Erdoğan’ın, üç gün önce Gül’ün adaylığını açıkladığı âna kadar süreci tamamen kendisine endeksli olarak getirme stratejisini, şimşekleri üzerine çeken bir paratonerlik taktiği şeklinde değerlendiren yorumlar da yapılıyor.
Olabilir. Ancak bu taktik, kaçınılmaz bir şekilde, muhaliflerle diyalog kanallarını da tıkadı.
Özellikle AKP-CHP ilişkilerinde, liderler düzeyindeki iletişimin tümüyle kopması bunun sonucu. Nitekim Erdoğan, daha önce kaale bile almadığı diğer muhalefet liderleriyle görüşürken Baykal’la bir araya gelmeyi ısrarla reddetti.
Sebep, CHP liderinin, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı yürüttüğü kampanyayı tezyif ve hakaret boyutlarına taşımasıydı.
Başbakanın bu tavra tepkisi özde haklıydı.
Ama cumhurbaşkanı seçimi gibi, toplumda yaşayan herkesi ilgilendiren bir konu söz konusu olduğunda, kişisel duyguları bir kenara bırakarak, zevahiri kurtarma kabilinden dahi olsa anamuhalefet lideriyle diyaloga geçilmeliydi.
Böyle bir açılım, “Herşeye rağmen büyüklük bende kalsın” yaklaşımının bir yansıması olarak algılanır ve jesti yapana puan kazandırırken hırçın muhalifini daha da köşeye sıkıştırırdı.
Erdoğan’ın kişisel olarak aşamadığı bu kilitlenmeyi, AKP Gül vasıtasıyla kırdı. Gül, tavrı belli olan CHP’yi, reddedileceğini bile bile ziyaret ederek birşey kaybetmedi, ama bu ziyaret havayı yumuşattı, CHP’yi de inatla sürdürdüğü 367 saplantısı içinde biraz daha izole etti.
Bu durumdan, diğer muhalefet partilerinin de çıkarması gereken önemli dersler mevcut.
Türkiye’nin geldiği noktada sert ve keskin tavır, söylem ve politikalar artık prim yapmıyor. Muhalefetin de yapıcı, pozitif bir anlayışla yapılması bekleniyor.
Bunun anlamı, elbette ki kendi fikir ve tezlerinden taviz vererek iktidara teslim olmak değil. Herkes kendi orijinal kimliğini korumalı. Ama uzlaşma gerektiren noktalarda da uzlaşabilmeli.
Nitekim bu uzlaşma sınavlarından biri bugün Mecliste verilecek. Bize göre, gelinen noktada Meclisin Gül’ü ilk turda 367’nin üzerinde bir oyla seçmesi, AKP’nin değil, TBMM’nin ve demokrasimizin yeni ve örnek bir başarısı olur.
Böylece hem “367’yi bulamasınlar da Anayasa Mahkemesine gidelim” hesabı yapan antidemokratik zihniyetin hevesi kursağında bırakılmış, hem de ülkenin gereksiz ve anlamsız tartışmalarla zaman kaybetmesi önlenmiş olur.
CHP’nin bu konudaki uzlaşmaz ve inatçı tavrıyla millet nezdinde yeni prestij kayıplarına uğradığı bir ortamda, bilhassa DYP ve ANAP’la bağımsız milletvekillerinden beklenen, yapıcı ve olgun bir tavırla, seçimin bugünkü ilk turda neticeye ulaşmasına katkıda bulunmak olmalı.
Aksi bir tavır, sahiplerini küçük hesaplarla CHP’nin kuyruğuna takılmış konuma düşürür.
Öte yandan, cumhurbaşkanı seçimine muhalefetin sağlayacağı yapıcı katkı, AKP’nin süreçte bugüne kadar izlediği dışlayıcı ve hatalı politikalara da anlamlı bir cevap oluşturabilir.
AKP’nin hataları, bu süreçle de sınırlı değil.
Bu partinin, şimdiye kadar muhalefet adına sadece CHP’yi muhatap saydığı, diğerlerini ise yok farz edip hiç kaale dahi almadığı mâlûm.
Şimdi sıkıştı, ayaklarına gitmek zorunda kaldı.
Halk bunun değerlendirmesini de yapacaktır.
27.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|