Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunun yapıldığı Cuma gecesinin saat 23.00 sularında bir açıklama yayınlandı. Açıklamanın zamanlaması ve metnin içeriği dikkate alındığında TSK’nın sivil siyasete muhtıra verdiğini söylemek yanlış olmaz. Ancak burada önemli olan gelişecek süreçtir. Sivil siyaset parlementoya sahip çıkarsa muhtırayı verenlerin
heveslerinin
kursaklarında
kalacağı kesindir.
Yayınlanan muhtıra sonrası Taksim’de darbeye karşı eylem yapan Genç Siviller Hareketi’nin sözcüsü
Turgay Oğur’la gençlerin bakış açısını konuştuk. Oğur, muhtıranın gençler için bir ilk olduğunu ve bunu gençlerin duygu dünyasında tarttığını belirtiyor. Gençlerin asla bir darbeye razı gelmeyeceklerin söyleyen Oğur, “Halk plajları doldurdu, vatandaş denize giremiyor” mantığının sonuna yaklaşıldığını söylüyor. Genç siviller “Darbelere geçit vermemek için sen de tavrını koy. Metni imzala!” diyor. Eğer imzalamak istiyorsanız işte adres: “www.gencsiviller.net”
*Gece yarısı bir muhtıra yayınlandı. Siz bunu nasıl buluyorsunuz?
Metnin içeriği çala kalem, gece yarısı kâbusu gibi kaleme alındığını gösteriyor. Sivil bir demokraside bunu kabul etmek mümkün değil. Demokrasimiz reşit olmayı hak ediyor. Her şey ne kadar 1923’te başlatılıyorsa da demokrasi kültürü geçmişe dayanan bir ülkede böyle şeylerin konuşulması utanç verici. Darbenin yapılamayacağını söyleyenler genelkurmay açıklamasını meşrûlaştırmaya, ‘uyarmıştık’ demeye, irtica tehlikesini gündeme getirmeye başladılar. Bunlar normal değil...
*Siyasetçilerin tutumunu nasıl değerlendiyorsunuz?
Ergenlikten yetişkinliğe geçmeye izin verilmeyen bir toplumuz. Bu toplumun içinde siyasetçiler de var, gazeteciler de var. Bu rejim dayak arsızı olmuş. Arkasına vurulan bir çocuğun zihni melekelerinin gelişimi sekteye uğrar. Türkiye’deki insanların durumu da budur. Herkes bu anormal koşulların çocukları. Gerek AB yasaları, kentleşme arttıkça insanların olgunlaşma sürecine girecektir ama buna da müsade edilmiyor. Buradan beslenen bir kitle var. Türkiye’de bir tarafta mavi kanlı cumhuriyet elitleriyle bir tarafta Reşolar, Memolar, Kezbanlar diye dalga geçilen bir halk kitlesi var. Cumhuriyet gazetesinin 1933’de attığı manşet “Halk plajları doldurdu, vatandaş denize giremiyor” şeklindedir. CHP’nin demokrat partiye karşı kullandığı dil “Reşolar Memolar iktidara gelir” sloganları bugün “Tehlikenin farkında mısınız?” diye atılıyor.
*Merkez Bankası Başkanı seçiminde de halk devleti ele mi geçiriyor denmişti?
Bunlar tarihi itiraflar.
*Peki ANAP ve DYP’nin bu süreçteki tavrını nasıl değerlendiyorsunuz?
Onları Brevhard’taki Edimburg prensine benzetiyorum. Prens ölmek üzere olan cüzzamlı babasının görüşlerine başvuruyor ve İskoç asilerine kazık atıyor. Sonunda hata yaptığının farkına varıp babasını tekmeliyor. İskoç asilerinin başına geçiyor. Ağar ve Mumcu tekmeleme şansını yitirdi ve sivil iradeye ihanetle siyasî hayatlarını noktalayacaklar gibi görünüyor.
*Genelkurmay açıklamasında devletin bayramlarının haricinde alternatif kutlamalar yapıldığı belirtiliyor. Kastedilen kutlamalardan biri de Kutlu Doğum Haftası. Alternatif kutlamalar rejim için tehlike midir?
Bence böyle itiraflar çok iyi oluyor. Bugüne kadar “Bizim de babaannemiz başörtülü, biz de Müslümanız” giriş cümlelerle girip beşlikten gol atmaya çalışıyorlardı. Şimdi buna bile ihtiyaç duymuyorlar. Bence de böyle açıktan konuşmalılar ve samimi konuşmalılar. Eğer böyle konuşmazlarsa masum Müslümanlar böyle cümlelere kanıp onları haklı bulabiliyorlar. Bir genelkurmay açıklamasında Anadolu'nun küçük bir kasabasındaki çocuk müsameresini örnek gösterip tüm Türkiye’yi irtica tehlikesiyle titretmeye katılması bence bir acizliktir. Eskiden daha iyi argümanları vardı, gittikçe kötüleşiyorlar. (gülüyor)
*Devletin düzenlediği özel günlerin halk tarafından diğerleri gibi coşkuyla kutlanmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eğer siz resmî törenleri, bayramları rejimin yeniden yüklenmesi olarak görürseniz ve bunları gerilim anları olarak kabul ederseniz halk da bunu sahiplenmez. Siz oralarda birilerine mesajlar göndermeye çalışırsanız bunlar bayram olamaz. Bu kutlamalardaki kalabalığın bir güruh olarak algılanması, oradaki gençleri savaşkan gençlik olarak algılanması, modası geçmiş üçüncü dünya ülkelerindeki uygulamaların yapılması, herkesin oraya istemeye istemeye gitmesi ve o eğlenceden kendilerinin istifade edememelerinin doğurduğu bir sürü sorun var. Askerî düzenle yapılan kutlamalar normal bir insanın kabul edeceği şeyler değil.
* Açıklamada dikkati çeken nokta “Ne mutlu Türk’üm” demeyenin düşman olarak algılanması. Bu nerden çıkmış olabilir?
Konunun gidişatında kel alâka gelen bir cümle... Bu ülkede kimse kimseyi düşman ilan edemez. Kimin vatanı daha çok sevdiğini test edecek dedektör kimsenin elinde yoktur. Nasıl “Siz kimin daha iyi Müslüman olduğunu biliyorsunuz elinizde dedektör mü var?” diyorlarsa aynı şey onlar için de geçerli. Kimse bayrağı kendinin daha çok sevdiğini iddia edemez.
*Bu muhtıranın nasıl karşılacağını düşünüyorsunuz?
Pazar günü herkes oy kullanır, çıkan sonuca göre bazıları Pazartesi oy kullanır. Bu tür durumlarda kaypak bir kitle var. Kimin argümanları daha üste çıkacak, krizi kim daha iyi yönetecek diye bakılacak, öbür gün ‘biz bu darbe girişimine karşıydık’ veya ‘yanındaydık’ diyecekler. Halk artık darbeleri istemiyor. Geçen akşam sekiz tane haber kanalının yayında olduğunu gördük. Bunların hangisini basacaklar, hangisinde muhtıra okutacaklar? Herkesin çanak antenleri var, interneti var, telefonları var artık böyle kolay değil bu işler. Halk demokrasinin tadını aldı ve itaat kültüründen uzaklaştı.
*Az önce ‘mavi kanlı’ dediniz bunu biraz açar mısınız?
Bu ülkenin gerçek sahibi olduğunu düşünen, belli okullardan mezun, belli ekonomik seviyeden gelen, belli kişilerin içinde kalmış, belli yerlerde belli mevkileri tutmuş insanlar. Nasıl Osmanlı’da saray ve soylular varsa, aynı modeli alıp kendilerini ‘cumhuriyet elitleri’ olarak ilân etmişlerdir. ‘Mavi kanlı’lık da Avrupa’dan gelen bir tabir. Orada ‘mavi kanlı’ bir soy var bir ara Meksika’ya bile oradan kral ihraç ediyorlar. Yani meteforik bir tanım. Adamlar Robert Koleji varken nasıl olur da Kayseri Lisesi’nden birisi dışişleri bakanı olur diye düşünüyorlar. ‘Bizim ninelerimiz başörtülüydü, ama bu kızlar neden üniversiteye geliyor, tarlalarda devam etsinler’ mantığını kullanıyorlar. Bunlar itiraflardır...
*Mavi kanlılar dünyanın geldiği noktayı algılayamıyorlar mı?
Tabi ki algılıyorlar. “Türkiye’nin kendine has şartları var,” anahtar cümle bu. Hepsi yabancı dil biliyor, yurtdışına seyahat ediyorlar ama Türkiye’nin özgürlük alanını genişletmeye gelince “Türkiye’nin kendine has şartları var. Etrafı düşmanlarla çevrili, irtica tehlikesi var” korku filmini oynatıyorlar. Tekrar güç kazanıp iktidarlarını korumaya çalışıyorlar. Bugün o kadar sarsılmış durumdalar ki bundan vazgeçmeliler, demokrasinin tadını almalılar. Sırça köşlerinden çıkmalılar aşağılarda hava daha güzel...
*Genelkurmay’ın açıklamasının dini hassasiyet sahibi ve Türk olmayan insanları rencide edeceğini görüyoruz. Bakınca toplumun büyük bir kesimini karşısına almış bir söylem. Bu gücü nerden buluyor?
Türkiye cumhuriyetinin makbul insan tanımı; Türk, Sünnî, laik ve erkek... Daracık bir tanım. Bu alana girecek çok az insan var. Az önce söylediğim gibi korku filmleriyle insanları bir yerde tutmaya çalışıyorlar. TSK’nın bir desteği var...
*Bu açıklamadan sonra Türkiye’nin dünya nazarında düştüğü konum nedir?
Türkiye bir ‘muz cumhuriyeti’ gibi görünmüştür. Türkiye’yi büyük bir umutla takip eden Ortadoğu ülkeleri ve Türkî cumhuriyetler için bir hayal kırıklığı oluşmuştur. Az önce saydığımız ülkelerdeki diktatörler içinde iyi bir örnek olmuştur.
*Umutsuz mu olmalıyız?
Biz ümitsiz değiliz. Ben bize gıpta ile bakan ülkeler için böyle bir değerlendirme yapmıştım. Ümitsiz olmak için bir neden yok....
|