığı da gözden kaçmamaktadır.
Fransa’nın muhafazakar sağı Ermenilere yakınken, Amerika’da Demokratlar daha duyarlı davranıyor. Buradan anlaşılıyor ki, ideolojik yelpaze ve parti görüşleri Türkiye’ye bakışı etkilese de, esasında ikili diyaloglar, kendimizi tanıtma ve kamuoyunu etkileyecek mesajları doğru verme yönündeki çabalar daha etkili oluyor.
AB süreci ve kurumsal diyaloglarla alınan mesafe, Avrupa halklarının Türkiye’yi algılaması ile kıyaslandığında daha pozitif sonuçlar görmekteyiz. Avrupalının kafası gerçekten karışık. Siyasîlerin seçim dönemlerinde Türkiye lehine veya aleyhine tutumları seçmenler üzerinde etkili oluyor.
Avrupa entelektüeli, Türkiye’yi doğru yorumlamada zorlanıyor. Halklar ise, gördükleri ve kültürel ortamda tanıdıkları Avrupa’daki vatandaşlarımız üzerinden gözlem ve değerlendirme yapıyor. Ya da turizm açısından farklı gördüğü Türkiye ziyaretlerinde, çok da bizi tanımlamayan ve değerlerimizle barışık olmayan tutumlarla algılıyor.
Avrupa ile bilimsel ortaklıklarımız, ticarî işbirlikleri ve ortak proje üretme kültürü ile yürütülen çalışmalar, üst düzeyde ve sınırlı sayıda sanayi kuruluşu ile hükümetler arasında yürümektedir.
KOBİ’ler düzeyinde daha güçlü ticaret ağları, toplumlar arası kültür alışverişleri, ortaklık değerleri, gerçek sivil toplum kuruluşlarının birbiriyle yapacağı antlaşmalar ve kalkınma mukaveleleri başarılı olursa, iki tarafta yakınlık/uzaklık sınırlarını daha doğru tayin eder.
Zaman gösterdi ki, parlamento çoğunluğuna, siyasî istikrar gibi görünen dört buçuk yıllık icraatlara ve AB ile yürütülen başarılı sonuçlara rağmen, “Ankara Kriterleri” adıyla bir yaklaşımdan, felsefeden ve sağlıklı demokrasiden bahsetmek mümkün olmamıştır.
Anadolu’nun verdiği iktidarı Ankara, kendine özgü ve şeklen usullere riayet eden bir işleyişle millî iradeyi etkisizleştirmiştir.
Buradan çıkaracağımız ders, olumlu tarafından bakarak AB müktesebatına daha fazla mesai harcamak, kendimizi Avrupa üzerinden dünya kamuoyuna doğru tanıtmak ve istikrarın ekonomiden ziyade siyasî iradenin yerleşik demokrasi kültürüne geçmesiyle mümkün olacağının farkına varmak olmalıdır.
Müslüman bir ülke olarak kendi içinde tartışmalar ve cepheleşmeler yaşarken, tarihî, kültürel ve siyasî geçmişiyle Avrupa’nın ortasına oturmasını ve bir anda kabul edilmesini beklemek safdillik olur. Demokrasi ödevimizdeki her aksama ve tökezleme, müzakereyi olumsuz etkilemektedir.
Hrant Dink cinayeti, 301. Madde, Şemdinli, başörtüsü, insan hakları, kültürel haklar, azınlıkların mal varlıkları, demokratik eğitim, şeffaflık ve hesap verilebilirlik ile vesayetsiz siyaset konularında atılacak daha ciddi adımlar olduğunu, iç ve dış kamuoyu bilmektedir.
Buna göre, AB’den gelen yeni ve olumlu sinyalleri dikkate alıp, kendi başımıza yetemediğimiz demokrasi olgunluğunu hazmederek, kurumsallaştırma yolunda daha ciddi adımlar atılmalıdır.
Mayıs’ın 9’u Avrupa günü, 14’ü ise demokrasi günü olduğuna göre, bunları özümseyecek yaklaşımlar geliştirilmelidir.
10.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|