“Keşke geçmişime dönme imkânım olsaydı. Ne çok şeyi değiştirirdim” der misiniz bazen? Hani çok sıkılınca ya da yalnız kalınca. “Hiç aklınızdan çıkmayan bir gününüz, bir anınız var mı? Geçmişe dönünce, hangi yaşlarınızı yeniden yaşamak isterdiniz? Ya da o yeniden yaşamak istediğiniz anlarınıza gitseydiniz neler yapıp, nelerden vazgeçerdiniz?” sorularına hepimizin cevabı vardır.
Ben en çok çocukluğumu özlerim böyle anlarda. Zamanda yolculuk mümkün olsaydı, şimdiki aklımla o yıllara dönüp de ‘küçük ben’le karşılaşsaydım, ona ne öğüt verir ya da ne tavsiye ederdim? Öğüde ihtiyacı olmazdı sanırım çocuk Saadet’in... Belki şimdiki Saadet’e, o öğüt verirdi... Bana daha cesur olmamı, hayallerimi hiç ama hiç ertelemememi ve en önemlisi “Benim gibi küçük şeylerle mutlu ol ve hemen unut birkaç saniye önce neye üzüldüğünü” gibi yaşadığı birçok şeyi öğüt diye bilmiş bilmiş anlatırdı.
Böyle dediğimde tebessüm etmişti bir arkadaş. “Oysa çocukluğuma gidince Onun elinden tutup, ‘Sakın yapma’ diyeceğim o kadar çok şey var ki” demişti büyük bir pişmanlıkla. “Çocukluğuma gidip, çocuk benle dertleşmek isterdim. Nasihat mi verirdim yoksa onun kadar masumlaşarak dinler miydim onu, bilemiyorum. Ancak en çok istediğimin ona neler yapıp neler yapmamasını tarihleriyle beraber bildirmek olurdu.”
“Aferin, şu anda yaşadığın bu kadar mutluluğu da mahvederdin” dediğimde gülmüş, uzun bir sessizliğin ardından “Evet haklısın, eğer şu olayı şu zamanda yaşamasaydım şöyle olmazdı” tarzında küçük anekdotlarla tezimi doğrulamıştı.
Çoğumuz böyle düşünmüyor muyuz?
Sanki geçmiş zamanlarımıza dönüp, yapmamız gerekenleri yapsak, olmaması gerekenleri düzeltsek hayat şimdikinden çok daha güzel olacak. Elimizde bir sihirli değnek olsa ve hemen her şeyi hayalimizdeki gibi yapsak, dünyanın en mutlu insanı olacağız. Tabiî kendimizi mutlu edeyim derken, etrafımızda kaç kişi kalacak, o da ayrı bir konu. Düşünsenize, size azıcık burun kıvıran birini değneğinizle hemen cezalandırıyorsunuz. Kalbiniz kırıldı, hop intikam aldınız. Yanlış gördüğünüz bir şey var, hemen müdahale ediyorsunuz. Böyle bir durumda hem kendimizin, hem de başkalarının hayatı ne hale gelirdi bilmiyorum. Ancak gerçek şu ki; zamanla yaşadığımız şehirde kimse kalmazdı.
Sahi iyi ki elimizde öyle bir değnek yok. Ya da gidip geçmişi kurcalamak gibi bir zaman makinemiz. Aslında merak etmiyor değilim, zamana yolculuk olsa, elimizde sihirli bir değnek olsa neler olacağını. Ama şu an mesut olduğumuz durumların kaçını yaşıyor olurduk? Bu düşlerimiz gerçekleşse, bunu da ayrıca düşünmeliyiz. Bütün yaşanmışlıklar acısıyla tatlısıyla bugünümüzü oluşturmuşken, acı olan her ânın mutlu anların tadını arttırdığını fark etmişken, hâlâ geçmişe dönmek ister misiniz bilemiyorum? Ama ben istemem.
“Bir yaz günü plajda oturuyor, kumlarla oynayan iki çocuğu seyrediyordum... Her ikisi de deniz kıyısında kapılarıyla, kuleleriyle, tünelleriyle, kocaman bir kale yapmak için beraberce harıl harıl çalışıyorlardı... Kale neredeyse tamamlanmışken büyük bir dalga gelip kaleyi bozdu... Her şey bir anda ıslak bir kum yığınına dönüşmüştü...
“Bütün uğraşlarının bir anda gözlerinin önünde yok olduğunu gören çocukların gözyaşlarına boğulmalarını bekliyordum... Ama çocuklar beni şaşırttı... Ağlamak yerine, ikisi de kalkıp el ele tutuştular ve gülerek kıyıdan biraz daha uzaklaşıp yeni bir kale yapmaya giriştiler. Çocukların o anda bana önemli bir ders verdiklerini fark ettim.
“Hayatınızdaki her şey, yapmak için üstünde çok zaman ve enerji sarf ettiğimiz her karmaşık yapı aslında kumdan yapılmışlardır... Sadece başka insanlarla kurduğumuz ilişkiler ayakta sağlam kalabilir... Er ya da geç bir dalga gelip, kurmak için yoğun çaba sarf ettiğimiz çalışmaları ânında yıkabilir... Böyle bir durum karşısında, sadece yanında tutacak bir eli olan insan gülümseyebilir...”
09.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|