İman/İslâm esasları, maddî ve manevî hayatımızı tanzim eder. İki hayatın mutluluğunu da temin eder. Ferdî gelişmeyi sağlar ve sosyal hayatımızı düzenler.
Bizi bu hükme götüren olgu şudur: İhlas Sûresi’nde vurgulandığı gibi Allah Samed’dir. Yani, herkes ve her şey Ona muhtaç, O hiç bir şeye muhtaç değil.
Herşeyi hikmetle, yani, en uygun, en güzel, en faydalı ve en çok yönlü yaratır. Halık-ı Kâinat, her varlığa, bir asıl; üç-beş, on, yüzlerce tâlî hikmet ve faydalar takmış. Meselâ, tekvînî/oluşsal âlemin âyetlerinden hava unsuru, ciğerlerimize dolarak hayatımızın devamını sağlarken, aşılanmayı netice veriyor, sesi naklediyor, ısıyı, ışığı iletiyor, bulutları taşıyor ve konuşmamızı temin ediyor.
Elbette, “teşriî âyetleri” olan emirlerine / ibadetlere / iman esaslarına da yüzlerce maddî-manevî hikmet, fayda, güzellik, özellik takmıştır. Allah Ehad ve Samed olduğuna göre, ibadete O değil, biz muhtacız. Ancak, aklî, vicdanî olan imanî hükümler, başta tevhîd / Allah’ın varlık ve birliği ile sair iman esasları zihinlere nakşedilmezse, eserleri ve tesirleri zayıf kalır; fonksiyonlarını ifa edemezler. Şahsî ve içtimaî gelişme de durur.
Yaratıcı ile kul arasında pek yüksek ve şerefli bir bağ olan ibadetin / imanın, mutluluğa vasıta olması şöyle tahakkuk eder: Canlılar içinde en mümtaz, en müstesna, en latif bir mizaçta yaratılan sosyal ve medenî varlık insandır. Çeşit çeşit meyiller, arzular taşır. En seçkin şeyleri ister, meyleder, ziynetli şeyleri arzu eder. İnsaniyete lâyık bir hayat ve şerefle yaşamak ister.
Şu meyillerin gereği olarak çok çeşitli yiyecek, giyecek ve eşyaya muhtaçtır. Bunları yalnız başına tedarik edemediğinden çeşitli san’atlara ihtiyacı vardır. Yani hem çiftçi, hem ayakkabıcı, hem doktor, hem mühendis, hem terzi, hem fırıncı vs. olamaz. Dolayısıyla hemcinsleriyle teşrik-i mesaiye mecburdur. Böylece herbiri bir dalda uzmanlaşırlar. Ve ürettiklerini paylaşır, değiş-tokuş ederler. Böylece hayatları dengelenir. Değiş-tokuş ve paylaşım âdil olmalıdır. Ne var ki, psiko-sosyal yapımız adaleti saptırır. Çünkü, yapımıza, potansiyel halindeki kabiliyetleri geliştirecek sınırsız meyiller, sonsuz emeller, beklentiler, arzular, sayısız fikirler (akıl, düşünce), hudutsuz gadap (itme, savunma) ve şehvet (her türlü zevk ve lezzeti isteme) gücü yerleştirilmiştir. İmtihan ve gelişme için bu temel duygular sınırlandırılmamıştır. Bu temel yeteneklerin her birisinin de “ifrat-tefrit (aşırı) ve vasat (orta)” olmak üzere üç derecesi vardır. Bunların geliştirilmesi veya dumura uğratılması tamamen irademize bırakılmıştır.
Mesâilerin tanzimi, çalışma, üretim ve paylaşımda “orta yol, denge” tutturulamazsa zulüm ve tecavüzler vukua gelir. İnsan toplulukları, meydana gelebilecek tecavüzleri önlemek için adalete muhtaçtır. Fakat, her ferdin aklı, adaleti idrakten âciz olduğundan genel ve beşerüstü bir akla ihtiyaç var ki, bireyler o küllî akıldan istifade etsinler. Öyle kuşatıcı bir akıl da ancak kanun şeklinde olur. Öyle bir kanun da şeriattır, dindir, imandır, ibadettir.
Sonra, o şeriatın tesirini ve pratik hayata geçirilmesini temin edecek bir mercî, bir sahip lâzımdır. O mercî ve o sahip de ancak peygamberdir. Peygamber olan zatın da, açık veya gizli halka olan hâkimiyetini devam ettirmek için, maddî-manevî bir ulviyete ve bir imtiyaza ihtiyacı olduğu gibi, Yaratıcıyla olan derece-i münasebet ve bağını göstermek için de bir delile ihtiyacı vardır. Böyle bir delil de ancak mucizelerdir. Sonra, Cenâb-ı Hakkın emir ile yasaklarına itaati tesis için, Yaratıcının büyüklüğünün zihinlerde tesbit edilmesi gerekir. Bu tesbit de, ancak akaid ile, yani imânî esasların tecellisiyle olur.1
İşte bu gerekçelerden ötürü başta tevhidin, yani, Allah’ın varlık ve birliğinin, azametinin, isim ve sıfatlarının zihin ve gönüllere yerleştirilmesi gerekir ki adalet, hak ve hürriyetler tahakkuk ve devam edebilsin.
Dipnot: 1- İşârâtü’l-İ’câz, s. 140-143.
24.04.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|