Meclisin vesayet altında olduğunu, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hep beraber gördük. Uzlaşmadan dem vuran siyasetçilerin “silâhlı güçle” uzlaşmayı kastettikleri gün gibi su yüzüne çıktı. Bence sorun siyaset sorunudur. Türkiye’deki siyasetçiler demokrasiyi birinci önceliklerine alamadıkları sürece, bu tür felâketlerin yaşanacağını düşünüyorum. Bu krizden çıkan hayırlı hadise ise, halkın doğrudan siyasete müdahil olmasının yolunun açılması girişimidir. Halk, seçim sandığında gerekli demokratik tepkiyi ortaya koyacak, kendine lâyık bir cumhurbaşkanı seçecektir.
Biz de bu süreci Birikim Dergisi’nin genel yayın yönetmeni Ömer Laçiner’le konuştuk. Laçiner, yaşanılan tartışmaları ‘irtica tehlikesi’nden değil, cumhuriyet elitlerinin modernleştirici ideolojisinin çöküşü olarak yorumluyor. Abdullah Gül’ün adaylığının referanduma sunulması halinde destek vereceğini söyleyen Laçiner, “Gül’e ben oy veririm. Çok sevdiğimden falan değil. Şu konjonktür nedeniyle, şu kamplaşma nedeniyle veririm. Gelecekte vereceğim anlamına asla gelmez. Ben bir kuralın yerleşmesi adına bunu yaparım. Ordu vesayetinin kalkması için oy veririm. Çünkü bu öncelikli bir problemdir” diyor.
*CHP irtica tehlikesi çanlarını çalmaya başladı. Rejimin tehlikede olduğunu düşünüyor musunuz?
Türkiye’nin sosyolojisinde bir şey değişmedi. 2002 seçimlerinde başarı kazanan AKP’nin RP çekirdekli bir parti olduğunu ve kendisine oy veren seçmen kitlesinin geçici olduğunu düşündüler. 28 Şubat sürecine benzer bir baskıyla AKP’nin çökertileceği düşünülüyordu. CHP böylelikle iktidar sırasının kendine geleceğini tasarlamıştı. Fakat AKP’nin kısmetli olmasıyla istenilen olmadı. Ekonomiyi iyi yönettiklerine dair algı, AB’den aldıkları destek, Ortadoğu’daki siyaseti CHP’nin görüşünün tam tersine AKP’ye oy kazandırmaya başladı. CHP bu noktadan sonra ortamı gerginleştirmeye “İrticacısınız, gizli gündeminiz var, kafanızın arkasında başka planlar var” propagandasına başladı.
*Cumhuriyet’e bir tehdit mi?
Hayır. Cumhuriyet elitleri şunu anladı ki, mezkez sağdaki boşluk AKP tarafından dolduruluyor. CHP, AKP’nin çözüleceğini ve başka partilerin ortaya çıkacağını düşünüyordu, ama tutmadı.
*Yoksa statü kaybetme korkusu yok mu?
O zaten var. Türkiye demokratikleştikçe yolun sonunun gelindiği görüldü. Ordunun veya ordu çekirdekli kesimin hayat tarzlarının imtiyazlı olmasına dayalı statü tehlikeye girdi. Ben zannediyorum ki, “Ben çağdaşım, muhafazakârlardan üstünüm” görüşündeki insanların imtiyazlarının gitmesine ordunun pek bir şey dediği yok. O feda edilebilir bir şey...
*Ordu için kabul edilemez olan ne?
Ordu yan kuruluşlarıyla, OYAK gibi ekonomik kuruluşlarıyla sağladığı iktisadî imtiyazları, siyaset üzerindeki vesayeti sayesinde kazandığı rantlarını korumaya soyunmuş durumda. Ordu demokratik ülkelerde olmayacak imtiyazının konuşulmasını engelleyecek bahaneye ihtiyaç duyuyor. Bu imtiyazlar uzun süreçte devam etmeyecektir, ancak bunları peyder pey ellerinden çıkarabilirler.
*Toplumsal bir kriz çıkar mı?
CHP, bunun çıkmasından memnun olacaktır. Kriz oldukça, toplum üzerindeki sözde irtica korkularından kendine rant sağlamaya çalışacaktır. Büyükşehirlerdeki orta sınıf, Cuma Müslümanı dediğimiz kesim, sağ partilerin yıpranmasıyla AKP’ye yöneldiler. CHP, AKP’lileri Hizbullah gibi gösterip, sağ kesimden de oy kapmaya çalışacaktır.
*Gelinen noktada “AKP uzlaşsaydı kriz bu noktaya gelmezdi” diyenlere katılıyor musunuz?
Uzlaşma lâfıyla asıl kastedilen, “Cumhurbaşkanı müessesesi anayasada öyle yazılı değil, ama Türkiye’de cumhurbaşkanlığı makamı ordunun ağırlığının hissettirildiği makamdır. Bir yönden cumhurbaşkanı makamı ordunun sözcülüğünü yapar. Cumhurbaşkanlığı ordunun başbakana direkt söyleyemediğini söyleyen veya MGK’da sunduğu tekliflerin yürütülebildiği bir makamdır” anlayışıdır.
*Hürriyet’in genel yayın müdürü Ertuğrul Özkök bile, “Gül’ü kabul ediyoruz” dedi. Gül üzerinde mutabakata varılmıştı sanki?
Abdullah Gül, AKP içinde saygınlığı kabul edilmiş bir siyasetçidir. Dört senedir icraatın başında bir gün bile falso yapmadı. Sakin, aklı başında, uzlaşmaya açık bir insan. Gül seçilse idi, moral anlamda CHP zihniyetinin yenilgisi olacaktı. Gül cumhurbaşkanlığına gelse, ertesi gün öyle bir açıklama yapacaktı ki, “Laik olmayan cumhurbaşkanı buysa, hep bu olsun” denilecekti. O kadar şirin, orduyu kollayan, herkesin sırtını sıvazlayan, bunu içtenlikle yaptığını hissettiren bir devlet adamı olacaktı. Bütünleştirici olacaktı. Eğer bu olsaydı, CHP’nin yıllardır yürüttüğü strateji çökecekti. Abdullah Gül imajı, “Bunlar Hizbullah, bizi testereyle kesecekler” imajını yalanlayan bir durum ortaya koyacaktı.
*CHP, kendini var etmek için bir korku yayıyor diyebilir miyiz?
CHP, DSP’nin çöküşüyle barajı aşmış bir parti. AKP’nin dört yıllık icraatı döneminde hangi ciddî eleştiriyi yapmış. Zaten AKP yıpranmış olsaydı bile, oylar CHP’ye değil, DYP’ye gidecekti.
*DYP demişken siz durumu nasıl buluyorsunuz? DYP bu süreçte “Demokrasi sınavını kaybetti” diye eleştirildi.
Siyaset demokrasi sınavı değildir, Türkiye’de hiç değildir. Türkiye’de büyük partilerin demokrasiyi koruma isteği hiçbir zaman birinci öncelikleri olmamıştır. Ağar, CHP’nin genişleme stratejisini gördü. AKP’nin kendi siyasetini yürütmeye kalktığında attığı geri adımları düşünerek, kendi içinden cumhurbaşkanı seçemeyeceğini düşündü. AKP’nin zorlamaya dayanamayacağını ve içinden bazı milletvekili gruplarının partiden ayrılabileceğini hesapladı. Durum böyle olunca da Ağar’ın DYP’si öne çıkacaktı. Ağar, “Bizim dönemimizde asker konuşamaz. Kürt meselesini çözeriz” diyerek bunun köşe taşlarını daha önceden koymuştu. AKP, Gül’ü aday çıkardı. Muhtıraya karşı duruş sergiledi ve Ağar’a oynayacak alan kalmadı. Eğer AKP Vecdi Gönül gibi bir ismi aday çıkarsaydı, Ağar destek verecekti, ama sonraki siyasetinde, “AKP kendinden bir aday seçtiremedi. Ben olsam kendi adayımı seçtirirdim” diye siyaset yapacaktı.
*Erkan Mumcu’nun “AKP muhalefetle uzlaşmadı, seçim gelince kapımıza geldiler” söylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunlar bahane tabiî, ki öyle olacak. Mumcu veya Ağar Meclise gidip Gül’ün seçilmesine neden olsalardı, seçimlerde seçmene söyleyecek lâfları olmayacaktı. Ancak, “Bu dayatmanın aşılması için AKP’ye destek olduk” diyebilirlerdi. Bütün partiler şu an seçimi düşünüyorlar. DYP bu kararı verirken çok zorlandı...
*CHP dışındaki sol süreci nasıl değerlendiriyor? Siz ne düşünüyorsunuz ?
CHP sol değildir. Toplumun önüne devleti koyan her parti otoriter ve sağ bir partidir. AKP daha çok burjuva parti görünümü vermektedir. Sosyalistler burjuva demokratik toplumunun kazanımlarını bir kazanım olarak görürler. Biz bunun üzerine bir şey koymaya çalışırız. Demokratikleşmenin daha doğrudanlaşmasını savunuruz.
*Sosyalist olarak AKP size daha ehven mi geliyor?
AKP, siyaset ve demokrasi ilkeleri açısından savunmamız gereken bir yerde duruyor. AKP, haksız bir saldırıyla karşı karşıyadır, bunu söylemek zorundayız. AKP’nin cumhurbaşkanı seçmesi hakkını meşrû görüyorum. AKP’yi çok sevdiğimden değil, ilkeli olmak bunu gerektiriyor. AKP’nin eleştirebileceğim pek çok yönü var. Muhafazakârların yıllardır çifte aşağılanmaya maruz kalışlarını belli bir süre siyasete yansıtmalarını anlayışla karşılayabilirim. Ama ben dinî kurallara dayalı bir kamu düzeni kurulmaya çalışıldığında, bunun karşısında olurum. Şu anda benim açımdan AKP kabul edilmezlik sınırını aşmış değildir.
*Başbakan Erdoğan grup konuşmasında, “Elitist cumhuriyet” anlayışına karşı çıktı. AKP’nin burjuva partisi olarak Batıdaki gibi aristokrasiyle mücadele içinde olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Orta sınıfın, ticaretle uğraşan, çalışan sınıfların hareketi aristokrat ve ruhban sınıfının toplumsal hayatı kendi görüşlerine göre belirmesi mücadelesiyle ortaya çıktı. Bizde de askerler aristokrat olmadıkları halde, aristokrasinin fonksiyonunu oynadılar. Geçen mitingte bir kadın “Genelkurmay başkanına memur diyen zihniyet” dedi. Genelkurmay Başkanına memur deyince aşağılanmış oluyor, ama Genelkurmay Başkanı bir memur. Bir adam devletten maaş alıyorsa memurdur. Biz bunlara “asker, bürokrat, sivil zümre” diyoruz. Kendini toplumun kurucusu, efendisi, memleketin sahibi olarak görüyorlar
*Bu süreçte cepheleştirici konuşmalardan kaçınmak gerekiyor galiba?
Tayyip Erdoğan, Baykal’ın oyununa gelmemelidir, cepheleştirici bir dil kullanmamalıdır. Bir iki ufak zorlamayla Baykal’ın dilini kullanmaya hazırmış gibi, buna hiç gerek yok. CHP’nin sağ kesimin oylarını çalmaya yönelik korku üzerinden yürüttüğü bir stratejisi var. Onun için de AKP’nin toplumu yatıştırır bir dil kullanması gerekiyor. Laikçi kesimi ikna etmenin yolu, CHP’nin söylediğinin doğru olmadığını inandırmaktan geçiyor. AKP, CHP’ye savunma vermek yerine, daha teskin edici bir dil seçmeli.
*Peki Baykal’ın cumhurbaşkanını kurumlarla uzlaşarak seçme fikrine ne diyorsunuz?
Burada kurumlardan kasıt TSK’dır. TSK, demokrasiyi koruyan bir kurum değil, işlevi o değil. Burada ‘uzlaş’ derken, ‘ordunun istediği adamı seç’ demek istiyor. Demokrasilerde kurumlar cumhurbaşkanı seçemezler, bu Meclisin işidir. Ordu şu anda belli bir siyasal görüşü temsil eden parti gibi davranıyor.
*TSK’dan yapılan açıklamalardan anlaşılıyor ki, eşinin başı örtülü birinin Çankaya’ya çıkması istenmiyor. Ne dersiniz?
Türkiye’de hayat tarzı bir ayrıcalık olarak algılanıyor. Oturduğumuz bu kafenin bahçesine çarşaflı bir insan geldiğinde, kendi alanlarına bir taciz gibi algılıyorlar. (Taksim’de oturuyoruz) Medenî toplumlarda bunlar problem değildir. Paris’in en şık restoranına gitseniz içeri bir çarşaflı bayan girse kimse yadırgamaz, kimsenin aklına bile gelmez. Uygar toplumlarda bunları tartışmak bile ayıptır. Önemli olan insanların birbirine olan saygısıdır. Ben Hayrünnisa Gül’ü savunurum. Hakkı vardır. Başı açık gidiyorsa, başı kapalı da gidebilir. Abdullah Gül, eşinden mi ayrılacak? Bu aşağılayıcı bir davranıştır. Karısının başını açsın talebi, insan onuruna aykırı bir taleptir.
*CHP’nin tavrı, T.C toplumunu dinden arındırmak üzerine kurgulanmış bir yapı gibi algılanıyor.
Laik, ne kadar çağdaş olduğunu bilemem, ama çağdaş yaşamı benimsemiş insanlar bunu kendine bir imtiyaz olarak algıladı. Türkiye’de her kesimin içine işlemiş bir hastalık var. Biz kimseyle eşit olmayı kaldıramıyoruz.
*Ben muhafazakâr kesimin farklı inanışları ve fikirleri kucaklamaya hazır olduğunu düşünüyorum. Tek tipleştirmeye karşı oldukları kanaatindeyim.
Bu modernleştirici ideolojinin çöküşü. CHP’nin hoşuna gidecek şey, AKP’li kadınların kara çarşaf giymesidir. Böyle olsa, o kadar ferahlayacaklar ki… Sen, ‘kadını peçenin altına saklıyorlar’ diyorsun, ama toplantılarda başörtülü bilgisayar mühendisi bir kız görüyorsun. Buyur işte... ‘Din adamı gericiliğe mahkûm eder’ deme hakkını kaybediyorsun. Sizin teziniz çöküyor. İnsanın kendini başkalarından üstün görmek içgüdüsü vardır, bunlar çirkindir. Bizim cumhuriyetçi elitlerimiz kendi emsali olan Batılılar karşısında kendilerini ezik hissediyorlar. Ne bilgi bakımından, ne davranış olgunluğunda onlar gibi olamıyorlar. Bu düşüklük hissini Müslüman hassasiyetli insanların kendilerinden aşağı olduğu fikriyle telâfi ediyorlardı. Müslümanlar çifte aşağılanma içindeydiler, bu aşağılanmanın birinci periyodunu aştılar. Bu ülkede kendileriyle aynı toprağı paylaşan ‘biz laik, çağdaş insanlarız’ diyenlere karşı, “Yok kardeşim ben de senin kadar çağdaşım” söylemini kanıtladılar. Şu anda siyasî olarak bunu kanıtlamanın mücadelesi vardır. Bu sefer cumhuriyet elitleri “Biz mi aşağıyız?” psikolojisine kapılıyorlar. “Yok olduk, mahvolduk, rejim tehlikede” lâflarının arkasında böyle bir psikoloji var. İmtiyazını kaybetme, var olma amaçlarını sona erdiriyor.
Laik devlette Diyanet İşlerinin olması başlı başına bir problem. Buna dindarların da karşı çıkması lâzım. Eğer İslâm gerçekten din olmak istiyorsa, devletten uzak durmak zorundadır. Açın İslâm tarihinin başındaki büyük imamların tartışmasını, özellikle siyasal iktidarın dışında durmuşlardır. Hanefî mezhebinin imamını devlet öldürdü. İmam Şafîi’yi gene devlet öldürdü. Sonraki Hanefîler ve Şafîiler devlete teslim oldular.
*Bediüzzaman gibi âlimler devlete teslim olmamışlar...
Bunun için düşman olarak ilân edilmiştir. Said Nursî devletle mesafeliydi. Devletin şöyle olmasını istemek başka bir şeydir, devlete mesafeli olmak başka şeydir. Devletin tepesinde olmak da başka bir şeydir o da İran... Din kendi iç saflığını korumak için devletle mesafeli olmak durumdadır. Müslüman camia kendine Müslüman, demokrat tavrını daha da aşması gerekiyor. Başkasının hakkını savunamayan insandan şüphe eksik olmaz.
*Bu açıklamalardan sonra Abdullah Gül aday olsa oy verir misiniz?
Bugün referandum yapılsa Gül’e ben oy veririm. Çok sevdiğimden falan değil. Şu konjonktür sebebiyle, şu kamplaşma sebebiyle veririm. Gelecekte vereceğim anlamına asla gelmez. Ben bir kuralın yerleşmesi adına bunu yaparım. Ordu vesayetinin kalkması için oy veririm. Çünkü bu öncelikli bir problemdir.
*Peki seçime kadar bir gerginlik bekliyor musunuz?
Haziran’ın ortalarında eğilim analizi yapılacaktır. CHP’nin oyları yükselmiş görülmezse, AKP’nin üçte iki çoğunluğu elde edeceği anlaşılırsa, K. Irak’a askerî operasyon düzenlenerek AKP bir kez daha krizle karşı karşıya bırakılabilir. AKP sendelettirilebilir. Siyasetin acımasız bir oyun olduğunu bilin. Laiklik üzerinden fay hattına enerji yığılamazsa, Türk-Kürt gerilimini arttıracak girişimler yapılabilir. Bu seçimi etkileme anlamında yapılacak bir şeydir.
*AKP böyle bir operasyona karşı çıkarsa Kürtlerin oylarının tamamına yakınını kazanabilir de...
İşler bu kadar basit değil. Hükümetin bu konuda hızla tedbir alması gerekiyor. Böyle bir operasyonun K. Irak, ABD gibi müdahilleri de vardır. Varsayalım ki, huduttaki bir baskın sonrası asker harekete geçti. Hükümet bunu engellemeye kalkarsa iç siyasette “vatan haini” damgasını yiyecektir. Askerî operasyonu desteklerse de uluslar arası kamuoyunun desteğini kaybedecektir. Hükümetin bütün provokasyon ve oyunlara karşı tedbir alması gerekir.
|