İnsanın sebat ve metaneti, cesaret ve şecaati, yaptığı işin büyüklüğü ölçüsünde artar. Büyük ve kudsî dâvâlar büyüklükleri ölçüsünde sebat, şecaat, şevk ve gayret de isterler. Bu uğurda güçlüklere göğüs gerilir, sıkıntı ve meşakkatler zevkle üstlenilir.
Tarih boyunca gerçekten zoklukları zevkle omuzlayan nice kahramanlar gelip geçmiştir.
Tarihte inandığı batıl dâvâ uğruna hayatını dahi vermekten çekinmeyen insanlara rastlandığına göre hak bir dâvâ uğruna niçin fedâkârlıklardan kaçınılsın?
Barla Lâhikası’nda, talebelerine, eskiden bir kişinin haksız bir mesleğe kapılıp hak zannederek dört elle sarıldığına, mesleğinde fanî oldup derisi yüzüldüğü halde tahammül ettiğine ve kahramancasına tavırlar sergilediğine dikkat çeken Üstad, “Acaba bütünüyle hak ve hakikat, hakikat nurlarının menba ve madeni olan hakikat-i Kur’âniyeye hizmetteki kudsî lezzet, inançsızların geçici, hiç önemi olmayan sıkıştırma ve rahatsızlık vermelerine, kalbte açtıkları yaralara hiç tiryak ve merhem olamaz mı?” anlamında bir soru soruyor, cevabını da kendi verip “Elbette olur ve olmuş ve oluyor”1 diyor.
Demek iman ve Kur’ân’a hizmet gibi kudsî bir lezzet, bütün sıkıntı ve ıztıraplara merhem ve ilâç oluyor.
İhlâs Risâlesi’nde belirtildiği gibi mühim ve büyük bir umûr-u hayriyenin, yani hayırlı işlerin çok muzır manileri bulunur. Şeytanlar o hizmetin hadimleriyle çok uğraşır.2 Savaşta en çok yaralananlar da, siperini bırakıp kaçanlardır. En az yara alanlar ise siperinde sebat edenlerdir.
Onun için bu hizmet kahramanları bunca düşmanlara rağmen sebatı, şevk ve gayretle hizmet etmeyi esas alırlar. Hatta onlar hizmetin kudsiyet ve o hizmetteki zevk ve gayretindeki şevkin, acı ve hususî zorluklara galebe çalacağını çok iyi bilirler. “Amellerin en hayırlısı en zor olanıdır”3 sırrınca büyük hayırların zorlukları da çok olur. Ama zorluklar çoğaldıkça ehl-i himmet fütura düşmek şöyle dursun, gayret ve sebatını daha da arttırır.4 Resûl-i Ekrem (a.s.m.) insanlar dinlemedikçe daha çok gayrete gelmemiş miydi?
Yirmi sekiz sene süren sürgün ve zindan hayatına ve maruz kaldığı onca meşakkatlere rağmen Üstad, kendini hizmetin kudsiyetine öylesine kaptırmıştı ki, “Bu hizmet-i Kur’âniyede başa ne gelirse gelsin, hatta hergünde birer başım olsa da kesilse, yine o hizmetin kudsiyetindeki lezzet-i ruhaniye mukabil geliyor ve kâfidir”5 diyor ve hayatıyla örnek bir tavır sergiliyordu.
Demek dâvâlar yüceliği ölçüsünde fedâkârlıklar da istiyor.
Dipnotlar: 1- Barla Lâhikası, s. 181. 2- Lem’alar, s. 222. 3- Keşfü’l-Hafâ, 1:55. 4- Barla Lâhikası, s. 174. 5- A.g.e., 181.
10.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|