Türkiyeli Caferi kardeşlerimiz 14-15 Nisan 2007 tarihleri arasında The Green Park Oteli’nde ‘Fikirde uzlaşı, eylemde birlik’ başlıklı uluslararası bir sempozyum düzenlediler. Sempozyum ve konuşmalar güzel bir atmosferde geçti. Toplantıya ilk gün iştirak edemedim, ama ikinci gün nisbeten takip ettim. Tertip heyeti gerçekten de misafirperverlerdi. Anlayabildiğim kadarıyla, sempozyumun amacı son yıllarda Irak üzerinden Şii-Sünni toplumu arasında beliren gerginliği ve toplanan kara bulutları dağıtmaktı. Elbette bunu dağıtmanın büyük kısmı eylemden geçiyorsa da bir kısmı da sözlü diyalogdan geçiyor. Bu açıdan ‘fikirde uzlaşı, eylemde birlik’ isabetli bir başlık. Bununla birlikte, fikirde uzlaşma sağlanamaması, eylemde birliğe mani değildir. Yeterki hedeflerimizi doğru seçelim. Bazen fikirde anlaşanlar ve uyuşanlar da eylemde birlik sağlayamıyorlar. Biraz da meseleye bu zaviyeden bakmakta yarar var. Dolayısıyla ihtilafları yok saymak bizi eylemde birliğe taşımaz. Bazen şeffafiyet ve serahati kararttığı için pratik zararları sebebiyle ihtilafı daha da büyütür. Ama ihtilaflarla birlikte samimiyet ve şeffafiyet gönüllerimiz üzerinde bağları ve kilitleri açar ve bizi istenilen istikamete sevk edebilir. Bu ilişkilerde birbirimizin fikrinden veya fikrî birliğimizden emin olamasak da birbirimizin ahlakî duruşundan ve samimiyetinden emin olabilmeliyiz. Eylemde birliğin reçetesi budur. Bunun için de birbirimizi anlamamız lâzım. Uzlaşma, ihtilâflarımızla birlikte birbirimizi anlamaktan geçiyor.
Ara konuşmalarda bir çok hususa katılmasam da sonuç bildirgesi dengeli ve yapıcıydı. Bütün tarafların hakkını vermeyi amaçlıyordu. Bunun ötesinde mihmandarlık yapan tertip heyeti ve etkinliklere iştirak eden Caferî cemaatinin samimiyetinden şüphe etmiyorum. Fikirde anlaşamasak bile samimiyet ve yöntemde anlaşabilmeliyiz. Eylemde birliği engelleyen fikir ayrılığı değil, ya samimiyet eksikliği ya da yöntem farklılığıdır.
***
İlyas Üzüm de tam bu noktaya temas etti ve eylemde birlik noktasında bir grubun ötekini kendileştirmeye çalışmasının tehlikesine işaret etti. Bu anlamda toplantı sırasında kullanılan bazı kavramları elbette kabul etmemiz mümkün değil. Zira ötekini kendileştirme ve mezhebî veya siyasî otoritesinin altına alma niyeti veya gayreti seziliyor. Sözgelimi, merhum Ayetullah Humeyni için ‘kutsal Humeyni’ gibi tabirler onun beşerî bir sıfatla ele alınmasına ve tahlil edilmesine engeldir. Üzerine kudsiyet halesi örtülmesini iktiza eder. Bu takdirde, biz tarihî bir figür olarak onun doğrularını veya yanlışlarını tartışamayız. Sözgelimi İran-Irak savaşı 8 yıl sürmüştür ve savaşı başlatan taraf daha zalim olmakla birlikte temadisinde iki tarafın da sorumluluğu vardır. Bu müsellem bir meseledir. Bunu kabul etmezsek hiçbir yere varamayız. İkincisi, Hamaney hakkında ‘rehber-i ümmet’ veya ‘Kaid-i ümmet’ sıfatları Sünniler için bağlayıcı değildir ve bunu fikirde veya eylemde birliği sağlama noktasında Sünnilerin de bulunduğu ortamlarda sarfetmek kışkırtıcı bir etki yapabilir. ‘Yangından mal kaçırırcasına’ bir hareket olarak mütalaa edilebilir. Onların onay ve tefvizine başvurmadan bu sıfat veya benzerlerini ısrarla kullanmak onları siyasî şemsiye altına alma girişimi olarak anlaşılacak ve bu kuşkuyu doğuracaktır. Kaldı ki; veliyyi fakih, siyasî merci-i taklid olarak birçok Şii ulema tarafından da kabul edilmemektedir. Öyleyse bir oldu bitti ile Sünnileri de kuşatan bir şekilde bu sıfatların kullanılması eylemde birlik yerine tefrikayı doğurmaya adaydır. Bundan dolayı özellikle Sünnilerin bulundukları ortamda bu sıfatları kullanmada iktisada gidilmelidir. Bu tutum karşı tarafa saygıyı esas alan siyasî veya dinî olgunluğa da aykırıdır. Yöntem sorunuyla alâkalıdır. Sonra, mezhep veya fikir temelli düşmanlık zarurî değildir. Bunu zaruret mertebesine çıkaran pratiktir. İhtilaf düşmanlık doğurmaz. Düşmanlık doğuran neden fikrî farklılığın siyasete ve icraata yansıtılmasındadır. Siyasette tek başına düşmanlık nedeni değildir. Siyasî bir hakimiyet için ortak değerler ve inanç kullanılırsa bu ihtilâfın ve çatışmanın aracı ve kaynağı olur. Zira bu durumda din siyasete alet edilmiş olur. Bu konuları hep birlikte derin düşünmemiz gerekiyor.
***
Binaenaleyh, eylemde birliği temin kolay değildir. Buna engel fikri ihtilaf da değildir. Bunun tek yolu kendini aşmaktan ve karşı tarafı anlamaktan; hakları noktasında teslimden, titizlenmekten yani samimiyet ve ihlâs ve feragattan geçer. İlyas Üzüm gibilerin de işaret ettiği gibi takribi yani yakınlaşmayı sağlayacak olan teorik zemin veya birlik olmayıp, pratik tutumdur. Amellerin sözleri tercüme etmesidir. Yani ahlâkî zeminin güçlü olmasıdır. Ahlâk dinden ayrıldığında yöntem yanlışına düşeriz ve o bizi ortak zemin yerine pragmatizm veya oportünizme ve o da ihtilaf ve terfrikaya götürür. Muhabbet bir göz için binlerce gözü sevmekse de asla riyakârlık ve yanlışa hayır demeye engel değildir.
Bu mülâhazalarıma ve çekincelerime rağmen kendi adıma sempozyumdan çok istifade ettim. Umarım, benzeri toplantıların üzerinden bu ilişkiler derinleşerek bütün tarafların hayrına gelişir ve salih meyveler verir.
17.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|