Türkiye’de rejimin kimliği üzerinde siyasî bir kavga var. Aslında AKP senteze gelerek bu mücadelede taraf değil, bitaraf olmuş durumda. Mücadeleyi sistem üzerinde değil, kişiler üzerinde yürütüyor. Aslında kendilerini laik kesimler olarak tanımlayanlar da öyle. Gelişmenin mahiyetini görmezden gelerek, kişilere takılarak meseleyi bir kin dâvâsı varlık-yokluk meselesi haline getirmiş bulunuyorlar. Rejim kavgasını kişilerin üzerinden yürütmeye kalkışıyorlar.
Burada bir ikilem karşımıza çıkıyor. İktidar kendisini, laik kesimler olarak tanımlayanlar karşısında köşkü kazanma kazanımıyla iktidarı kaybetme riski altında buluyor. Laik kesimler için de aynı oranda risk ve avantaj var. Köşkü muhafaza etmekle rejimi kaybetme riski arasında bir süreçteler. Bunun AKP ile alâkası yok. Zira eski bir tekerleme vardı: “Ne eski ben ben, ne o eski sen sen” diye. O eski ben değişti, ama o eski sen hâlâ yerinde sayıyor. Mesele, rejimin tabiatıyla yani yatışmaz yapısıyla alâkalı. Mehmet Barlas bir defasında “Rejim kavgası artık gına getirdi kavga bitsin” diye yazmıştı. Bu sözlerini yorumlayan Rasim Özdenören “Rejim kavgası biterse, rejim biter. Rejim kavgadan besleniyor” diye mukabele etmişti. Bu doğru, ama diyalektik olarak sonunda kavga da rejimi bitirir. Bir defasında belki de bunu hatırlatırcasına yine Mehmet Barlas: “Osmanlı’da oyun bitmez, ama Osmanlı biter” diye yazmıştı. ‘Evet, kavga bitmez, ama kavganın tarafları bitebilir...” Türkiye tehlikeli bir virajda. Yani aslında çekişenler veya kavga yapanlar kavganın mahiyetini ve tehlikelerini sezemiyorlar. Kavgayla bastıkları zeminlerini ve tabanlarını zorluyorlar ve yıpratıyorlar.
***
Cumhurbaşkanlığı seçimleri tartışmalarına müteakip ordunun muhtırasıyla veya uyarısıyla birlikte yeni bir süreç başlamış oldu. Bu sürecin dinmesi sistemin yeniden rayına oturmasına bağlı. Bu sürece 27 Nisan süreci diyebiliriz. Bu tam da II. Abdülhamid’in hallinin yıldönümüne denk gelmiştir. Ankara’daki gösterinin ardından Ahmet Necdet Sezer’in konuşması da tam 31 Mart vak’asının sene-i devriyesine getirilmişti. Dolayısıyla siyasî bir süreçten öte ontolojik bir süreçle karşı karşıyayız. Bunu hafife alanlar yanılırlar. Bu aşamada yapılması gereken belki de hemen erken seçime gitmektir. Hükümet ister istemez bir yıpranma sürecine girmiştir. Bu süreci en hafif bir şekilde atlatmak erken seçimle ve bu suretle yenilenmekle mümkündür.
Bu sürecin yeşermesinde AKP’nin üslûbunun da az çok etkisi olmuştur. Üslûp itibarıyla köşk için erkenden bir uzlaşma arayışına girmemiştir. Girdiğinde ise geç kalmıştır. Gerek adaylar üzerindeki tasarrufunda gerekse açıklamalarında da Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın çıkışları yersiz olmuştur. Şimdi toparlanma vaktidir. Ama kılıç kınından veya diş macunu tüpünden çıkmıştır. Kılıcı yeniden kınına sokmak maharet, teenni ve sağlıklı kararlar gerektirir. Dolayısıyla Taha Akyol’un da ifade ettiği gibi millî irade hasar görmeden bu sürecin önüne geçilmelidir. En az hasar seçimlerin erkene alınabilinmesindedir. 27 Nisan’ın sabık ve sabıkalı kardeşlerinden 27 Mayıs sürecine bakıldığında Menderes’le alâkalı tek eleştiri darbeye takaddüm edecek şekilde erken seçim kararı alarak gerginliği yatıştırmamasıdır. Olaylara tekaddüm etmeyerek gelişmeleri pasif olarak seyretmesi veya gerginleştirilmiş ortamı yok farz etmesidir.
***
Elbette askerî uyarının 28 Şubat sürecinden farklı yönleri var. Zira ortam ve vasat da farklı. Ama benzeri yönü Çankaya üzerinden laik kesimlerle hükümet arasında bir kutuplaşmanın başlamış olmasıdır. Bu anlamda henüz sürecin başındayız ve bu süreç bir iki yılı alabilir. Şimdilik seçimden başka çare görünmüyor. Seçimin çare olup olmadığını da zaman gösterecektir.
29.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|