Cumhurbaşkanlığı seçimleri çerçevesinde boş ve anlamsız bir tartışma yürütülüyor ve bu da Türkiye’yi geriyor. Aslında, ilkesi olmayan bir kör döğüşü demek daha doğru olur. Bu kör döğüşüne ideolojik bir kılıf giydiriliyor. Bu çekişmenin eksenini ‘merkeze yerleşme, ehlileşme ile merkezi ele geçirme’ seçenekleri tayin ediyor. Baştan beri AKP’nin gizli gündeminden şüphe eden veya şüphe etmediği halde böyle gösteren bazı odaklar veya çevreler, şimdi Çankaya adayı Abdullah Gül’ün RP’nin bir devamı olduğu propagandasını yapıyor. Onun için ‘Tayyip’in ruh ikizi’ diyorlar ve Erbakan’ın da öğrencisi olduğunu söylüyorlar. Sözgelimi, Cumhuriyet gazetesinin dünkü ( 26/4/2007) başsayfa başlıklarından birisi şuydu: “Milli görüş devleti...” Bu başlık aslında bütün söylemek istediklerini özetliyor. Evet, geçmişleri itibarıyla Milli Görüşçü kabul edilebilirler. Bu doğrudur, ama şu anki halleri mazilerinin bir reddi mirası durumundadır...” Ona bakılırsa Demokratlar CHP’nin bir devamı niteliğinde idiler ve DP, CHP’den kopma bir parti idi. Ve ona bakarsanız, Türkiye’deki iktidar partilerinin geçmişinde teselsül halinde CHP bulunuyor, ama zamanla değişik istikamet kazandılar. AKP’nin geçmişinde Millî Görüş gömleği bulunması da öyledir. Dolayısıyla aslında AKP’liler için merkezi ele geçirme maratonunda merkeze yenildikleri ve başkalaştıkları ve senteze ulaştıkları da rahatlıkla söylenebilir. Nitekim sosyologlar ve uzmanlar böyle söylüyor. Bu açıdan İngiliz basını ve sözgelimi The Independent gazetesinden Adrian Hamilton, İngiltere ve Türkiye’de başörtüsü bağlamındaki tartışmalara temas etmiş ve Türkiye’de AKP çizgisini temsil eden başörtü serbestisi taraftarlarının modernist olmaları karşısında başörtüsü karşıtı ulusalcı çizgi ve akımın tutucu ve muhafazakâr olduğunu yazmıştır. Bu hemen hemen Elizabeth Özdalga gibilerin vardıkları sonuçla aynıdır. AKP’liler gerçekten de Millî Görüş gömleğini çıkarmış ve bir senteze ulaşmışlardır. Dolayısıyla bu çizginin Çankaya’ya yansıması merkezi ele geçirme değil de, merkeze yerleşme olarak algılanmalıdır. Süreçte, AKP bağlamında yeni İslâmcılar modernist, ulusalcılar ise muhafazakâr ve tutucu hale gelmişlerdir.
***
Asıl problem, AKP’lilerin senteze giderek dönüşüm geçirmelerine mukabil karşıtlarının yerinde saymaları ve tahaccur etmeleridir. İslâmî kesimler dönüşüm geçiriyor, ama karşıtları bu dönüşümü ya görmüyor, ya da yok farz ediyor. Çankaya ile birlikte iktidar organlarını tekelde toplamaları, muhalif kesimlerin en büyük kaygısını oluşturuyor. Halbuki ve esasen, merkezi ele geçirme hedefinden ziyade merkeze oturma hedefiyle dönüşüm geçiren AKP çevreleri veya camiası, değiştirme yerine, değişimi seçmiştir. Ama karşıtları zihniyet değişimi yerine, onların kılık kıyafetlerine veya kostümlerine takılı kalmıştır. Değişim süreci ve katetmiş olduğu mesafe, Mehmet Ali Şahin gibi isimlerin değişimi veya gelişimi üzerinden de rahat bir şekilde takip edilebilir. Fakat yine de muhalifleri bu husustaki korkularını yenemiyorlar. Cengiz Aktar gibilerinin deyimiyle, aslında hükümetin, icraatlarında veya başarılarında pek bir sevk ve idaresi ve dahli yok. İşler otomosyon olarak kendiliğinden gidiyor. Aktar’a göre başarı aslında konjonktürel ve hasbe’l kader bir başarı. Ve Naci Bostancı’nın Neşe Düzel’e de ifade ettiği gibi, AKP’nin gizli veya açık bir projesi de yok. Konuta veya Köşk’e kendi renklerini yansıtsalar da bu ideolojik bir renk değil, sosyolojik bir renk. Naci Bostancı’nın şu görüşlerine katılmamak mümkün değil: Siyasî ve ekonomik elit oluşlarını demokrasiye borçlu olduklarını biliyorlar. Türkiye’de iktidar el değiştiriyor. Tandoğan’da toplananlar daha önce iktidardaydılar. Şimdi kendilerini güçsüz hissediyorlar. Türkiye’de İslâmcılık değişiyor. AKP’liler cemaatten cemiyete geçiyor. Başkalarıyla kurdukları ilişkiler sonucunda dışa kapalı hayat bitiyor. AKP’nin temsil ettiği kulvar modernleşiyor. AKP’nin kendisi ılımlı İslâm. O, kendi sosyolojisini siyasete taşıyor. Ne yaşıyorlarsa siyasette de öyle görünüyorlar. Ilımlı İslâm’ı bir proje değil, bir kendilik olarak siyasete taşıyorlar (Radikal :23/04/2007).
***
AKP’lilerin iktidarda değişmelerine rağmen, karşıtlarının katılıklarını muhafaza etmeleri yumuşama yerine Türkiye’yi geriyor. İşte bu noktada kısır bir döngü oluşuyor. Muhalifler kendilerini ve karşıtlarını geliştirecekleri yerde gelişmeyi donduruyorlar. Adeta siyasî rant olarak AKP’nin ekmeğine yağ sürüyorlar. Mağduriyet üzerinden tabanını güçlendiriyorlar. AKP, kendi icraatlarından ziyade, muhaliflerinin tutumuyla puan topluyor. Her defasında onları güçlendiren, kendi dinamiklerinden ziyade, muhalefetin amansız saldırıları ve kazan kaldırmasıdır. Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkmasını engelleyerek, partiye omuz verdiler. Adnan Menderes geçmişte: “Allah kimseye onlar gibi muhalefet göstermesin” diye niyaz ve duada bulunmuştur. AKP’liler de şöyle dua edebilirler: Allah herkese CHP gibi muhalefet nasip etsin. Bu bağlamda, Ertuğrul Özkök AKP gibi CHP’yi de boşuna merkeze çağırıyor. İtidal için değişmeleri gerekir. Onlar ise, buna külliyen kapalılar. Allah AKP gibi partilere böyle muhalefet nasip etsin, ama Türkiye’yi (gerilimlerinin odağı olmaktan) korusun.
27.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|