Türkiye’de olup bitenlere isterseniz önce Pakistan’dan bir ayna tutalım. Önce birbirlerini bloke ettiler ardından askeri bir darbeyle tasfiye edildiler. İnatçı keçilere benziyorlardı. Elbette Benazır Butto ile Nevaz Şerif’i kastettiğimizi anlamışsınızdır. Esasında Benazır ile Nevaz Şerif arasındaki bu birbirini bitirmeye ve ülkeyi kilitlemeye matuf rekabet Türkiye’de de bir dönem Benazır’ın Bosna yoldaşı Tansu Çiller ile Mesut Yılmaz arasında yaşanmıştı. Yılmaz bir 28 Şubat sürecinde veya olağanüstü dönemde yüzeye çıksa da sonunda ikisini de sandık bitirdi.
Tansu Çiller 9.5 yıllık parti başkanlığını yüzde 9.5 oyla kaybetti. Demek ki inatlaşma hem siyasetçileri hem de ülkeyi batırıyor. Ülke ve siyasetçi dibe vuruyor. Bundan dolayı siyaset mesleği başta uzlaşma ardından da feragat mesleğidir. Pakistan ve Türkiye’dekine benzer bir inatlaşma Bangladeş’te de yaşanıyordu. İki ihtiyar kadın eş veya yakınlarının siyasi mirası üzerinde siyaset kavgası yapıyorlardı. Eskiden sağ sol mücadelesini bir şekilde anlıyorduk ama etki tepki üzerine kurulu kabilevari siyasi öc kavgasını anlamakta zorluk çekiyoruz. Bu inatçı keçiler de birbirlerine ve ülkeye zarar verdikten sonra nihayet siyasetten men edildiler. ABD ile yakın ilişkiler içinde olan Hasina’nın yurtdışından dönüşüne izin verilmedi. Rakibi Halide Ziya için de gönüllü bir sürgün yeri aranıyor. Müşerref’in Nevaz Şerif için Cidde’yi bulduğu gibi. Ve bunca olaydan sonra Müşerref tarafından tasfiye edilen Benazır Butto son sıralarda Müşerref ile temasa geçmiş bulunuyor.
Batı basınına yazmış olduğu makalelerde ülkenin Talibanlaşmaya doğru kaydığının sinyalini veriyor ve alarm zilleri çalıyor. Önceki günkü Dawn gazetesi ibretamiz bir şekilde Benazır’ın Müşerref ile uzlaşma çağrısına yer veriyor. Tek kelime ile ‘Müşerref ile çalışmaya hazırım’ diyor. Hani Müşerref’e demokrasi adına karşı çıkıyorlardı? Demokrasiyi bir tarafa atarak şahsi hesaplar adına şimdi Müşererf ile birlikte çalışmanın yollarını arıyor, faziletlerinden dem vuruyor. Belki de medreselere karşı müşterek misyonları var.
***
Müşerref tarafından devrildiği için aralarında siyasi kan davası olan Nevaz Şerif ise tam tersini söylemiş. Yine aynı günkü Dawn gazetesinde (April 28, 2007) generallere seslenen Nevaz Şerif ülkeye bağlılıkla darbeci Müşerref’e bağlılık arasında seçim yapmalarının zamanı geldiğini söylüyor. Bu bağlamda, 28 Şubat süreci ise 27 Nisan süreci arasında bir mukayese yapmak istiyorum. Ondan önce araya girerek bir tarihin tekerrürüne daha atıfta bulunduktan sonra.
1989 yılında Özal’ın cumhurbaşkanlığı seçimi celselerinde yine sol ve yine CHP, tutumlarını deklare edip nisabın tamam olmadığını ve bu durumda yapılan seçimin geçersiz olacağını söylüyor ve aleyhteki tutumlarını deklare ettikten sonra ANAP sıralarını tarihe havale ederek Meclis’ten çekiliyor. Aynısını bugünkü CHP’den Abdullah Gül’le ilgili ilk celsede Kemal Anadol yapıyor. O da selefleri gibi tutumlarını deklare ettikten sonra Meclis’ten çekiliyor. Bunun ötesinde 28 Şubat süreciyle 27 Nisan süreçleri arasında Meclis’teki muhalefet partileri arasında hiç bir refleks farkı yok. Sanki gizli bir buyruk veya işaret almışlar gibi sağlısıyla sollusuyla muhalefet partileri oturumu boykot ediyorlar. Böylece muhtıracıların işini kolaylaştırmış oluyorlar.
Aynısı Erbakan’ın başına gelmişti. 28 Şubat sürecinin sıcak günlerinde hoca bütün partileri gezmiş ve destek aramıştı. O gün ANAP’ın başında Mesut Yılmaz bulunuyordu bugün ise Erkan Mumcu ama iki meşhed de aynı. Hiçbirisi sivil anti sivil meselesinde taraf olmak istemiyor. Partiler birbirine karşı atraf veya tarafsız olabilirler, ama demokratik sistem noktasında tarafsız olamazlar. Ama Pakistan’da Benazır’ın yaptığı gibi partilerin sadece birbirine değil üzerine bindikleri sisteme de muhalefet ettikleri ve gerektiğinde inkita rejimlerini destekledikleri de görülüyor. Böyle mi olmalıydı? Post modern veya dijital darbe ihtimalinin belirmesinden sonra milyonlar sokağa dökülmeli ve Tandoğan ve Çağlayan meydanlarına yığılmalıydı. İşte o zaman demokratik sistem otururdu. Oysa tersi yaşanıyor. Şimdi parçalı bir demokratik sistem var. Ve seçmece demokratlar var. Gassan Selame’nin yazdığı gibi ülkemizde ‘demokratsız bir demokrasi’ yaşanıyor. Sahipsiz dava batmaya mahkumdur. ‘Bana göre demokrasi sana göre demokrasi’ yani şahsa göre demokrasi olursa yürümez; bir yerde kırılır. Mizaç veya keyfi demokrasi yaşayamaz. Demokrasi ancak kurallarıyla ve herkes kurallarına saygı gösterdiği oranda yaşar. Önce partiler ve liderleri demokrasiyi içlerine sindirecekler.
***
Ama ne yazık ki yine tanksavar olarak meydanlarda Tanksavar Hasan’dan başkasını göremiyoruz. Bir baharla çiçek olmaz. Tandoğan’da Erdoğan’a karşı yapılan nümayişten sonra Çağlayan’da da Abdullah Gül’e karşı yapılmıştır. Türkay Şaylan veya Muazzez İlmiye Çığ gibiler Çankaya’da çağdaş ikili görmek istiyorlarmış. Gürültücü ve ideolojik azınlığa karşı kitleler kıpır kıpır kendisini göstermelidir. Üzerine toprak serpilmiş kitlelerin seslerini duyarmalarının vaktidir. Türkiye darbe ve darbeciler karşısında arazi olmamayı öğrenmelidir.
30.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|