Özetle, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gelinen noktayı üç ana başlıkta değerlendirebiliriz:
Bunlardan birincisi; AKP cephesidir. Maalesef, iktidar partisi cumhurbaşkanlığı seçimini siyasetin tecrübi dirayeti ve uzlaşma kültürü ile yönetememiştir. Başbakan, gündemi gergin tutma ve merak uyandırma psikolojisi ile cumhurbaşkanı adayını 35 saat kala ancak açıklayabilmiştir. Öncesinde bir sır gibi ertelemiş veya tereddütlü alanlarda dar ekip çalışması ile süreci yönetmeye çalışmıştır.
Sonuçta; merkez sağın kilit konumundaki partileri DYP ve ANAP ile istenen yakınlaşmayı, sıcaklığı ve diyalog sempatisini oluşturamamıştır. “Milli Görüş üçlüsü” görüntüsü; Erdoğan, Gül ve Arınç üçgeninde nihaî kararı vererek, AKP’nin merkez olma beyanını kuşkuya dönüştürmüştür. Son ana kadar deklare edilmeyen 10. Demokrasi ve Reform Paketi, erken seçim ve cumhurbaşkanlığında 5+5 formülü, muhalefete zeytin dalı uzatmaya yetmemiştir.
Son taktik ve tavırlar, belki de gerdirerek ve CHP karşıtı bir bloklaşma denemesi ile merkez sağ tabanı seçim sath-ı mailinde kendi yönüne kaydırma stratejilerinin bir parçası olabilir.
Ancak mahkemelik bir cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından isteksiz kesimlerin ayak sürüme manevraları elini kuvvetlendirirken, siyasetin vesayet ve dirayet hakkı tartışmaya açılmış, siyasî inisiyatif, mahkemenin gölgesine düşmüştür.
İkinci husus ise; bu günlerde beraberlik mesajları veren ve birleşmek için hazırlıklar yapan merkez sağdaki DYP ve ANAP’ın takındıkları tutumdur. Muhalefet partileri olmanın verdiği tepki hakkı, AKP’nin ihmal ettiği, hatta ıskaladığı iletişim ve bugüne kadarki kibirli hali, iki partinin de Mecliste cumhurbaşkanlığı seçimlerinde birinci tur oylamaya katılmalarını engellemiştir.
Siyaset dengeleri ve parti içi tepkiler göz önüne alınarak ve siyasî rekabetin mizacından kaynaklanan gerekçelerle oylamaya katılmamışlardır. Ancak; siyasî gelenekleri ve geçmişte cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, özellikle DYP’nin maruz kaldığı mağduriyetleri göz önüne alınırsa, parlamentoda sivil siyaseti tartışmasız etkin kılma niyet ve misyonları ile son anda geliştirilen tutum çelişmiştir.
Siyaset üstü bir demokrasi mutabakatı ve sivil iradenin hakim olacağı bir cumhurbaşkanı seçimi, Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecinde en çok arzuladığı demokratik bir çıtadır. Bu konuda CHP’nin ısrarla 367’yi diline pelesenk yaparak siyasî iradeyi yargının önüne götürme teşebbüsüne, dolaylı yeşil ışık yakılmıştır.
Esas müsebbip AKP’nin bugüne kadarki tutum ve davranışları olarak zikredilse de, bu haklı mazeret, siyasetteki rövanşı kayıtdışı siyasî argümanlara malzeme yapan CHP’ye alan açan bir fırsata dönüşmemeliydi. CHP ve çevresinde kümelenen cenaha karşı, sağ tabanın eğilimleri doğrultusunda sivilleşme adımı olan yeni cumhurbaşkanı sürecinde; cumhurbaşkanlığını eskisi gibi kritik risklere ve belirsizliklere sürükleyecek bir yola girilmesi, merkez sağın geleneksel tavrını yaralamıştır. En azından böyle algılanacağı yönünde tabandan ciddî ikaz ve tepkilerin geldiğini söyleyebilirim.
Üçüncü nokta ise, siyasî süreci Meclis dışına taşımaya ve seçimi engellemeye çalışan CHP ve ona paralel hareketler ve tepkiler geliştiren jakoben görüşlerin ve oligarşik çevrelerin hazımsızlığıdır. Mitingle başlayan tepki dozajı, Meclisteki seçimin Anayasa Mahkemesi’ne taşınmasıyla yeni bir boyut kazanmıştır.
Birinci tur oylamanın olduğu Cuma günü meydana gelen gerginlik, dağınıklık ve inisiyatifin kayması ile birlikte yaşanan demokrasiyi kilitleme hamleleri, Genelkurmay’ın açıklaması ile yeni bir noktaya taşındı. Böylesi hassas bir dönemeçte, bu açıklama demokrasi geleneğimizin henüz ham olduğuna dair eleştirilere ve dış dünyanın endişelerine delil teşkil etmiştir.
Meclisin millî iradeyi halkın temayülleri doğrultusunda yönetme erkini kısıtlayan veya engelleyen her argümanın hukukî zemini de zora sokacağını bilmek gerekir. Böyle bir durumda, son yıllarda elde edilen kazanımların zarar göreceği de unutulmamalıdır.
İç siyaset kanallarına ve Meclisin iradesine alternatif oluşturan her yaklaşımdan kaçınmak gerekir. Zira, siyasetin sivil karakteri ile kayıt dışı siyasetin hakimiyet kavgası arasında bir tercih yapılacaksa, bu demokrasi lehine ve sivil siyasetten yana olmalıdır. İlkeli siyaset bunu gerektirir.
Bu seçim süreci, siyasetin uzlaşma kültürünü zaafa uğrattıkça, yeni inisiyatiflerin dünden nemalanan alışkanlıklarını depreştirmiştir. Buna fırsat vermemek demokrasinin asgarî müşterekliğidir.
Siyasetin pimi çekilmeden ve rotasını şaşırmadan egemenliğin millete ait şuuru ile sivil teamülleri ve demokratik refleksleri öne çıkarılmalıdır. Çünkü, demokrasiyi güçlü kılacak olan sivil siyasetin ortak paydasıdır.
30.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|