Bugün, telefondan bilgisayara, televizyondan internete varıncaya kadar kullandığımız teknoloji, aslında var olan bir sistemin uzantılarıdır.
Cenâb-ı Hak dünyayı, kâinatı yaratırken bu kanunu koymuştur.
İnsanlar ise bu nimetleri, zamanla keşfetmişlerdir.
Mucizeler, kerâmetler, harika hâller, rüyalar gibi yaşanılan hayat hâlleri ise, yine Cenâb-ı Hakk’ın ihsan ettiği nimetlerdir.
Özellikle günümüzde bu imkânların kullanılması, bir zaruret halini almıştır. Onlarsız olmaz.
Önemli olan, bunların verimli ve yerinde kullanılmasıdır.
Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm’ın, saati mucize yoluyla getirmesini; İdris’in (a.s) terziliğini, Âdem’in (a.s.) çiftçiliğini, Davud’un (a.s.) demiri bal mumu gibi istenilen şekle sokmasını, İsa’nın (a.s.) tıp mesleğini, Süleyman’ın (a.s.) eşyanın naklini getirmesini... Hazret-i Muhammed’in (asm) ay ve güneşi teshir edişini ele aldığımız anda, aslında Cenâb-ı Hakkın, hayatın şifrelerini, peygamberleri vasıtası ile bize ulaştırdığını görüyoruz.
İnsanlar, bunları zamanla geliştirmişler ve medeniyetin baş döndürücü gelişimi mevcut durumu inşâ etmiştir.
Bu açıdan, iletişimden son derece istifade etmekle birlikte bunun karşılığını vermek ise, bu araçları yerli yerinde kullanmak ve bunu veren Kudret’e şükür hislerimizi de ihmâl etmemektir.
Özellikle hava unsurunda “Hüve” zamirinin maddeten de varolduğunu dile getiriyor Bediüzzaman Hazretleri. “Kulhüvellâhü”deki “hüve”nin, “Allahü”deki “Hû”nun maddeten vazife yaptığını dile getiriyor.
Bunlar, İlâhî bir sistemin şaşmaz, yanılmaz, yanıltmaz kanunlarıdır.
İnsana geçici bir hayat rengi vermek, eşyanın maddeten nakli gibi buluşları da, insanoğlunun çok çalışıp insanlığa hediye etmesini bekliyoruz.
10.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|