Orhan Veli “Bedava Yaşıyoruz” adlı şiirinde hava, bulut, dere ve tepeden dem vururken, bize bir nimet olarak verilmiş hayatı nasıl yaşadığımız üzerine kafa yormuş mudur acaba? Meselâ; hayatın hakkını vererek yaşıyor muyuz? Deyim yerindeyse, hayatı kana kana içiyor muyuz? En azından yaşadığımız çevrede öylesine bir hayat mı yoksa etrafımızla ilgili duygu ve düşüncelerimizi lâyıkıyla uygulayabildiğimiz bir hayat mı yaşıyoruz?
“… Bey, şu belgeleri bir yetiştiriver. Bir şeyler bulup yetiştir. Maksat formalite…” gibi düşüncelerin kol gezdiği bir iş hayatımızın neredeyse büyük bir çoğunlukla formalite gayretlerle yürüdüğünü, bazen de bilerek ya da bilmeyerek kendimizin de formaliteden bir iş hayatını yaşadığımızı fark ediyor muyuz acaba?
Son günlerde hemen herkesin dilinde karşılaştığım ve aklıma takılan bir giriş cümlesi var: “Yanlış anlamayın…” Bu ve benzeri cümleler, ilk bakışta çok samimî ve masum gözükebilir; ama bence bu cümle sosyal hayatta birlikte oluşturduğumuz formalite davranış şekillerinin dayatmasıyla ortaya çıkmış bir cümledir. Diyelim ki, bir iş toplantısındasınız. Yetkili kişi demokratik olmaktan dem vuruyordur. Söz hakkı istendiğinde savunduklarına paralel olmayan düşüncelere karşı cephe aldığında, ister istemez karşınıza formalite bir davranış kalıbı çıkıyor. Buna karşılık isteyerek veya istemeyerek, siz de “Yanlış anlaşılmak istemem… Yanlış anlamazsanız, bir şey diyeceğim… Yanlış anlamayın…” gibi ifadelerle kendinizi ve düşüncenizi takdim etmek zorunda kalırsınız ki, söyleyecekleriniz de zoraki söylenmiş, lâf olsun torba dolsun gibisinden sözler olacaktır. Şunu da belirtelim: Verdiğimiz örnek olay, yetkili kişi için de geçerlidir. Bu sefer yetkili kişi de sorumlu olduğu yer her neyse, “yanlış anlaşılabilir” gibi bir düşüncenin etkisiyle formalitenin hapsine girebilir. Bir düşünün bakalım, hiç mi karşılaşmadınız öyle bir tabloyla?
Garip olan şu ki, bu formalite sadece iş hayatımızda değil, hayatımızın hemen her köşesinde kendini göstermektedir. Birisi fazla mı güldü? Bir taraftan, “Neden güldü acaba?” derken, diğer taraftan yapmacık bir gülüşle eşlik etmeyi ihmal etmiyoruz. Bir bakıma “formalite”lik tebessümlerle birbirimize formalite yüzlerimizi sunuyoruz. Çok yakın arkadaşımız başarılı mı oldu? Evvela biz tebrik ederiz; fakat tebrik ettikten sonra küçümsemeyi, alay etmeyi ve yeri geldiğinde aleyhine konuşmayı da geciktirmeyiz. İster kabul edelim, ister etmeyelim; aslında başarılarının devamını dilememiz birer formaliteye bürünmüştür artık. Avunduğumuz, formalite davranışlarımızı mantığa büründürmek ve böylece kendimize bile formalite doğrular icat etmekten başka bir şey değil.
İsterseniz, biraz daha özel hayatımıza doğru uzanalım. Meselâ hemen her zaman geçtiğimiz yola ne kadar dikkat ediyoruz? Her an almak zorunda olduğumuz nefesi hiç düşündük mü? Belki de evimizin karşısında yahut sokağımızın köşesinde duran ağaca, ağacın dallarına şuurlu bir nazarla baktık mı? Söz gelimi baharın gelişiyle açan rengârenk çiçeklere, Yunus Emre misali, “Sordum sarı çiçeğe/Annen baban var mıdır?” gibi sorular soracak kadar bir farkındalık içinde miyiz? Hayatımızın mihrak noktalarından birisi olan suya tanıdık bir sesle sesleniyor muyuz? Kana kana içerken, yahut elimizi yüzümüzü yıkarken tanıdık bir dostla kucaklaşır gibi, bir duygu ve düşünceye sahip oluyor muyuz? Eğer bu soruların cevapları olumluysa, formaliteden çıkıp hayatın özünü yakalamışsınız demektir. Yok eğer olumsuzsa, sıraladıklarımın hemen hepsi sadece sıradan hayatı yaşamak adına formaliteleştirdiğiniz nesnelerden ibaret kalacaktır.
Aslında bütün iş, insanın insan olma şuurunu yakalayıp evvelâ kendini ve daha sonra çevresini idrak etmesidir. Eğer bunu başarabilirse, kendinden başlayarak çevresini formalitenin tuzağına düşmekten kurtaracaktır. Tipik Orhan Veli’nin, “Deli eder insanı bu dünya/Bu gece, bu yıldızlar, bu koku/Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç” şeklinde belirttiği yaşama sevinci hemen her yeri kaplar.
Unutmayın; formalite hayat, çok bayat…
28.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|