‘Risale-i Nurlarla tahkikî imana kavuştum’
Okuyanları küfür, dalâlet ve gaflet karanlıklarından Nur’a çıkaran ve her iki cihanı cennetlere çeviren Risâle-i Nur’u Ankara Hukuk Fakültesinde 1947’li yıllarda okurken Ziya Nur (merhumun) sayesinde tanımak saadetine nâil oldum.
Çocuk iken rahmetli babamdan öğrendiğim taklidî imanımı, İstanbul Kabataş Lisesi’ndeki ateist bir felsefe öğretmeninin zehirli telkinâtı etkisiyle kayıp etmiş ve o yüzden çok bedbaht, mutsuz, ruhen çökmüş, perişan bir halde kalmıştım.
Bu durumdan kurtulmak için çareler aradım. Okuduğum eserlerin hiç biri derdime derman, kalbî hastalıklarıma şifâ, derin manevî yaralarıma tiryak olamadı.
Helâl haram ayrımı yapmadan her türlü zevk-ü sefâyı yaşamayı hayat zannederek behimî duyguların tesiri altında kalmıştım.
Fakülteden arkadaşım merhum Ziya Nur, Risâle-i Nur’dan “Küçük Sözler” isimli taşbasmalı ispirto mürekkebiyle daktiloda yazılmış eseri bana hediye etti. Dikkatlice okudum. Çok büyük feyiz aldım. Kalbim kopkoyu karanlıklardan kurtuldu, güneşin aydınlığından daha parlak bir Nur’a kavuşmanın huzuru, itminanı, sekinesi ile derhal namaza başladım.
İlhâm-ı Rabbani olduğu muhakkak olan bu eser ile tahkikî imana kavuşmuştum. Gaflet döneminde iken terk ettiğim kazaya kalan namazlarımı coşkun bir zevk, lezzet ve huzur, huşû ile kıldım.
Beni kurtaran bu eseri Çorum’da bulunduğum sürede, benim eski perişan durumumdaki tanıdıklarıma da vermek ve onların da imanlarının kurtulmasına vesile olmak, İlâhî rızaya nail olmak için can atıyordum.
Ancak eski Türk Ceza Kanunu’nda, Müslümanların giyotini olan 163. maddesi yürürlükte olup, Risâle-i Nur’la yakalananlar için 3 seneden 8 seneye kadar ağır hapislere mahkûm olmak ve derhal tutuklanmak gibi bir risk bahis konusu idi.
Buna rağmen, Cenâb-ı Hakka tevekkül edip üç arkadaşıma verdim; okumalarını, bir lütf-u İlâhî ile sağladım.
Son derece geçim sıkıntısı çeken, pazarlarda manifatura malını seyyar olarak satan arkadaşlarım, aşk-u şevkle Risâle-i Nur’a-aile boyu-sarılmalarının bereket ve kerâmetiyle maddeten de zengin, müreffeh ve şükreden iş adamı oldular.
“Risâle-i Nur ile okumak, dinlemek, yazmak sûretiyle meşgul olanın rızkı bereketlenir” buyuran Üstadın müjdesinin tam mânâsıyla mazharı oldular.
Risâle-i Nur’u böylece hayırlı bir arkadaşımın irşadı ile tanımanın faziletiyle serfirâz olarak mezun oldum fakülteden.
Çorum-Kargı İlçesinde görev ifa ediyordum. O ilçede Yaşar Keten isimli (merhum) bir memurun ilçenin Merkez Camiinde sabah namazından sonra Risale-i Nur’u cemaate okuduğu haber verilince, hakkında soruşturma başlattım. Maksadım onu mahkûm ettirmek, tutuklamak değil, o olay vesilesi ile Nurlar hakkında takipsizlik, yani savcılıkça beraat kararı vermek idi, onu serbest bıraktım.
Bu niyetimi gerçekleştirmek için Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan ve ceza hukuku profesörlerinden mütalaa ve raporlar aldım.
O lehteki ilmî, hukukî objektif beyanların ışığı altında üç sahifelik gerekçeli takipsizlik, yani beraat kararı verdim.
Bu karar merhum Sinan Omur’un sahibi ve naşiri olduğu Hür Adam dergisinde 1. sahifede takdirkâr bir üslupla haber yapıldı.
Kararın, Hz. Üstad ve avukatı merhum Bekir Berk’e sûretleri çoğaltılıp merhum M. Emin Birinci ve M. Fırıncı tarafından gönderildiğini, ibraz edildiği bazı mahkemelerdeki tutuklu Nur Talebelerinin tahliyesine, eserlerin iâdesine ve beraat kararlarına vesile olduğunu öğrendim.
Hz. Üstad’ın Ankara’ya 1959 yılında teşrif buyurduğunu bir telgraf ile öğrenince, Kargılı olup Ankara Hukuk Fakültesi talebesi olan Rıdvan ile kamyonla geceleyin Ankara’ya hareket ettik.
Ertesi gün, Beyrut Palas oteline gittik; orada yatan Hz. Üstad’ı görebilmek iştiyakı ile 20–30 kişilik bir talebe grubu otel önünde bekliyorlardı.
Ancak otel, sivil polislerin tarassudu, kordonu altında olup, kimseyi otele yaklaştırmıyorlardı.
Biz otele doğru birkaç adım yaklaşmak üzere iken, bir genç merdivenlerden otele çıkıyordu. Görevli polisler ona yönelip engellediler.
Otel müşterisi olduğunu ve çantasını almaya geldiğini söyledi ise de, polisler onu da uzaklaştırdılar. Bu karambolden faydalanarak hiçbir engel ile karşılaşmadan otelin 3. katına çıktık. Üstad’ın hizmetinde bulunan ağabeyler, onun Ankara milletvekilleriyle görüştüğünü, onlar çıkınca bizi kabul buyuracağını bildirdiler. Oturup beklerken çok heyecanlandık.
80 senelik bereketli ömrünü iman ve Kur’ân hakikatlerine seve seve feda eden, bu uğurda ve imanlı örnek bir nesil yetiştirme adına her türlü sıkıntıya, meşakkate katlanan, kutlu dâvâsından asla feragat etmeyen; ömrünün 28 senesi hapishanelerde, sürgünde, gözaltında tek kişilik soğuk taş hücrelerde geçirmesine rağmen yılmayan; kâfirlere, zındıklara tabasbus, asla teslim-i silâh etmeyen; İslâm’ın ve yüce ilminin izzetini her olumsuz şartlar altında şerefle koruyan, evlenmek, çoluk-çocuk sahibi olmak gibi meşrû dünya zevklerinden hak dâvâsının zaferi için feragat eden fedakâr ve cefakâr büyük bir insanın saadet ve şerefine ve ayrıcalığına nâil olacaktık. Onun heyecanı ile dizlerimiz titriyordu.
Huzura, hamden lillah, kabul edildik.
—Devamı yarın—
|