Karanlıktan aydınlığa seni hayatımda yaşamak (2)
Dünden devam
Ve sen şöyle seslenmiştin nefsine:
“Madem Risâle-i Nur’un vazife-i kudsiye-i imaniyesi benim ölümümle daha ziyade inkişaf edecek ve hiçbir cihetle dünya işlerine ve benlik ve enâniyete vesilelikle ittiham edilmeyecek ve rekabeti tahrik eden hayat-ı şahsiyemi bulmadığı için daha mükemmel ve ihlas ile o vazife devam edecek; hem ben dünyada kaldıkça gerçi bir derece yardımım olabilir, fakat âdî şahsiyetimin ehemmiyetli rakipleri, münekkitleri, o şahsiyeti ittiham edebilir ve Risâle-i Nur’a ihlassızlıkla ilişebilir ve bir derece çekinir, çekindirir; hem bir derece bekçilik yapan bir şahsiyetin yatmasıyla, o daire-i nuriyedeki bütün ehl-i gayret müteyakkız davranır, bir nöbettar yerine binler bekçi çıkar; elbette ölüm gelse, ‘Başüstüne geldin’ demek gerekir. Hem madem Nur Şakirtlerinden çokları hem malını, hem istirahatini, hem dünya zevklerini, hem lüzûm olsa hayatını Nurun hizmetinde feda ediyorlar; sen ey nefsim, neden fedakârlıkta en geri kalmak istersin.”
Evet sen iman hakikatleri için hayatını feda ettin ve bunda hiç nefsine pay çıkartmadın. Bu bayrağı dalgalandıracak olanlara hayatının tümünü örneklendirerek sundun.
Canım Üstadım, ben ilk ‘Rububiyet’ kelimesini, o anlamadığım risâlelerinden öğrendim. Ondan sonra ‘Rabbim’ ismi ile sürekli zikir halindeydim.
Ben anne ve babamın sevgisini ve onlara olan muhabbetimi Risâle-i Nur vasıtasıyla elde ettim. Kardeş olmanın ehemmiyetini, birlik olmanın önemini, evladın nasıl yetiştirilmesini, ailenin yüceliğini, daha birçok sosyal içerikli olayları büyük zorluklarla yazdırdığın Risâle-i Nurlardan öğrendim.
Cenâb-ı Allah’ın bin bir ismini ve ehemmiyetini, Peygamberimizin kulluğunun yüceliğini, Peygamberimizin ahlâkıyla ahlâklanmayı, onun sünnetine uymanın ehemmiyetini, ona hakiki bir şekilde tabi olmayı, onu sevmeyi Risale-i Nur’dan öğrendim.
En önemlisi de “Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez” sözün, “Bil ey nefsim!” diye hitapların beni bağlıyordu.
Ya inançsızları susturan; Allah’ın varlık ve birliğini ispat etmen, haşrin varlığını ispat etmen, iman esaslarını yazman, okuyanları imana, Kur’ân’a, Peygamber’e (sav) bağlayarak, hakiki kul olma isteği ile gönülleri coşturuyordu.
Hani sen demiştin: “Bana, ‘Sen şuna buna niçin sataştın?’ diyorlar. Farkında değilim; karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor, içinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda birisi beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış, ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hadise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler.”
Bu yüzden mi seni yalnız tecrit ettiler? Evlâdını kurtaramayasın diye mi? Onlar bilmiyorlar mı seni himaye edeni? Seni görevlendireni. Bu hizmette İkram-ı İlâhî olduğunu.
O yangın hâlâ devam ediyor. Ve kim söndürecek sen yokken diye düşünürken, Risâle-i Nur’lara dikkat çekip; kendini bu imanı kurtarma dâvâsında hizmetkâr olarak göstermen, Risâlelerin okunmasını tavsiye etmen geliyor aklıma. Talebelerine “Bu gün kaç sayfa okudunuz?” sorunun üzerine aldığın cevaplar karşısında, “Bugün ben 200 sayfa okudum. Çok istifade ettim” deyişin ve şükredişin. Acaba kaç iman ehli, kendi yazdığı eserleri sürekli iştiyakla okur ve hâline şükreder ve bunları özellikle kendi nefsi için okur. İlk önce nefsine hitap eder...
Bir gün bazı talebelerinle Barla’ya giderken, yorgun argın işten dönen köylülerle hoş beş ettikten sonra, senden nasihat beklemişlerdi de sen gülümseyerek bir soru sormuştun onlara:
‘Eve gidince Risâle okuyabiliyor musunuz?’
‘Pek okuduğumuz söylenemez Hocam’
‘Günde en az otuz sayfa okumalısınız.’
‘Doğrudur hocaefendi, okumamız gerekir.’
‘Okuyor musunuz peki?’
‘Okuyamıyoruz.’
‘Yirmi sayfada mı okuyamıyorsunuz?’
‘Hasat zamanı olduğu için mütemadiyen çalışıyoruz.’
‘On sayfa okuyorsunuzdur herhalde?’
‘Ne yazık ki.’
‘Beş sayfa?’
‘Maalesef.’
‘Bir sayfada mı okuyamıyorsunuz?’
Köylüler sessizleşip başlarını öne eğince, her gün çok çalışıp evlerine yorgun argın döndüklerinde; o zor şartlarda dahi onları kitapla barışık hale getirmek için uyguladığın formüle talebelerinin bile akılları ermemişti.
O zaman demiştin onlara: ‘Sizden bir şey istiyorum’
Meraklı gözlerle ne isteyeceğini bilmeden baktılar köylüler.
‘Eve gittiğinizde biraz dinlendikten sonra, okumak maksadıyla Risâle-i Nur’u elinize alın, kapağını açıp kapayın’
‘Tamam efendim onu yaparız işte, Allah sizden razı olsun’
‘O halde anlaştık, Allah işinizi rast getire’ demiştin.
Ve sonra;
Yanında duran taleben Tahirî’ye dönerek: ‘Bu anlaşmaya ne dersin?’ diye sormuştun.
‘Benim pek aklım ermedi Üstadım’
‘Anlaşmadan biz kârlı çıktık’ dediğinde,
Tahirî: ‘Bu nasıl kazanç Üstadım. Otuz sayfadan sıfıra indik’ diye sorunca;
Sen yine: ‘Olsun, yine biz kazançlıyız. Her gün Risâleleri ellerine alacaklar ya, o bize yeter’ demiştin.
Yine ikna olmayan Tahirî, ‘Alacaklar, ama sadece kapağını açıp kapayacaklar’ diye yakındığında, verdiğin cevap anlamasına yetmişti:
‘Risâle-i Nur’da öyle bir cazibe var ki, açtılar mı kapatamazlar.’
Bizlerde kapatmıyoruz Üstadım, Artık Risâle-i Nur’u anlamaya, yaşamaya ve yaşatmaya bütün gayretimizle çalışmayı Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyoruz.
“Hizmet-i Kur’âniyede bulunana ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli. Tâ ihlâsla, ciddiyetle hizmet-i Kur’âniyede bulunsun” sözün, beni hem heyecanlandırıyor, hem de korkutuyor. Nefsimi nasıl dünyaya küstüreyim, o kadar zor geliyor ki. Hadi bunu yapamadım. Ya dünyanın bana küsmesine karşı; ben sabır içinde şükrederek hizmet edebilecek miyim? Bu dâvâ çok küllî bir dâvâ. “Kur’ân Hizmeti.” Allah'ım! O ihlâs ve ciddiyet nasıl olması gerekiyorsa bizlere lutfet, Kur’ân hizmetine hayatını adamak isteyen kullarından biri olaraktan bunu Risâle-i Nur’da geçen bütün isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvarıyorum. Bu duâmı kabul buyur.
Üstadım! Risâle-i Nur’da geçen her cümle bir umman. Her okuduğumda farklı bir pencere açılıyor hayatıma. Şükürler olsun Rabbime. Defalarca Nurlarla yüzleştirdi, ama ben çok sonra fark ettim. Rabbim, bütün susayan gönüllere nur yağmurlarıyla hararetlerinin soğuması ve bütün hissiyatlarının nurlarla aydınlanmasını nasip etsin.
Binlerce talebelerin oldu Üstadım. Risâle-i Nur Külliyatı 33 dile çevrildi. Ama ben hâlâ anne ve babama anlatamadım. Onlar artık benim hâl dilimden bana bakıyor ve beni gözetliyorlar. Kim bilir ölene dek de gözetleneceğim...
—Son—
|