Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 28 Nisan 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz? O cennetlerde iki pınar akar.

Rahman Sûresi: 49-50

28.04.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Ehl-i Beytim içerisinde en çok sevdiğim Hasan ile Hüseyin'dir.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 125

28.04.2007


Hayat apartmanı yıkılıyor

İ’lem eyyühe’l-aziz!

İnsan, yaşayış vaziyetince, bir dağdan kopup sel içine düşen veya yüksek bir apartmandan düşüp yuvarlanan bir şahıs gibidir.

Evet, hayat apartmanı yıkılıyor. Ömür tayyaresi şimşek gibi geçiyor. Zaman da sel dolaplarını sür’atle çalıştırıyor. Arz sefinesi de, sür’atle giderken “Bulutların geçişi gibi geçip gider” (Neml Suresi, 27:88) âyetini okuyor. Sefine-i arz sür’atle yürürken, dünyanın gayr-ı meşru lezzetlerine uzatılan ellere zehirli dikenlerin batacağı düşünülsün. Binaenaleyh, o zehirli dünya oklarına bakıp el uzatma. Firâkın elemi, telâki lezzetinden ağırdır.

Ey nefs-i emmârem! Sana tâbi değilim. Sen istediğin şeye ibadet et ve istediğin şeyin peşine düş; ben ancak ve ancak beni yaratıp, şems ve kamer ve arzı bana musahhar eden Fâtır-ı Hakîm-i Zülcelâle abd olurum.

Ve keza, kader muhitinde uçan tayyare-i ömre veya hayat dağları arasında açılan uhdut ve tünellerinden şimşekvâri geçen zamanın şimendiferine bindirerek ebedü’l-âbad memleketinin iskelesi hükmünde olan kabir tünelinin kapısına sevk eden Hâlık-ı Rahmânü’r-Rahîmden medet istiyorum.

Ve keza, hiçbir şeyi dualarıma, istigâselerime ve niyazlarıma hedef ittihaz etmem. Ancak küre-i arzı harekete getiren, felek çarklarını durdurmaya ve şems ve kamerin yerleştirilmesiyle zamanın hareketini teskin ettirmeye ve vücudun şahikalarından yuvarlanıp gelen şu dünyayı sakin kılmaya kadir olan kudreti nihayetsiz Rabb-i Zülcelâle dualarımı, niyazlarımı arz ve takdim ediyorum. Çünkü, herşeyle alâkadar âmâl ve makasıdım vardır.

Ve keza, kalbime vaki olan en ince, en gizli hatıraları işittiği ve kalbimin müyûl ve emellerini tatmin ettiği gibi, akıl ve hayalimin de temenni ettikleri saadet-i ebediyeyi vermeye kadir olan Zât-ı Akdesden maada kimseye ibadet etmiyorum.

Mesnevî-i Nuriye, s. 94

Lügatçe:

arz: Dünya.

sefine: Gemi.

firâk: Ayrılık.

telâki: Kavuşma, buluşma.

nefs-i emmâre: Daima kötülüğü emreden nefis.

şems: Güneş.

kamer: Ay.

musahhar: Boyun eğdirilmiş, hizmetkâr kılınmış.

Fâtır-ı Hakîm-i Zülcelâl: Herşeyi hikmetle yaratan Celal sahibi, Allah.

abd: Kul.

tayyare-i ömr: Ömür uçağı.

uhdut: Geçit, hendek.

şimşekvâri: Şimşek gibi.

şimendifer: Tren.

ebedü’l-âbad: Sonsuzlar sonsuzu.

Hâlık-ı Rahmânü’r-Rahîm: Şefkat ve merhameti sahibi Yaratıcı.

istigâse: Sığınma, yardım isteme.

küre-i arz: Dünya.

teskin: Sakinleştirme, durdurma.

âmâl: Emeller, arzular.

makasıd: Maksatlar.

vaki: Vuku bulmuş, gerçekleşmiş olan.

müyûl: Meyiller, yönelimler.

maada: Başka.

28.04.2007


Gerçek mutluluğun formülü (2)

Mutlu olmak her insanın arzusudur. Fakat tam mânâsıyla mutlu olanlar azdır. Mutlu olmanın bazı temel kuralları vardır. Meselâ, ahlâksız, faziletsiz bir kimse çok zengin olabilir, fakat mutlu olamaz. O halde, mutluluğun esas temeli ahlâktır, fazilettir, vicdanlı yaşamaktır.

Mutluluk yenecek bir tatlı, giyecek bir elbise, içinde gezilecek bir araba değildir. Mutluluk her şeyden önce iç huzurdur. Mutluluğun yatağı ve kaynağı kendi kalbimiz, temeli fazilet ve ahlâktır. Mutlu insanlar bencil değildir. Bencil bir insan, mutlu olamaz. Mutlu insan başkalarına karşı kin beslemez. Çünkü günlük yaşantısında, kalbinde kin ve hasetle hareket eden insan mutluluğun ta kendisi olan iç huzura kavuşamaz. Başkalarının hakkını yememek, haksızlık yapmamak, merhametli olmak, başkalarının hareketlerini yargılarken insaflı davranmak da mutlu olmanın esaslarındandır. Çünkü hak yiyen, haksızlık yapan, merhametsiz olan bir kimse, içinde esen bu fırtınalarla kendi iç huzurunu dağıtmış olur.

Mutluluğu yalnız parada, zenginlikte, şöhrette arayan insanlar, ısınmak için bir sobanın etrafında toplananlara benzerler. Ateş sönünce veya sobadan ayrılıp dışarıya çıkınca yine üşüyecekler, titremeye başlayacaklardır. İnsan, mutluluğu bu gelip geçici şeylerde değil, kendi kalbinde devamlı parlayacak olan iç huzurunu temin eden manevî değerlerde aramalıdır. İnsan tabiî ki para da kazanacaktır. Mutluluk için para bir araçtır, amaç olmamalıdır. Eğer zenginlik, şöhret tek hedef ise, insan villalarda, saraylarda da yaşasa mutlu olamayacaktır.

Çoğu insanın en büyük hatası, mutluluğu dünyevî anlamda büyük işlerde, önemli şeylerde aramalarıdır. Halbuki o, lüks otomobillerde, görkemli villalarda, pahalı başarılarda aranmak yerine, küçük ayrıntılarda aranmalıdır. Bu ayrıntılardan bazıları;

Mutluluk, gülümseyerek eve giren eşe “Hoş geldin sevgilim” demektir.

Mutluluk, hayatı pozitif açılardan da görmeyi başarmaktır…

Mutluluk, alınan her nefesin bir “ikram-ı İlâhî” olduğunu bilmektir.

Mutluluk, gerçek güzelliklerin içinde doğanların değil, çirkinliklerin bile güzel yanlarını keşfedebilecek kadar güzellik kâşifi olanlarındır.

Mutluluk, kazandıklarımız veya kaybettiklerimizde değil, içimizdedir.

Mutluluk, bebeğimizin kokusu, ya da çocuklarımızın tebessümüdür…

Mutluluk, her gülde “Muhammed”le (asm) buluşma becerisidir..

Mutluluk, eldekini, avuçtakini başkalarıyla paylaşmaktır.

Mutluluk, menfaatsiz ve hesapsız sevmektir…

Mutluluk, aileyi önemsemektir.

Mutluluk, “Bana Allah yeter” diyerek, Allah’a teslim olabilmek, her şartta şükredebilmektir.

Mutluluk için, Allah’ın bize verdiklerini sık sık düşünmek ve kendimizden daha zorda olanlara bakmak yeterlidir.

Tevekkül etmesini bilen umutsuzluğa düşmez. Umutsuzluğa düşmeyen kolay kolay mutsuz olmaz.

Mutluluk için elimizde var olan değer ve güzellikleri keşfedelim, sonra da olmayana ulaşmak için çabalayalım. Fakat bizi bütünüyle aşan “imkânsız”a doğru koşup kendimizi telef etmeyelim. Bu bizi mutsuz eder. Mutsuzlukların çoğunun kaynağı, ihtiraslarımız, hasetlerimizdir.

Mutluluk olaylara ve insanlara olumlu bakabilmedir. Olumlu ve olumsuz yönleriyle insanı görmek, sevmek lâzımdır. İnsanları güle benzetirsek, gülün dikenlerini inkâr etmemek gerekir. Dikensiz gül yoktur.

En büyük başarı mutluluktur. Yapılan herhangi bir iş, faaliyet sonucunda insan mutlu olabiliyorsa, başarıyı yakalamış demektir. Zengin bir iş adamı, insanları seviyorsa, işçisinin alın teri kurumadan ücretini ödüyorsa, muhtaçlara yardımda bulunuyorsa mutludur. Bunun aksi durumunda bir insan zengin bile olsa, başarılı olsa mutlu olabilir mi? Vicdanen rahat olabilir mi?

İnsanlar hayat merdivenlerinde başarı ile yükselirken, kazanırken her şeyi mübah saymamalıdırlar. Haram, helâl anlayışı içinde, güçsüzlerin emeğine ve yüreğine basmadan kazanmak başarının en önemli şartlarından olmalıdır. Böyle bir başarı insanı mutlu eder.

İnsan kazandığı başarıların getirdiği servetle şımarmamalı, şükretmelidir. Şükrü yapılmayan bir başarı geçici olur. Geçici başarılar insanı gerçek mânâda mutlu etmez. Mutsuz ama başarılı birçok insan vardır. Bunlar başarılı olurken bazı yerlerde yanlış yapanlardır.

Gerçek başarı, dünya ve ahiret dengesini göz önünde bulundurarak, her duyguyu yerli yerinde kullanarak, her şeye hakkını vererek, aşırılıklardan uzak ve ebedî hayata yönelik tarzda bir çalışma sonucu elde edilecek bir başarıdır. Bu lezzeti geçici olmayan başarıdır. Bu yalnız bu dünyaya ait başarı değildir. Öldükten sonra da insanı sonsuz mutluluğa götürecek başarılar, gerçek başarıdır. Bu da “kulluk şuuru”na ulaşmakla olur. Yoksa, ölümden sonra işe yaramayacak başarı ve mutluluktan geriye, olsa olsa “görkemli bir mezar kalır..”

—SON—

Mehmet Abidin KARTAL

28.04.2007


Mehmet Emin Birinci'den Hatıralar

Tarihçe-i Hayat’ın neşri

Büyük Üstadın Tarihçe-i Hayat’ı basılıyordu. Onu gören, onu bilen, onu tanıyan ve hizmetinde bulunan sadık talebeleri, Aziz Üstadlarının tarihçe-i hayatını, meslek ve meşrebini kaleme almışlar. Risale-i Nur’un müellifini yüksek vasıflarını nazara vermek istiyorlardı. Hazret-i Üstad ise kendi hususî hayatı ile ilgili çoğu yerleri çıkarmış ve nazarları tamamiyle Risale-i Nur’a tevcih ettirmişti. O, “Ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum, herşey Risâle-i Nur’a aittir” düsturunu benimsetmeye çalışıyordu ve bu açıdan meseleye bakıyordu. Risâlelerden yazdığı hakikatleri önce nefsinde tatbik etmeyi bilen ve her haliyle yaşayan Aziz Üstadın bu Tarihçe-i Hayat’ı tab edilirken Üstada ait fotoğrafların esere girip girmemesi bahis konusu oldu. Şark’tan bir kısım talebeleri, fotoğrafların girmemesi taraftarıydılar.

Eserin baskısı hitama erince yine ciltletmek için Ankara’dan İstanbul’a götürdük. İlk ciltlenenlerden bir miktar alıp o zaman Emirdağ’da bulunan Hazret-i Üstada götürdüm. Büyük bir memnuniyetle karşıladı. Kitabı eline alarak biraz karıştırdı. Ve bana dönerek:

“Bu kitap kaç panganottur?” diye sordu.

“Yirmi beş liradır efendim” dedim.

O zaman Üstad “En az kırk panganot olmalı... Çünkü ucuz olan ucuz bakar. Hem burada Eski Said’in resimleri de yok (niye konmadı mânâsında)” diye bazı tavsiyeler de bulunduktan sonra Asâ-yı Mûsâ’dan bir miktar ders okuttu. Sonra müsaade isteyip ayrıldım. O anda hizmetinde rahmetli Zübeyir Ağabeyle Ceylan Ağabey vardı. Bir müddet onların yanlarında kaldım. Ayrılırken Mustafa Acet’e yeni yazdırılan ‘Hizbü’l-Envâr-ı Hakâik-ı Nuriye’yi, bastırmak için alarak İstanbul’a getirdim. Ankara’da Tarihçe-i Hayat’ın baskısı bitince İstanbul’a geldim.

Neşriyat işini İstanbul’a aldık

Ben Ankara’da iken bizim Fırıncı Ağabey, Üstad Hazretlerinin ziyaretine gider. Üstad ona ‘Ankara, Samsun, Antalya çalışır, İstanbul uyur’ mânâsında ikazda bulununca, derhal harekete geçerler ve ilk olarak Mesnevi-i Nuriye’yi tab ederler.

O tarihlerde Risale-i Nur’un neşriyatı Samsun’da ve Antalya’da da devam ediyordu. Hattâ Üstadı Isparta’da bir ziyaretimde Mustafa Ezener’e yardım için beni Antalya’ya gönderdi. Hutbe-i Şamiye tashihini bitirdikten sonra tekrar Üstadı ziyaretimde: ‘Kardeşim Risale-i Nur’lar küfrün belkemiğini kırmıştır. Artık doğrulamaz’ buyurmuşlardır. Zübeyir Ağabeye, ‘Bu benim misafirimdir’ deyip kendi yemeğinden bana bir miktar ikramda bulundular ve Ceylân Ağabeye dönerek, ‘Şimendifer parası ne kadar?’ diyerek bilet parasını verdiler.

Bu defa neşriyat işlerini İstanbul’da yapmaya başladık. Hazret-i Üstad, Risalelerin süratle çıkmasını istiyor ve bir an önce milletin istifadesine sunulmasını arzu ediyordu. Zaten tek maksadı insan olarak dünyaya gelen zişuurların saadet-i ebediyeye nail olmaları için tahkiki imanı kazanmaları ve bu suretle Cehennemden kurtulmaları idi. Onun yüksek şefkati, aziz ruhu ve ism-i Rahîm’e mazhar olan asîl şahsiyeti düşmanlarına beddua etmekten bile kendini men etmiş, onlara iman nasib etmesini dileyerek zamanımızın Sıddîk’ı olmuştu.

Son Şahitler, c. 4, s. 402-403

28.04.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004