Kamuoyunu meşgul eden kalıcı problemlerden biri de ‘şiddet’in yükselme eğilimi göstermesidir. Evde, işte, okulda, sokakta velhâsıl hemen her yerde az ya da çok ‘şiddet’e başvuruluyor.
‘Kapkaç’ ve ‘cinayet’ler büyük şehirlerin en önde gelen sıkıntısı. Bu hadiselere bir de ‘profesyonel cinayet’ler ilâve edilince, toplumun cinnet geçirdiğine hükmediliyor. Konu ile ilgili görüş beyan eden uzmanlar, hemen tedbir alınmazsa durumun daha da kötüye gideceği konusunda hemfikirler.
Yakın zaman önce, okullarda yükselen şiddet hadiselerini değerlendiren bir UNICEF yetkilisi, Amerika’daki durumu da hatırlatarak “Bugünden ciddî tedbir almazsanız, çok yakında okullarda silâh kontrolü yapmak durumunda kalırsınız” demişti. Hatırlamak lâzım: Amerika’daki son şiddet hadisesinde bir üniversite öğrencisi 33 kişiyi katletmişti. Bugün itibarıyla Türkiye için böyle bir ihtimal belki hepimize uzak görünüyor, ama bugün yaşadığımız durum da 20 yıl önce ‘imkânsız’ görülüyordu. Gerekli tedbirler ve ıslâh çalışmaları yapıl(a)madığı için, ‘imkânsız’ları yaşar hale geldik maalesef.
Tecrübe edilen doğruları tekrarlamak zorunda kalmış olmaktan memnun değiliz. Ama bu ‘hastalık’lara, bu ‘dertler’e doğru teşhis konulmadığını görmek insanı üzüyor. Meselâ, ‘provokasyon’ kokan YÖK suikast teşebbüsü sonrası değerlendirme yapan profesör ünvanlı bir sosyolog/yazar; ‘şiddet’in yükselmesini açıklarken işi dönüp dolaştırıp ‘başörtülü kızlar’a getirdi. NTV’deki bir programda konuşan ‘uzman,’ düzenlenen bir ‘anma toplantısı’nda piyes sahneye koyan ‘başörtülü kız çocukları’nın, oyun gereği bir ‘ejderha’yı öldürmesine vurgu yapıyordu. Ona göre, ‘başörtülü kız çocukları’nın, sahnede ‘ejderha’ öldürmesi, hem de bunu ‘üç defa’ tekrarlaması şiddetin yayılmasına en büyük sebepti!
Oyun gereği de olsa bir ‘öldürme’ fiilinin işlenmesi, ‘sosyolojik gözle’ belki bu şekilde de değerlendirilebilir. Ama yükselen şiddeti sadece bu ‘küçük’ hadise örneğine bağlayıp; üstüne üstlük bunu yapanların da ‘başörtülü küçük kızlar’ olduğuna vurgu yapmak Türkiye gerçeklerine uyar mı?
Suçlu aranıyorsa, en başta şiddet uygulayanları ‘itibarlı’ gösteren TV dizileri söz konusu edilmelidir. Hele hele, güya çocuklar için hazırlanan bilgisayar oyunlarına ne demeli? Bir, iki, üç değil, üç yüz defa öldürme hadisesi yaşanan bu oyunların ve hazırlayanların suçu yok mu? Daha doğrusu, asıl suçlu olanlar bu oyunlar değil mi?
Şiddeti önlemek istiyorsak, en önce TV kanallarını işgal eden şiddete son vermenin bir yolunu bulmalı. Akabinde de bilgisayar oyunları, şiddetten arındırılmalıdır. Bunlar yapılmadan, sadece bir tiyatro oyunundaki ‘öldürme’ hadisesine dikkat çekip onu ‘suçlu’ ilân etmek hastalığa yanlış teşhis koymak anlamındadır.
Bilhassa ‘uzman’larımız buna dikkat etmeli...
28.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|