Tarih şehri Çanakkale’de üç gün
Çanakkale deyince, sadece Türk milletinin değil, bütün dünyadaki insanların aklına; şehitlik, kahramanlık, fedakârlık, vatan sevgisi ve Osmanlının üstün meziyet ve insanlığı gelir.
Çanakkale’yi Çanakkale yapan da 1915 harbidir. Bu topraklar için iştahı kabarmış Batılı haydutlara vurulan Osmanlı şamarının, abideleşen destan mekânıdır Çanakkale!
Conk Bayırı, Kilitbahir, Seddülbahir, Alçıtepe … ve daha nice tarihî mekânlar.
Her karış toprağında şehit kanı, kemiği, şarapnel parçası, top ve tüfek mermisi mevcut olan farklı bir yerdir Çanakkale!
“Şehitliğin” Bedir’den sonra taçlandığı çok farklı bir diyardır Çanakkale.
Bu asil milletin kendisiyle buluştuğu, barıştığı, kaynaştığı yerdir Çanakkale!
İnancın, imanın, maneviyatın şahlanıp koyu küfür bataklıklarını ve materyalizmi boğduğu dar boğazdır Çanakkale!
Millî bir şahlanışın, hadsizleri hadlerinin bildirilişinin zeminidir Çanakkale!
Dünya durdukça, Kur’ânı, imanı, sünneti, Bedir’i, şehitliği, bayrağı, milleti, maneviyatı hatırlatacak bir hatırlatıcıdır Çanakkale!
Mehmet Akif’i, şiiri, inancı, şehitliği, vatan sevgisini bayraklaştırıp, ebedîleştiren yerdir Çanakkale!
“Anzaklar” bir başka simge terimdir, Çanakkale’de. Sinsî ve dessas İngiliz siyasetinin kurbanı olmuş ve kandırılmış zavallı insanlar… Ve daha niceleri!..
Harp yapılan yerler hakkındaki görüş ve düşüncelerimizi yazının sonuna bırakarak, şimdilik hizmetlerimizle ilgili hatıralarımızı ve düşüncelerimizi siz değerli dostlarımızla paylaşmaya çalışalım.
2006 yılı Aralık ayında değerli bir eğitimci dostum vasıtasıyla Çanakkale Yeni Asya okuyucuları olarak bir sohbette bulunmak üzere dâvet almıştım. Sağlık problemlerim dolayısıyla bahar aylarını randevu olarak verebilmiştim. Bu randevuyu gerçekleştirmek üzere, geçen hafta sonu üç günlüğüne Çanakkale’ye gitmek nasip oldu.
Bu üç gün boyunca oradaki gazete okuyucusu dostlarımızla çok samîmi ve sıcak dolu dolu geçen gün ve saatlerimiz oldu. Gençlerimiz, esnaflar, vazifeliler, emeklilerle hizmetlerimizi ilgilendiren her konuda fikir alış verişinde bulunma fırsatını yakaladık.
Hem benim, hem de onlar için bu ziyaretin yepyeni ve taze bir kan, aşka ve şevke medar olduğunu çok rahatlıkla söyleyebilirim.
Çanakkale tarihî öneminin yanında, saf Anadolu havasıyla aslında oldukça mümbit bir saha ve çok değerli bir potansiyel. Belki de tek eksiği biraz himmet, biraz gayret, biraz plan, biraz program… Çoğu yerde olduğu gibi! Bize düşen de bu plan ve programlara katkıda bulunmak… Biraz ufuk açıp, biraz umut vermek… Varolan tecrübeyi gençlik enerjisiyle birleştirip her mahallin şartlarına göre orada bulunan potansiyeli uygun dozajda hizmetlerimize yöneltmek, durum tesbiti yapıp hizmetlerimizi ve faaliyetlerimizi gözden geçirip planlamak, uygulama ve faaliyete geçirmeye yardımcı olmak…
Cuma akşamı son derse katılmakla başlayan faaliyetlerimiz, Cumartesi sabah kahvaltısında gençlerle başlayan samimî sohbetle devam etti.
Sohbetimizin konusu: “İman hizmetinin gerekliliği ve bize düşenlerdi.” Gençlerimize iyi rehberlik ve yönlendirme yapıp istenilen hedeflere onları odaklayabilirsek, onların bu enerji ve kendilerine has mizaç ve kabiliyetlerini, sadece dar çerçevede kendi bünyemizdeki iman hizmetlerinde değil, Türkiye’nin ve dünyanın hasret kaldığı huzur ve barış ortamına da çok yüksek oranda katkı sağlayabileceğimizi bir defa daha açıkça gördük.
Çünkü her şeyin başı; iman ve dürüstlük. Fertler bunu istiyor. Toplum bunu istiyor. Piyasa bunu istiyor. Dünya bunu istiyor. Tarihin şehadetiyle, “dün” bunu istiyordu “yarın”lar da bunu istiyor.
On Sekiz Mart Üniversitesi Çanakkale ruhunun şahlanması için iyi bir zemin aslında. İsmi bile ayrı bir avantaj ve imtiyaz. Çünkü bazı terimler, varlıklar, şahıslar ve değerler bulundukları mekân ve zamana daima artı değerler katarlar. 18 Mart denince, akla tarihin şeref levhalarını taçlandıran Deniz Zaferi gelir. Osmanlı ruhu gelir. Şehitlik ve Türk milletinin kahramanlığı, açıkgözlülüğü, fedakârlığı ve üstün cesaret gelir. Onun için bu üniversitede görev yapan rektöründen öğrencisine kadar herkes, istisnasız şahsî ihtiras, ideoloji ve fikirlerini bir tarafa bırakarak ortak değerlerimiz üzerinde çalışmalı, mesaî harcamalı, bu şanlı tarihe ve bu necip millete ve ecdada lâyık olacak davranış ve çalışmaların içerisinde olmalıdır. Bu tarihî ve kudsî bir vebaldir. Hele de iman meselesinde hassas olan öğrenci ve öğretim görevlileri daha da dikkatli olup, insanlık ve tarih adına yepyeni bilgi ve maharetleri orada üreterek, önce bu vatana, sonra insanlığa sunmalıdır. Bunların başında da “Çanakkale Ruhunu” yeniden canlandırmak ve yaşatmak için üstün bir gayret sergilemelidir diye düşünüyor ve ümit ediyorum.
Bu üniversitede okuyan bir grup kardeşimizi bu düşünce ve potansiyelde görmek, bizim için büyük bir kazanç. İnşallah birlikte çok güzel hizmetlere vesile oluruz. Onlar sahip olmak bekliyor. Onlar rehberlik ve yardım bekliyor. Her türlü hayırlı hizmete hazırlar.
Cumartesi öğleden sonra çıktığımız esnaf ziyaretinde sohbetimiz esnasında Zübeyir Ağabey rahmetlinin bir prensibi olarak her ziyaret edilen mekânda ortama göre çok kısa olarak Risâle-i Nurlardan bahisler okuyarak turumuzu tamamladık.
O akşam çevre ilçelerden gelenlerin de iştirak ettiği Çanakkale hizmet binamızı dolduran dostlarımızla: “Mevlânâ’dan Bediüzzaman’a sevgi” başlıklı seminerimizi verdik. Çevre ilçelerden gelen ve çok ilgili olan dost ve Yeni Asya okuyucularının ışıldayan gözleri ve gülen yüzleri, gerek iman hizmetlerimiz, gerekse de ülkemizin mutlu geleceği için gerekli olan potansiyelin varlığını ve mevcudiyetini verecek sinyali fazlasıyla verdi, diye yorumlarsam mübalâğa etmemiş olurum.
Pazar sabahı Nura iştiyaklı dostlarla yapılan İhlâs dersi ve sohbet, hatıralarla süslenerek takviye edilen kahvaltı öğle vaktine kadar devam etti.
Öğleden sonra her tarafı ayrı bir tarih sahnesi ve sayfası olan bu şehrin önemli tarihî yerlerini ziyaret ettik. İstanbul’da doğan yavrusunu görmek için komutanının verdiği izne karşılık: “Hayır şimdi sırası değil, vatan sevgisi daha önemlidir” diyen şehit Teğmen Hasan’ın ve silâh arkadaşı Mevsuf’un mezarlarını ziyaret edip Fatiha okuduk. Almanya’nın icat ettiği dev topların bulunduğu bataryaları ziyaretin ardından, öğleden sonra Hayreddin Başol Ağabeyin düğününde: “Aile hayatı ve saadeti” konulu bir konuşma yaptık.
Düğünden sonra bir grup dostumuzla Gelibolu Yarımadasında yaptığımız şehitlik ziyareti kalp ve his dünyamızda ayrı bir rüzgâr estirdi. Bu konuya ayrı bir paragraf açmak gerekiyor. Şimdi o konularda bazı fikirlerimizi beyan etmeye çalışalım.
Çanakkale’ye son yıllarda yapılan gezilerde adeta bir patlama yaşanıyor. Her gün binlerce otobüs bu tarihî, manevî değeri çok yüksek topraklara akın ediyor. Değerli ilim adamı bir rehberimizin verdiği bilgilere göre yılda üç milyona yakın insan Çanakkale Şehitliğini ve bu civardaki harp saha ve meydanlarını ziyarete geliyor. Bu ziyaretçilerin büyük bir çoğunluğunun dinine bağlı ve inanan kesimden olması, ayrıca dikkate ve kayda değer. Tabiî ki bu da “birilerini” maalesef rahatsız ediyor. Çünkü bu necip millet; bütün oyun ve yanlış yönlendirme, baskı ve hilelere karşı dinî inançlarından, tarihinden, ecdadından kopmuyor, koparılamıyor!
Resmî olan Genel Kurmay Başkanlığı kayıtlarına göre, 58.604 şehit verilmiş Çanakkale Savaşlarında. Ama işin uzmanı değerli rehberimizin verdiği bilgilere göre, bu kayıtlar henüz tam sağlıklı değil ve eksiklikleri var. Çok daha geniş araştırma ve incelemelerle sağlıklı sonuçlara ulaşılması gerekiyor. Bütün bu kayıtlı şehitlerin isimleri illerin alfabetik sırasına göre, sembol olarak cam levhalara yazılıp mezarlar şeklinde dizayn edilmiş. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu ecdada ve bizim tarihimize yakışan bir şey olmamış. Bu isimler ve mezarlar daha estetik ve etkileyici bir şekilde tanzim edilebilirdi.
Hele vatan şairimiz Mehmet Akif’in Çanakkale şiirinin yazıldığı cam pano, tamamen baştan savma gibi geldi bana. O kadar anlamlı ve etkileyici bir şiir, görünemeyecek kadar küçük ve çelimsiz levhalara yazılmış ki! Keşke yazılmasaymış. Çünkü orada şahlanan millî ruhu, milletimizde mevcut olan o muhteşem maneviyatın ağırlığını bütün maharetiyle kelimelere döküp gönülleri coşturan cennet mekân Mehmet Akif’in efsanevî şiirini bu kadar küçük ebat ve şekilde tanzim etmek, sanki bilerek ve menfî bir şekilde kasten bu hale getirilmiş diye düşünmeye sevk edecek insanları. El insaf!
Burada çok başka bir çarpıklık daha var. İşte o düşünce her şeyi gölgeliyor. O da her yerde devâsâ anıt ve heykellerle Mustafa Kemal var. Yani bu neye ve kime fayda sağlar anlamakta zorlanıyor insan. Tarihî gerçeklerden kaçarak, bu gerçekleri çarpıtarak, görmezden gelerek, gölgeleyerek bir yere varılmaz ki! Çanakkale’de bir ordu var, o ordunun komutanı var. Kurmay subayları var. Subayları var ve Mustafa Kemal de orada 57. alayın komutanı bir yarbay. Sadece Nisan savaşlarında başarı kazanmış yarbay rütbeli bir komutan, en önde ve her yerde. Ordu komutanı kim? Nerede hatırası, kahramanlığı? Hiç mi katkısı yok? Ordu komutanının adına bir tepe veya isim biz göremedik. Belki de vardır, ama? İşte öylesine var galiba ki… Komutansız bir zafer gibi! Orada 18 Mart’ta biz millet olarak anma merasimleri yapıyoruz.
25 Nisan’da da Anzakların merasimleri yapılıyor. Şimdi tarihi okumuş ve bu konuda çok şuurlu olan bu insanlar, o menzilleri gezerken ordu komutanının isminin yerine bir alay komutanının öne çıkarılmasını kabullenirler mi sizce?! Biz bize propaganda yapabiliriz. Bazı şeyleri birbirimize yuttura da biliriz! Ama elin oğlu “kül yutar mı!?”
Ama gel gör ki, her tepede, her şehitlikte tek kişi var. Dev heykeller, rölyefler, şekiller hep ona endeksli. Bu ona ve millete ve bu milletin tarihine ne katar, ne eksiltir biraz da bunu düşünsünler şu bizim yetkili ve etkili sorumlularımız lütfen! Çünkü çağdaş dünyada bunlar inandırıcı ve prim yapan şeyler değil maalesef. Samimî ve içten olalım. Birilerini öne çıkartmak için hakkı olanların haklarını gasp etmeyelim. Hür ve demokrat olalım. Gerçekleri saklamadan ve çarpıtmadan insanlığın önüne koyalım. Onlar hüküm versinler. Tek taraflı verilen hükümlerin geçersizliği bu gün olmazsa yarın ortaya çıkacak. Bu dünyada olmazsa ahirette ortaya çıkacak. O zaman verecek gerçek cevabınız var mı!?
Kültür Bakanlığı’nca tanzim edildiğini öğrendiğimiz bu yeni düzenlemenin hiçbir tesir altında kalmadan, sabit bir ideolojinin gölgesi ve güdümüne girmeden, tarihin kendi doğruları istikametinde, millet ve vatanın gerçekleri ve yüce menfaatleri doğrultusunda gerçekleşmesini ve insanlığın önüne konulmasını ümit ve temenni edelim.
Bizim kimseyle bir alıp vermediğimiz ve sıkıntımız yok. Dileğimiz bu ülkede her olaya, bilhassa da tarihî ve siyasî olaylara “tek pencereden”, “tek kişinin” açısından bakılması hastalık ve tutuculuğundan vazgeçilmesidir. Herkesin hakkı verilsin, ne abartılsın, ne de yerilip, kötülensin. Hakperest olmaktan herkes kazançlı çıkar. Bu da böyle biline.
Ayrıca, yetkililerden bir isteğimiz de; burayı her gün ziyarete gelen binlerce insanın doğru dürüst namaz kılacağı bir mekân yok. Buralara kadın ve erkek herkesin serbestçe abdest alıp, namaz kılıp, Kur’ân okuyabileceği zeminler hazırlanmalı. İbret alıp, tefekküre dalıp duâ ve ibadet edilecek çok çok önemli yerler ve mekânlar buralar. Sayın yetkililere buradan çağrı yapıyorum. Lütfen bu konuya ciddî olarak önem versinler ve ilgilensinler.
Çanakkale’ye gitmeyen, bu yerleri gezmeyen herkese, bütün kalbimle çağrı yapıyor ve hemen bu çok anlamlı ve önemli mekânları gezmelerini tavsiye ediyorum. Hem de hiç vakit kaybetmeden gelip gezsinler. Tefekkür ve ibret için… Tarihimiz ve milletimiz için…
Çanakkale gezimizin küçük bir değerlendirmesini de Gelibolu Yarımadasından Anadolu yakasına geçerken vasıta içerisinde yaptık. Herkes samimî olarak fikirlerini söyledi. Genç kardeşlerimizin seslendirdikleri fikirleri genel hatlarıyla şunlardı: Bu üç gün içerisinde dâvâmızın ve camiamızın önemini bir defa daha kavradılar...
Risâleleri yeniden bir ruh hali ile aşk ve şevkle okuyacaklar.
Planlı, programlı ve sistemli çalışacaklar.
Zamanlarını ve enerjilerini bu kudsî dâvâ uğruna harcamak gerekliliğinin farkına vardılar. Hizmet merkezleri ve dershanelerimizin kıymetini daha iyi kavradılar.
Her gün dışarı çıktıklarında kafalarında bir “hizmet planı, aksiyonu ve tatbiki” olacak.
Mükellef olanların fikirleriyse:
“Hizmet anlayışı” mefhumu ve mentalitelerinin değiştiği...
Dershaneyle olan irtibatın sadece ders günlerine münhasır kalmayarak, daha sık ve daha çok zaman ayırarak olması lâım geldiği…
Dışardan dâvet edilen konuşmacı veya “ağabeyin” günübirlik değil de, birkaç günlük olacak şekilde planlanmasının gerekliliği ve önemi…
Bu tür seminer ve konferans dâvetlerinin düzenli ve daha planlı olarak devam etmesi lâzım geldiği…
Evlerdeki hane halkıyla da bu meselelerin ihmal edilmeden yapılması lâzım geldiği...
Bediüzzaman Hazretlerinin “Dik ve sağlam duruşunun” yeniden farkına vardıkları...
Tarihî bir mekân olan ve manevî potansiyeli olan Çanakkale gibi önemli bir şehirde toplum hayatına ve günlük piyasaya “iman hizmeti” konusunda daha fazla tebliğ yapmanın önem ve gerekliliğini idrak ettikleri...
Yakın il ve ilçelerle olan “hizmet alış- verişi” faaliyetlerinin önemini daha etkili şekilde kavradıkları…
Biz de bu dâvetten aldığımız büyük haz ve keyfi, böyle değerli ve dinamik genç kardeşlerimizin yanında hizmetin yükünü ve çilesini çekmiş ve hâlâ da çekmekte olan ağabey ve kardeşlerimizle tanışmış olmaktan, tekrar bir arada olmaktan çok mutluluk duyduğumuzu ifade etmeye çalıştık.
Yeni bir aşk ve şevkle hanemize ve memleketimize döndük. Şimdi doğuya yönümüzü döndük. Siz bu satırları okurken bizler gönül dostlarımızla Doğu illerindeki hizmet erleri ve hadimleriyle Risâle-i Nur deryasında hemhal olmaya çalışacağız. Oradan Ege bölgesine geçip, dinamik gençlerimiz, vefakâr ağabey ve kardeşlerimizle hizmetin gerekleri neyse onları planlıyor olacağız inşallah. Duâlarımız sizlerle, duâlarınızı da esirgemeyin lütfen.
[email protected]
|