Şırnak/Cizre’den Abdulaziz Bilge: “İslâmiyette reenkarnasyon yani ölen bir insanın bir müddet sonra başka bir vücutla yine kendisi gibi geri gelmesi diye birşey var mıdır?”
Ölümün bir yok oluş olmadığı ve öldükten sonra hayatın devam ettiği inancı haktır ve gerçektir. Bu inanç, hak olsun, batıl olsun, bütün dinlerin gündeminden hiçbir zaman düşürmedikleri en temel inançtır. Fakat bu, en temel olduğu kadar, en muhtaç olduğumuz bir alanı da ilgilendiren önemli inançta peygamberlerin doğru bilgi ve haberlerine inat, ne esef vericidir ki, insanoğlu yanlış ve batıl inançlar da geliştirmiş ve maalesef peşinden de milyonları sürüklemiştir. Reenkarnasyon bunlardan birisidir.
Bütün peygamberler, öldükten sonra hayatın devam ettiği, ruhların ölmediği, kıyametten sonra yeniden dirilişin vâkî olacağı ve âhirette hayatın ebedî olduğu haberini insanlığın dimağına sürekli perçinleyerek işlemişlerdir. Bu hak haber, en son ahir zaman Peygamberine (asm) gelen âyetlerde ifadesini bulmuş ve çok net biçimde insanlığı ebedî hayata çağırmıştır. Fakat hep kısır döngüsünün kurbanı olan insanoğlu, öldükten sonra hayatın devam etmesini çok içten temenni etmekle beraber, kimi zaman bu temenniyi bâtıl bir çerçeveye oturtmuştur.
İnsanoğlu, “Öldükten sonra hayat olsun; ama benim kafamda şekillendiği şekilde olsun!” deme hakkına sahip olabilir mi? Öldükten sonra hayat elbette var; ama Yüce Yaratıcı’nın dilediği, haber verdiği ve vaad ettiği şekilde var. Yüce Yaratıcı bunu Kur’ân’ında haber vermiştir. Kur’ân’da reenkarnasyon yok, fakat öldükten sonra diriliş vardır; ruh göçü yok, fakat ruhların hayatlarının devamlılığı vardır; insanın başka bir bedende tekrar dünyaya dönmesi söz konusu değil, fakat latîf ruhların dünyada olsun, sair gezegenlerde olsun, dilediği ulvî mekânlarda olsun gezmeleri söz konusudur.
Reenkarnasyon, ölen kimsenin rûhunun, dünyada bir başka insanın veya hayvanın bedenine geçtiği şeklindeki bâtıl inanıştır. Ruh göçü veya tenasuh inancı da denmektedir. Eski Hind geleneğinde, Firavun dönemi inançlarında, putperest inanışlarda, Budizm’de ve sâir ilkel inançların hemen hepsinde görülen bu batıl inanış, gelenekten geleneğe değişiklikler de göstermiştir. Kimi inançlarda ruhun insandan insana, kimisinde insandan hayvana, bazısında hayvandan insana geçişi tarzında telakkîler geliştirilmiştir. Ki, hiçbirisi hak ve hakîkat değildir.
Zaman zaman bir takım kimselerin ortaya çıkıp, kendilerinin ikinci hayatı yaşadıklarını, önceki hayatlarının başka bir ülkede, başka bir cinsiyet veya meslek içinde geçtiğini iddiâ ettikleri, hattâ o ülke, o zaman veya o meslekle ilgili bir takım doğru bilgileri de delil olarak sıraladıkları görülmektedir.
Oysa böyle iddiâlara, ya hâricî plânda cinler neden olmakta, ya da dâhilî çerçevede ruhsal hastalıklar ve sinirsel bozukluklar kapı açmaktadır. İnsanın bazen cinlerle her hangi bir biçimde farkında olmadan kurduğu bir temas sinirlerini bozmakta, his, duygu, düşünce ve muhakeme dünyalarını alt üst etmektedir. Böyle kişiler ortaya çıkıp kendilerinin ya başka bir insan bedeninde olduğunu, ya geçmişte de yaşadığını, ya da kendisini bir hayvan karakterinde hissettiğini söyleyebilmektedirler. Tedâvî olmaları gerekirken, yön değiştirip, reenkarnasyon meraklılarına malzeme olmaktadırlar. Medya da bunu kullanmaktadır.
Unutulmamalıdır ki, çürük ve batıl inançların tek çâresi sağlam inançlardır. İslâmiyet’in ter ü tâze âhirete îmân akîdesi bütün batıl inançları ve bütün reenkarnasyon telâkkilerini kökünden yıkacak mahiyettedir.
Nitekim Kur’ân, “Biz ölüleri diriltiyoruz”1 diye haber vermektedir. Bu diriliş rûhun kendi kişiliğinde ve müstakil hüviyetiyle dirilişinden başka bir şey değildir. Ne Kur’ân’da, ne hadislerde, ne de Risâle-i Nûr’da reenkarnasyona haklılık verecek tek bir işâret yoktur.
Evet, öldükten sonra hayat vardır; fakat ilkel iddiacıların dediği gibi “başka bedenlere göçüş” şeklinde değil; Kur’ân’ın ilân ettiği gibi “müstakil diriliş” biçimindedir.
Dipnotlar:
1- Yâsîn Sûresi, 36/12
27.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|