“Zaman en iyi müfessir” olduğu için, geçmiş yılların ihtilâlcileri ve ihtilâllere alkış tutan ‘aydın’ları da ‘mecburî demokrat’ olmak üzereler. 12 Eylül 1980’deki ihtilâle karşı çıksalar bile 27 Mayıs 1960 ihtilâlini destekleyen ve ‘haklı’ bulanlar, son günlerde ayırım yapmadan ‘Bütün ihtilâllere karşıyız’ demeye başladılar.
‘Sağ’dan ‘sol’a bütün bir Türkiye’nin ihtilâllere ‘kökten’ karşı olması elbette çok önemli bir gelişmedir. Ancak, ‘İhtilâllere karşıyız’ diyenler gerçekten ve ‘öz’de ihtilâllere ‘karşı’ mıdırlar; yoksa bu beyanları görünüşte ve ‘söz’de bir ‘karşı’lık mı ifade ediyor?
Kanaatimizi göre, düne kadar ihtilâlleri alkışlayan ve bugün ‘Biz de ihtilâllere karşıyız’ diyenlerin büyük bir çoğunluğu ‘öz’de değil, ‘söz’de karşı bir tutum sergiliyorlar. ‘İhtilâllere karşıyız’ diyenlerle ‘ihtilâllere dâvetiye çıkaranlar’ın pek çok eylem ve söylemi birbiriyle örtüşüyor.
İhtilâl ve ihtilâlcilerin en bilinen özelliği, ‘millete rağmen’ iş yapmalarıdır. Onlara göre millet, ‘cahil oy çoğunluğu’dur, onlar kendilerini yönetecek olan kişileri seçme kabiliyetine sahip değildir. Böyle düşündükleri için, milletin helâl reyleriyle işbaşına gelen siyasetçileri her defasında silâhla/zorla devirip yönetime el koymuşlardır.
Son günlerde ‘Biz de ihtilâle karşıyız’ diyen eski ihtilâlseverlerin tavrı da ihtilâlcileri hatırlatıyor. Güya ihtilâllere karşılar, ama onlar da millete güvenmiyor. Dolayısı ile onların ihtilâllere karşı olmalarını ‘özde’ değil de ‘sözde’ karşı olmak şeklinde anlayabiliriz.
Meselâ, iktidar partisi, milletten aldığı ‘yetki’ye dayanarak bir cumhurbaşkanı adayı ilân etti. Kişi ve partilerin böyle bir adaya ‘karşı’ olma hakları tabiî ki vardır ve bu da demokratik bir davranıştır. Ama bu ‘karşı’ olma tavrını, ihtilâlciler gibi ortaya koymak ve demokratik teâmülleri çiğnemek kimsenin hakkı olmasa gerek.
İhtilâlciler, son yıllarda geçmişe nisbetle ‘akıllandıkları’ için artık ulaşmak istedikleri hedeflere ellerini yakmadan varmak istiyorlar. Bunun için de ‘darbe’ ile hedefledikleri şeyleri, ‘Darbesiz nasıl yaparız?’ın peşindeler. Dolayısı ile ‘Darbelere karşıyız’ beyanlarının pratikte bir değeri yoktur. Çünkü hedefleri, ‘darbe’siz de olsa ‘darbe’lerin yapmak istediklerini yapmaktır: Milleti devre dışı bırakmak, ‘rey’lerin tesirini kırmak...
Bazı medya organları da aynı çelişkiyi yaşıyor. Güya “Kadınlar Çankaya’da türbana karşı”ymış. (Hürriyet, 26 Nisan 2007) Oysa bu bakış açısı, Türkiye gerçeklerini yansıtmıyor. Tamam, bır kısım ‘kadınlar’ ve yine onların temsil edildiği sivil toplum kuruluşları ‘Çankaya’da bir başörtülü’ye karşı olabilir. Ama bu durum, sanki bütün kadınlar, bütün Türkiye buna karşıymış gibi sunulabilir mi?
Türkiye’de yapılan onlarca araştırma,—ki bu araştırmaların yayınlandığı gazetelerden biri de aynı gruba bağlı olan Milliyet’ti—başörtüsünü Türkiye için ‘tehlikeli’ görmüyor. Ayrıca kadınların büyük çoğunluğu zaten başörtülü. Başörtüsü takmayanlar da başörtüsü yasağına ‘kökten’ karşı. Bütün bu bilgiler ışığında, ‘bir kısım kadınlar’ın karşı oluşunu; bütün Türkiye karşıymış gibi sunmak çelişkinin dik âlâsı olsa gerek.
İhtilâllere ve ihtilâlci anlayışlara ‘sözde’ değil, ‘özde’ karşı olmak gerekir.
27.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|