Meclis Başkanı Arınç’ın, siyasette hitabet ustalığıyla öne çıkan isimlerden biri olduğunda herhalde kimsenin şüphesi olmasa gerek.
Ama aynı Arınç’ın, neyi ne zaman nerede nasıl söyleyeceğini tayin konusunda en çok sıkıntı çeken siyasetçilerin ön sıralarında geliyor olması da, izahı hayli zor bir paradoks oluşturuyor.
Duygusal karakterinin baskın geldiği anlarda dilini tutamayıp kullandığı kimi sivri ifadeler ya da nazik karakterinden hiç beklenmeyecek şekilde ağzından sâdır oluveren bazı kaba sözler olumsuz anlamda çok derin izler bırakabiliyor.
Esasen kendisi de bu çeşit sözleri sarf ettikten sonra duyduğu pişmanlığı açıkça dile getirmekten çekinmiyor. Nitekim bir defasında, “Her doğruyu her yerde söylemenin doğru olmadığını tecrübelerle öğrendim” deyip, aynı hataları tekrarlamama niyetini ifade ettiğini hatırlıyoruz.
Ama dilin kemiği yok. Ve yaşanan bazı talihsiz tecrübelere rağmen, bu niyet ve kararın gereğinin zaman zaman ıskalandığını görüyoruz.
Dört buçuk yıl önce Meclis Başkanlığına adaylığı gündeme geldiğinde, eşinin örtülü olduğu gerekçesiyle son derece seviyesiz tepki ve itirazlar yükselince, Arınç adaylığını “inadına” kelimesini kullanarak açıklayıp öyle seçilmişti.
Bilâhare bu söz, hakkındaki seviyesiz eleştirileri dahi örtecek bir bağlamda üzerine yapıştı kaldı. Kısa süre sonra kendisi de o ifadeyi kullanmasının hata olduğunu kabul etti.
Sonraki süreçte de “iletişim kazası” olarak nitelenebilecek başka bazı talihsizlikler yaşandı.
Bunların bir kısmını siyasetin zaman zaman yaşanan cilveleri olarak geçiştirmek mümkün. Ama fırsat kollayanlara yeni kozlar verdikleri bir vâkıa. Ve işin o tarafı bizi fazla ilgilendirmiyor.
Buna karşılık, sürç-i lisan veya gaf olmanın ötesinde bazı söylemler var ki, görünüşte çok sıradan ve normal gibi görülse ve algılansa bile, gerçekte bilinçaltındaki derin yaklaşımları açığa vurması ve daha köklü tartışmalara sebebiyet vermeleri cihetiyle, geçiştirilmemeleri gerekiyor.
Bunların yeni bir örneği, yine Arınç’ın ağzından sâdır oldu. Milletin rahmetli Özal’ı “sivil, demokrat ve dindar bir cumhurbaşkanı” olarak uğurladığını anlatırken, şimdi de aynı niteliklere sahip bir cumhurbaşkanının seçileceğini söyledi.
Tabiî, burada mâlûm cenahın tepkisini çeken ifade “dindar” sözü oldu. Seçilecek yeni cumhurbaşkanında aranacak özelliklerin anayasada belirtilen nitelikler olması gerektiğine ilişkin vurgulu açıklamaların yapıldığı ve Başbakanın da “Bu nitelikleri benimsiyorum” dediği bir ortamda bu sözün tetiklediği polemikler sürüyor.
Özellikle CHP’lilerin başı çektiği bu polemiklerde “Önceki cumhurbaşkanları dinsiz miydi?” demagojisiyle iş çığırından çıkarılmak isteniyor.
Ama sonuçta, din ve dindarlık kavramlarını siyaset zemininde gündeme getirmek doğru değil.
Dindarlık elbette çok ulvî bir değer. Ama siyasetin konusu olmamalı. Ayrıca, dindarlık konuşulmaz, yaşanır. Kaldı ki, Said Nursî’nin söylediği gibi, siyaset dindarlığı aşındırır. Dindarın siyasette başarılı olması da, siyasetçinin gerçek anlamda dindar olması veya dindar kalması da zor.
Onun için, bilhassa bu ortamda, AKP’li Hüsrev Kutlu’nun dediği gibi, cumhurbaşkanının gerçek anlamda demokrat olması daha önemli.
24.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|